Fıkıh ilmi ve önemi

Sual: Fıkıh ilmi ne anlama gelir, bu ilmin mevzusu nedir, nelerden bahseder ve bu ilmin deposu nedir, bu bilgiler nereden alınmaktadır?
Yanıt:
Mevzu ile ilgili olarak Mecmû’a-i Zühdiyye kitabında deniyor ki:
“Fıkıh kelimesi, Arapçada, fekıha yefkahü şeklinde kullanılınca, doğrusu dördüncü babdan olunca, bilmek, idrak etmek anlama gelir. Beşinci babdan olunca, İslâmiyetin hükümlerini bilmek, idrak etmek anlama gelir. Ahkam-ı islâmiyyeyi, İslâmiyetin hükümlerini bildiren ilme Fıkıh ilmi adı verildi. Fıkıh bilgilerini bilen hiç kimseye Fakîh denir. Fıkıh ilmi, insanların yapması ve yapmaması lazım olan işleri bildirir. Hadis-i şerifte;
(İbadetlerin efdali, en kıymetlisi, fıkıh öğrenmek ve öğretmektir) buyuruldu.

Fıkıh detayları, Kur’ân-ı kerimden, hadis-i şeriflerden, icma-ı ümmetten ve kıyâstan meydana gelmektedir. Fıkıh bilgisinin bu dört kaynağına Edille-i şer’iyye denir. Fıkıh ilmi oldukca geniştir. Hepsi, dört büyük kısma ayrılır:
1- İbâdât olup, beşe ayrılır: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, cihat doğrusu dinin komut ve yasaklarını yaymak. Her birinin dalları çoktur. Cihada hazırlanmak ibadettir. Peygamber efendimiz din düşmanları ile cihadın iki türlü bulunduğunu bildiriyor. İş ile, söz ve yazı ile. İş ile cihada hazırlanmak, yeni silahları yapmasını ve kullanmasını öğrenmek farzdır. Bu cihadı devlet yapar. Milletin, devlet kanunlarına, emirlerine uyarak cihada iştirak etmesi farzdır. Zamanımızda ikinci cenk, doğrusu dinsizlerin yazı, film, radyo ve her çeşit propaganda ile saldırması aldı, yürüdü. Buna da karşı koymak cihaddır.

2- Münâkehât: Evlenme, boşanma, nafaka ve daha nice dalları vardır.

3- Mu’âmelât olup, alışveriş, kira, firmalar, faiz, miras şeklinde birçok bölümleri vardır.

4- Ukûbât, doğrusu Had denilen cezalar olup, başlıca altı kısma ayrılmaktadır: Kısâs, sarhoşluk, sirkat, zina, kazf, riddet, doğrusu mürted olmak cezalarıdır. Cezalar günahı takip etmiş olduğu için Ukûbât denir.”

Sual: Mealden mi yoksa fıkıh kitabından mı dini öğrenmeyi tavsiye edersiniz?
CEVAP
Mealden tefsirden din öğrenilmez. Ahmed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki:
Kur’an-ı kerimdeki Tanrı’ın ipine sarılın ifadesindeki ipten maksat, cemaattır. Cemaat da, fıkıh ve ilim sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan dalalete düşer. Sivad-ı a’zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, Resulullah efendimizin ve Hulefa-i raşidinin yoludur. Kurtuluş, Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasındadır. Fırka-i naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu zamanda bu dört hak mezhepten birine uymayan, bid’at ehlidir. (Tahtavi)

Muhammed Hadimi hazretleri buyurdu ki:
(Dindeki dört kanıt, müctehid âlimler içindir. Bizim için kanıt, mezhebimizin bildirdiği hükümdür. Şu sebeple biz, âyet ve hadisten yargı çıkaramayız. Bunun için, mezhebimizin bir hükmü, âyet ve hadise uymuyor şeklinde görünse de, mezhebimizin hükmüne uyulur. Ya da başka bir âyet yada hadisle değişmiştir, ya da tevil edilmesi gerekir. Bu tarz şeyleri da sadece müctehid âlimler anlamış olur. Bunun için tefsir ve hadis değil, âlimlerin kitaplarını okumak gerekir.) [Berika]

Âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki:
(Bir işte anlaşamazsanız bu işin hükmünü, Tanrı ve Resulünden anlayın!) [Nisa 59]

Buradaki Anlayın emri müctehid âlimler içindir. Şu sebeple Allahü teâlâ, âlimlere sorulmasının icap ettiğini bildiriyor. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Bilmiyorsanız âlimlere mesele!) [Nahl 43]

Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Tüm ibadetlere verilen sevap, Tanrı yolunda cihada verilen sevaba bakılırsa, deniz yanında bir damla su gibidir. Cihad sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i anilmünker sevabı yanında, denize nispetle bir damla su gibidir.) [Deylemi]

(Fıkıh öğrenmek her müslümana farzdır. Fıkhı öğrenin ve öğretin, bilgisiz olarak ölmeyin!) [İ. Maverdi]

(İbadetlerin en kıymetlisi, fıkhı öğrenmek ve öğretmektir.) [İbni Abdilberr]

(Her şeyin dayandığı direk vardır. Dinin temel direği, fıkıh ilmidir.) [Beyheki]

(Âlimlerin en hayırlısı da fakihlerdir.) [İ. Maverdî]

(Tanrı, iyilik etmek istediği kulunu fakih yapar.) [Buhârî]

(Fıkıh bilmeden yakarma eden, karanlık gecede noksan bina yapmış olup, düzeltmek için gündüz yıkana benzer.) [Deylemî]

(Hikmetsiz kalb, harap ev gibidir. Şu halde öğrenin, öğretin. Fıkıh öğrenin, bilgisiz olarak ölmeyin. Şu sebeple Hak teâlâ cahillik için mazeret kabul etmez.) [İ. Sünni]

(Tanrı indinde en üstün kimse fakihtir.) [M. Zühdiyye]

(Azca fıkıh, oldukca ibadetten iyidir. İhlasla yakarma edene fıkhı öğrenmek nasip olur.) [Taberani]

Hazret-i Ebu Bekir (Ya Resulallah, savaştan başka cihad yolu var mı?) diye sordu. Resul-i ekrem buyurdu ki:
(Evet vardır. Emr-i maruf ve nehy-i münker yapmaktır.) [Tibyan]

Fıkhı öğrenmek her Müslümana farz-ı ayndır. Fıkıh âliminin Müslümanlara sağlamış olduğu faydanın sevabı, cihad sevabından çoktur. (Redd-ül-muhtar)

Mezhep imamları, (Âlimlerden sorup öğrenin) mealindeki âyet gereğince, Kur’an-ı kerimin manasını, Tabiinden ve Eshab-ı kiramdan öğrenerek, kitaplarına yazmışlardır. Öteki âlimlerimiz de, bunların kitaplarından, tefsirden, hadisten anladıklarını, bizim gibilere açık, kolay öğretmek için, binlerce Fıkıh ve İlmihal kitabı hazırlamışlardır. (Birgivi)

Ehl-i sünnet itikadını ve farzları, haramları öğrenmek farzdır. Bunlar, sadece fıkıh kitaplarından öğrenilir. Fıkıh, âyet ve hadislerden çıkarılmıştır. (Hadika)

Fıkıh, salih kimselerin yazdığı ilmihallerden öğrenilir. Ehl-i sünnet âlimlerinin kıymetli eserlerinden derlenerek hazırlanan (Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye) kitabı, fıkıh detayları öğrenilecek en güvenilir kaynaktır.

En lüzumlu bilgiler
Lüzumlu fıkıh bilgilerini öğrenmek farz-ı ayn iken, bu farzı terk edip, (İmanı araştırıyorum) diyerek ağaçların, çiçeklerin, insan ve hayvanların anatomisini incelemekle meşgul olmak haramdır. İman esasları tahkik edilmez, doğrusu araştırılmaz. Peygamber efendimiz, (Ahir zamanda, kocakarı şeklinde itikad edin!) buyurarak, kocakarı şeklinde inanç etmeyi tavsiye etmiştir. (Deylemi)

İspat ile kanıt ile inanç olmaz. İman, görmeden inanmaktır. Kur’an-ı kerimde, salihler övülürken, (O müttekiler ki, gayba inanırlar, namaz kılarlar ve kendilerine verdiğimiz mallardan [zekât ve her türlü hayır hasenat için] harcarlar) buyuruluyor. (2/3)

Tanrı’ın varlığını kanıtlama
Sual:
Hazret-i Mevlana’nın (Tanrı’ın varlığı sabittir, ispata emek verme, sen kulluğunu ispata çalış!) sözüne bakılırsa, akılla Tanrı’ın varlığını kanıtlamak yada bu konudaki kelam ilmiyle uğraşmak yanlış mı? Yanlışsa hangi ilimle uğraşmalıdır?
CEVAP
İman bilgilerini özetleyen kelam ilmini, akıl ve nakille kanıtlama edecek ve sapıklara, dinsizlere anlatacak kadar bilmek farz-ı ayn olup, bundan fazlasını öğrenmek sadece din âlimlerine gerekir. Başkalarına caiz değildir. Başkaları bu ilimle meşgul olursa, bâtıla kayar, zındık olur. İslam âlimleri buyuruyor ki:
İlm-i kelam ile uğraşıp sapıtmak yanında, büyük günah işlemek hafifçe kalır. Ehl-i sünnet itikadını iyi öğrenmeden ilkin, ilm-i kelamla uğraşmanın ziyanı bilinseydi, bu işle uğraşmaktan, aslandan kaçar şeklinde kaçınılırdı. (İmam-ı Şâfiî)

Kelam ilmiyle uğraşan hep kuşku içindedir, iflâh olmaz. (İmam-ı Ahmed)

Bid’at ehli ile kelamcıların şahitlikleri kabul değildir. (İmam-ı Mâlik)

Kelam ilmiyle uğraşan imam olması imkansız, zaman içinde dinden çıkar. (İmam-ı Ebu Yusuf)

Fıkhı öğrenmek her Müslümana farz-ı ayndır. (İbni Âbidin)

Resulullah, fıkhı teşvik etti, kelamı yasakladı. (Hadîka, Hadis âlimleri)

Kelam ilmiyle uğraşanların bir çok zındık olur. (Fetâvâ-yı Bezzâziyye)

Tasavvuf yardımıyla inanç sağlamlaşır, kuşku getiren tesirlerle sarsılmaz. Akılla, kanıt ve ispatla kuvvetlendirilen inanç bu şekilde sağlam olmaz. (İmam-ı Rabbânî)

İman bilgilerini, ihtiyaçtan fazla öğrenmek caiz değildir, bid’atlerin yayılmasına sebep olur. (Hindiyye)

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri de buyuruyor ki:
İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği şeyleri, tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan, tasdiktir. Akla uygun olduğundan onaylama etmek, aklı onaylama etmek olur, Resulü onaylama etmek olmaz. Ya da Resulü ve aklı beraber onaylama etmek olur ki, o vakit Peygambere güven tam olmaz. İtimat tam olmayınca, inanç olmaz. Şu sebeple inanç parçalanmaz. Bir hadis-i şerifte de, (Dini aklıyla ölçen kadar zararı olan kimse yoktur) buyurulmaktadır. (Taberânî)

Doğru Müslüman olmak için tasavvuf ilmini, terbiye bilgilerini öğrenmek de şarttır. Fıkıh ilminden habersiz, terbiye ilmini bilmeyen kimse, itikadı da Ehl-i sünnete uygun değilse, sabahtan akşama kadar, (Tanrı vardır, birdir) diye bağırsa, 99 delille Tanrı’ın varlığını ispata kalksa, asla kıymeti olmaz.

İbni Sakka adlı bir âlim, akla oldukca ehemmiyet verirdi. Her şeyi akılla ispata kalkardı. Tanrı’ın varlığını, birliğini 99 delille kanıtlama eder ve hep bu mevzu üstünde çalışırdı. Zaman içinde aklının almadığı mevzular da çıktı, şüpheleri arttı, bocalamaya başladı. Yusuf-i Hemedanî hazretlerine bir şey sordu. O da, (Otur, senin sözünden sövgü kokusu geliyor) buyurdu. İstanbul’a elçi olarak gidince, Hristiyan oldu. Hristiyan olduktan sonrasında da, 100 kanıt ile Tanrı’ın 3 bulunduğunu ispata kalkıştı. (Fetâvâ-yı hadisiyye)

Bir kocakarıya, (İbni Sakka, Tanrı’ın varlığını ve birliğini, 99 delille kanıtlama eden büyük bir zattır) denince, (Demek onun 99 şüphesi var ki, şüphelerini gidermeye çalışıyor. Benim asla şüphem yok ki, ispata kalkışayım) diyor.

Bu mevzuları akılla ispata kalkmamalı. Bir hadis-i şerif:
(Âhir zamanda, kocakarı şeklinde emin olun!) [Deylemî]

Bu hadis-i şerif, (Körü körüne emin olun) demiyor. (Dinimizin bildirdiklerine, akılla ölçmeden, kanıt aramadan emin olun) anlama gelir. Âhiret ve Sırat Köprüsü, akılla, mantıkla kanıtlama edilemez. Mutezile; aklına sığdıramadığı için, Sırat Köprüsü ve Mirac şeklinde şeyleri inkâr etmiştir. Tahkik eden de, şüpheden kurtulamaz. Örnek olarak, Sırat Köprüsü’nü akılla izah edemez ve inkâr etmek zorunda kalır; Hazret-i Ebu Bekir şeklinde, (O söylemişse doğrudur) diyemez. Diyebilse tahkike, araştırmaya lüzum görmez. Onun için tahkikçi, büyük çekince içindedir.

Müşrikler, tahkikçi mantığıyla, Peygamber efendimizin İsra sûresinde bildirilen Miracını inkâr ederken, Hazret-i Ebu Bekir, aklı işe asla karıştırmadan, (O söylediyse doğrudur) diyerek imanın zirvesine çıkmış, (Sıddık) ismiyle şereflenmiştir. Aklını atıp, Resulullah’ın aniden Mirac’a gidip geldiğini onaylama etti, imanı güneş şeklinde parladı. Peygamber efendimiz, (Ebu Bekir’in imanı, tüm insanların imanları toplamıyla tartılsa, onun imanı daha ağır gelir) buyurdu. Bu zirveye çıkış, tahkikle, araştırmakla değil, aksine tahkiki bırakıp tasdikle olmuştur.

İman esasları tahkik edilmez, doğrusu araştırılmaz. Kur’an-ı kerimde, sâlihler övülürken, (O müttekîler ki, gayba inanırlar) buyuruluyor. (Bekara 3) [Yani görmeden inanırlar.]

Bir başka husus da, şimdi (Tanrı’ın varlığını kanıtlama ediyor) denilen kitapların İslam âlimlerinin bildirdiği kelam ilmiyle de asla ilgisi yoktur. Tamamen aklı esas alarak yazılmıştır. Bu kitapları okuyanlar küfre düşer. Şu sebeple Ehl-i sünnet kitaplarındaki inanç ve fıkıh bilgilerinden tamamen uzak olduğundan, (Tanrı’ın düşüncesi, ilahî bilinç, ilahî nazariye) şeklinde sövgü sözler yazılıdır. Lüzumlu inanç ve fıkıh bilgilerini öğrenmeden bu kitapları okuyan küfre düşer.

Fıkıh ilmi
Kelam ilmiyle uğraşmayı bırakıp, ilmihâl bilgilerini öğrenmeye çalışmalı; zira fıkıh ilmi zaruri lazımdır. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(İmanın sermayesi fıkıhtır.) [Deylemî]

(Fıkıh ilmi her Müslümana farzdır.) [İ. Maverdî]

(Dinin temel direği fıkıhtır.) [Beyhekî]

Fıkıh ilmi, sadece doğru yazılmış bir ilmihâlden öğrenilir. Örnek olarak, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından çeviri edilerek hazırlanmış olan ve içinde yazarına ilişik kişisel bir fikir olmayan Tam İlmihâl Seadet-i Ebediyye kitabı okunmalıdır.

Bir Müslümanın, imanını ehl-i sünnet itikadına bakılırsa düzelttikten sonrasında, imanın gereği olan amellerini ilmihale uygun yapması gerekir. Ek olarak imanını tehlikeye düşürecek iş ve sözlerden de uzak durmalıdır. Şu sebeple inanç ne kadar kıymetli ise, zıddı olan sövgü de o denli kötüdür. İmanı kurtarmak için ibadetleri yapmak ve haramlardan kaçmak gerekir. Bilhassa küfre düşürücü söz ve hareketlerden sakınmalıdır. Örnek olarak imanını oldukca güçlü sanan biri, Tanrı dostlarından birine düşman olsa yada Tanrı düşmanlarından birini sevse, ya da, (Kuşların uçuşunda tanrısal şuuru görüyoruz) yada (Bu iş Tanrı’ın aklına aykırıdır) dese, yapmış olduğu ibadetler kıymetsiz olur ve Cehenneme gider. Şu sebeple küfre düşürücü ifade kullananın imanı gider. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(O şekilde bir vakit gelir ki, kişinin imanı gider de haberi olmaz. Oysa ondan, gömleğin çıkmış olduğu şeklinde, inanç çıkmış olur.) [Deylemi]

Şeytanın ağlatıp sızlattıkları
Sual:
Tarikata bağlı dostlar şeyhlerinden bahsederken muhabbetlerinden ağlayabiliyorlar, fakat Allahü teâlâdan ve Peygamber efendimizden bahsederken {hiç de} bu şekilde bir hâl içinde olduklarını göremiyoruz. Bu durumda, İslamiyet’in ruhuna aykırı bir durum ortaya çıkmış olmaz mı?
CEVAP
Aykırı olmayabilir. Fakat aykırı olması daha kuvvetlidir. Şu sebeple şeytan, dinimizi doğru ve tam bilmeyen, (fıkıh bilmeyen) tarikatçıları oynatır, ağlatır, zıplatır, cezbeye götürür.

Size Seadet-i Ebediyyeden aldığım bir menkıbeyi yazıyorum. Bu haller şeytandan olabilir.

Fârisi Tezkiret-ül-Evliya kitabında diyor ki, İbrahim Ethem hazretlerine, falanca yerde bir genç var. Gece gündüz yakarma ediyor. Vecde gelip kendinden geçiyor, dediler. Gencin yanına gidip, üç gün konuk kaldı. Dikkat etti, söylediklerinden daha oldukca şeyler görmüş oldu. Kendinin soğuk, hâlsiz, habersiz, gencin ise, bu şekilde uykusuz ve gayretli hâline şaşıp kaldı. Genci, şeytan mı aldatmış, yoksa hâlis ve doğru mu diye idrak etmek istiyordu. Yediğine dikkat etti. Lokması helalden değildi. Bu hâllerin hep şeytandan bulunduğunu anlayarak, genci evine çağrı etti. Ona helalinden bir lokma yedirince, gencin hâli değişip, o aşkı, arzusu ve gayreti kalmadı. Genç, İbrahim’e (Bana ne yaptın?) diye sorunca, (Lokmaların helalden değildi. Yiyecek yerken, şeytan da midene giriyordu. O hâller, şeytandan oluyordu. Helal yiyince şeytan giremedi. Aslolan, doğru hâlin meydana çıktı) dedi.

Sual: Dinimizi, aslolan kaynağından öğrenmek için hangi meali ve tefsiri tavsiye edersiniz?
CEVAP
Kur’an-ı kerimin muhatabı Muhammed aleyhisselamdır. Ona gelmiştir. Manasını yalnız Muhammed aleyhisselam anlamış ve hadis-i şerifleri ile bildirmiştir. Kur’an-ı kerimi tefsir eden Odur. Doğru tefsir kitabı da, Onun hadis-i şerifleridir. Din âlimlerimiz, bu hadis-i şerifleri toplayıp, tefsir yazmışlardır.

Âyet-i kerimeler kısa ve tam çeviri edilemediği için, İslam âlimleri, çeviri değil, uzun tefsir ve tevillerini bildirmişlerdir. Resulullahın bildirdiği manalara Tefsir denir. Tefsir, sadece Fahr-i âlem efendimizin kutsal lisanından, Sahabe-i kirama ve onlardan Tabiine ve Tebe-i tabiine ve böylece sağlam, kıymetli insanların söylemesi ile, fıkıh ve kelam âlimlerine gelen haberlerdir. Bundan başka olan bilgilere tefsir denmez. Müfessir, tefsir kitabı yazan demek değildir. Müfessir, kelam-ı ilahiden, murad-ı ilahiyi anlayan derin âlim anlama gelir. Beydavi tefsiri bunların en kıymetlilerindendir. Bu tefsir kitaplarını da anlayabilmek için, yirmi ana ilmi, iyi öğrenmek gerekir. Ana ilimlerden biri, tefsir ilmidir. Bu yirmi ana ilmin kolları, seksen ilimdir.

1986’da İstanbul’da meydana getirilen (Kur’an Tercümeleri Sempozyumu)nda 1500den fazla çeviri incelendiğinde, birbirini tutmayan hükümler görüldü. Hepimiz anlayışına bakılırsa tefsir etmiş olduğu için, karşımıza bir korkulu, dehşetli ve vahim görünüm çıkmıştır. Oysa nakle dayanılsaydı bu şekilde olmazdı. Türkiye’de ilk kere Kur’an çeviri işini, Cihan Kitabevi sahibi Misak adlı bir Ermeni başlatmıştır. Maksat dinimizi bozmaktır. Bu oyuna gelinmemeli!

Din fıkıhtan öğrenilir
Bizim gibilerin, tefsirden din öğrenmesi mümkün değildir. Tefsirden abdestin farzını bile öğrenmemiz mümkün değilken, itikadi mevzuları öğrenmemiz iyi mi mümkün olur? İslam âlimleri senelerce emek vererek, Kur’an-ı kerimden çıkardıkları hükümleri, kitaplara yazmışlardır. Bir müslüman, hangi mezhepte ise, mezhebine ilişik kitapları okur, dinini öğrenir. Aslına bakarsanız her müslümanın, bir ilmihal kitabı okumakla, dinine ilişik lüzumlu tüm detayları öğrenmesi mümkündür. Tıp kitabı okuyarak hastalıklara teşhis koymak, tedavi ve ameliyatlara girişmek milyonda küçük bir ihtimal de olsa bir ihtimal mümkün olabilir, fakat Kur’andan din öğrenmek mümkün olmaz. Her işi ehlinden öğrenmek gerekir. Fıkıh kitaplarını “Tabu” olarak gösterenler, “Dini Kur’andan, tefsirden öğrenin!” diyenler, eğer bilgisiz değilseler, din anarşisi meydana çıkarmak için çalışan hain ve sapık kimselerdir.

Âlimler sapıtınca
İslam âlimleri, fıkıh bilgilerini, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden çıkarmışlardır. Bu bilgiler sadece fıkıh kitaplarından öğrenilir. Fıkıh kitapları varken, din bilgilerini tefsirlerden öğrenmeye kalkışmak ehli olan için bile nafile yakarma olur. Farz-ı ayn olan fıkıh kitaplarını okumayı bırakıp, nafile olan tefsir okumak caiz değildir. Aslına bakarsanız müctehid olmayanların, tefsirden fıkıh bilgisi öğrenmesi imkânsızdır. Cehenneme gidecekleri bildirilen 72 fırkanın âlimleri, tefsirlerden yanlış mana çıkardıkları için sapıttılar. Âlimler sapıtınca, âlim olmayanların tefsir okuması yıkım olur. (Hadika)

İlmihal detayları
Sual:
Fıkıh, doğrusu ilmihal bilgilerinden ilkin başka kitap okumak uygun mudur?
CEVAP
Asla uygun değildir. Fıkıh ilmi ile uğraşmak, doğrusu farzları ve haramları öğrenmek, her müslümana farz-ı ayndır. Fazlasını öğrenmek de, farz-ı kifaye olup, oldukca sevaptır. (Hadika)

İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Her müslümanın ilmihal öğrenmesinin farz bulunduğunu fıkıh âlimleri sözbirliği ile bildirdi. Bunun için, karı-kocanın hayz ve nifas bilgilerini öğrenmeleri gerekir. Kocası, hanımına öğretmeli, kendisi bilmiyorsa, bilen kadınlardan öğrenmesi için izin vermelidir. Kocası izin vermeyen kadının, ondan izinsiz gidip öğrenmesi gerekir. (Menhel)

İmam-ı Muhammed’e, mütehassıs olduğu tasavvuf bilgisinde bir kitap yazmadığını sorduklarında, (Zühd ve takva, sadece, tüm işlerde İslamiyete uymakla, bâtıl, fâsid ve mekruh sözleşmelerden sakınmakla elde edilebilir. Bunlar da, fıkıh kitaplarından öğrenilir. Alışveriş ve başka sözleşmeleri meydana getirecek kimsenin bunların sahih ve helal olması şartlarını öğrenmesi gerekir. Bunun için, bu işlerin ilmihalini öğrenmek her mükellefe farz-ı ayndır. Bu farzın yerine getirilmesi için, alışveriş kitabını yazdım) buyurdu. (Hadika)

Ilkin lüzumlu data
Ehl-i sünnet itikadını ve fıkıh bilgilerini öğrenmeden ilkin, Gülistan ve aynı kitapları okumamalıdır. Fıkıh kitapları yanında, Gülistan ve aynı kitaplar lüzumsuzdur. Dinde gerekenleri, ilkin okumak ve öğrenmek ve öğretmek gerekir. [Din bilgilerini öğrenmeden, başka şeyler öğrenenler ve çocuklarına doğru din bilgisi öğretmeyerek, para kazanmaya uğraşanlar, ne kadar aldanıyor.]

Kur’an-ı kerimin hakiki manasını idrak etmek isteyen bir kimse, din âlimlerinin kelam ve fıkıh ve terbiye kitaplarını okumalıdır. Bu kitapların hepsi, Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden alınmış ve yazılmıştır. Kur’an tercümesi diye yazılan kitaplar, doğru mana veremez. Okuyanları, bu tarz şeyleri yazanların fikirlerine, düşüncelerine ve maksatlarına tutsak eder ve dinden ayrılmalarına sebep olur.

Abdest, gusül, teyemmüm, mest, namaz, oruç, zekât, adak, yemin çeşitleri, hac bilgilerini öğrenmek, fıkıh bilgisi ile mümkündür. Fıkıh bilgisi de sadece doğru yazılmış bir ilmihalden öğrenilir.

Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye kitabında, bir müslümana ihtiyaç duyulan tüm dini bilgiler vardır. Hepsi de en kıymetli eserlerden derlenmiştir. Bu kitabı baştan sona dikkatlice okuyan biri, dinimizin tüm komut ve yasaklarını öğrenir. Dinimiz hakkında kâfi bilgiye haiz olur. Her müslümanın dinimizi oldukca iyi bilmesi şarttır. Dinini bilmeyenin dini yoktur. 95. baskısı meydana getirilen, 1248 sayfalık Tam İlmihali, her müslümanın okuyup, çoluk çocuğuna da okutması gerekir.

Mahrem bilgiler
Sual: S. Ebediyye’deki hayz, gusül ve evlilikle ilgili mahrem detayları birkaç kişinin beraber okumaları caiz midir?
CEVAP
Evet, caizdir.

Fıkıh ilmi
Sual: Fıkıh ilminin önemi nedir?
CEVAP
Fıkıh ilmi oldukca kıymetlidir. Peygamber efendimiz, (Tanrı bir kimse için hayır murad etmişse, onu dinde fakih yapar) buyuruyor. Kelam âlimlerinden, kendi aklına güvenerek sapıtanlar, yanlış yollara sapanlar oldukca olmuşsa da, fıkıh âlimlerinden bozuk itikatlı kimse çıkmamıştır.

Tefsir dersleri
Sual:
Fıkıh ilmi mi yoksa tefsir ilmi mi mühim? Camideki kursa gidiyorum. Hocamız, lüzumlu inanç ve fıkıh bilgisini öğretmeden, (Tefsir dersleri yapacağız) diyor. Bir Müslümanın, ilkin tefsir mi öğrenmesi lazım?
CEVAP
Fıkhı bilmeden dine uymak mümkün olmaz. Şu sebeple dinin temeli fıkıhtır. İbni Abidin hazretleri, (Fıkhı öğrenmek her Müslümana farz-ı ayndır) buyuruyor. (Redd-ül Muhtar)

İmam-ı Gazalî hazretleri, (Fâsık ve bid’at ehli, Kur’anın manasını anlayamaz) buyuruyor. (İhya) [Bid’at ehli, Ehl-i sünnet itikadında olmayan, mezhepsiz olan demektir.]

Farz-ı ayn olan fıkıh kitaplarını okumayıp, tefsir okumak, caiz değildir. Aslına bakarsanız, günümüzde tefsirden fıkıh bilgisi öğrenmek imkânsızdır. Cehenneme gidecekleri bildirilen 72 fırkanın âlimleri, tefsirlerden yanlış mâna anladıkları için, sapıttılar. Âlimler sapıtınca, bizim şeklinde cahillerin tefsirden ne anlayabileceğimizi düşünmeliyiz! Doğru yazılmış tefsirleri okuyanlar bu şekilde felakete düşerse, dinde reformcuların tefsirlerini okuyanın hâlinin oldukca daha fena olacağı aşikârdır.

O hâlde dinimizi doğru olarak yazılmış ilmihâllerden öğrenmek gerekir.

Sual: Kendilerine tarikat ehli diyen bazı kimseler, fıkıh, ilmihal kitaplarına pek saygınlık etmiyorlar. Fıkıh, ilmihal detayları olmadan evliyalık olur mu?
Yanıt: Doğru bir inanç doğrusu Ehl-i sünnet itikadı olmaz, İslamiyet’in emirleri yapılıp yasaklarından sakınılmazsa, evliyalık hasıl olması imkansız. Bu mevzuda İmam-ı Mâlik hazretleri buyuruyor ki:
“Fıkıh bilgilerini öğrenmeyip tasavvufla uğraşan, dinden çıkar, zındık olur. Fıkıh öğrenip tasavvuftan haberi olmayan da bid’at sahibi, sapık olur. Her ikisini edinen hakikate varır.”

Fıkıh bilgilerini doğru yazılmış ilmihal kitaplarından öğrenen, bunlarla amel eden ve tasavvufun zevkini alan kimse, kamil, olgun insan olur.

Ilkin din bilgilerini öğrenmeli
Sual: Bir kimsenin, kendisine lazım olan din, ilmihal bilgilerini öğrenmeden dünya işleri ile meşgul olması, mal, mülk, makam ardında koşması, dinimiz açısından uygun mudur?

Yanıt: Mevzu ile ilgili olarak İmam-ı Gazâli hazretleri, bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“Dünyanın nesini seversen sev, hepsine veda edeceksin! Elinden geleni yap! Fakat unutma ki, her yaptığının hesabını vereceksin! Keyfine bakılırsa yaşa! Fakat bu yaşaman uzun sürmeyecek, bigün elbet öleceksin. Gece gündüz düşündüğün, sımsıkı sarıldığın lezzetlerden elbet ayrılacaksın. İman edilecek şeyleri akla uydurmaya, beğendirmeye uğraşmak, dinsizlerle, cahillerle, münakaşa edip, onların bozuk düşünceleri ile uğraşmak ve Kur’ân-ı kerimi öğrenmeden, namazı, abdesti, orucu, farzları, haramları okumadan, bilmeden para kazanmaya kalkışmak, herkesten fazla varlıklı olmak için gereksiz ilimlerle uğraşmak, ömrü boş yere harcamak olur. Allahü teâlâya vallahi billahi ki, İsa aleyhisselamın İncilinde okudum; bir kimseyi tabuta koyduktan mezara bırakıncaya kadar; Allahü teâlâ ona kırk sual soracaktır. Birincisi, (Ey kulum! Yaşadığın kadar hep dünya için süslendin, her insanın beğenmesi, saygı etmesi için birçok şeyler öğrendin. Benim emrettiğim şeyleri de öğrendin mi, istediklerimi yapmış olup, haram ettiklerimden kaçındın mı?)dır. Allahü teâlâ sana her gün soruyor: (Başkaları için neye bu kadar uğraşıyorsun? Görmüyor musun ki, tepeden tırnağa kadar benim iyiliklerim ile, ihsanlarım ile örtülüsün?) Fakat sen bunu duymuyorsun. Çocuk oyuna dalıp etrafını görmediği şeklinde, dünya zevkleri, nefsin arzuları seni sağır ve kör eylemiş! İlim öğrenip de, bunu kullanmamak deliliktir. İlimsiz amel de yanlış olur, kabul edilmez.”

Tefsir değil, fıkıh kitabı okumalı
Sual: Bir Müslüman, dinin komut ve yasaklarını, tefsir ve hadis kitaplarından mı yoksa fıkıh kitaplarından mı öğrenmelidir?
Yanıt:
Mevzu ile ilgili olarak Hadîkada buyruluyor ki:
“Ehl-i sünnet itikadını ve farzları, haramları öğrenmek farzdır. Bu tarz şeyleri öğretmek ve kendine lazım olandan başka fıkıh bilgilerini öğrenmek ve Kur’ân-ı kerimin tefsirini ve hadis ilmini öğrenmek farz-ı kifayedir. Fıkıh detayları, Kur’ân-ı kerimden ve hadîs-i şeriflerden öğrenilmesi farz olan bilgilerdir. Fıkıh kitabı okuyanlar, âyetten ve hadîsten yargı çıkarmak ihtiyacından kurtulur. Farz-ı kifaye olanları bilen, icra eden var iken, bu tarz şeyleri öğrenmek müstehab olur. Bu tarz şeyleri yapmak nafile yakarma olur. Yalnız, cenaze namazı bu şekilde değildir. Cenaze namazını velisi kılınca, başkalarının yeniden kılması caiz olmaz. Namaz kılacak kadar Kur’ân-ı kerim ezberleyen kimsenin, boş zamanlarında daha oldukca ezberlemesi, nafile namaz kılmasından daha oldukca sevap olur. İbadetlerinde ve günlük işlerinde lazım olan fıkıh bilgilerini öğrenmesi ise, bundan daha oldukca sevap olur. Lüzumundan fazla fıkıh bilgilerini öğrenmek de, nafile ibadetlerden daha sevaptır. Lüzumundan fazla fıkıh bilgisi öğrenirken, tasavvuf bilgilerini ve hakîmlerin, doğrusu Allahü teâlâya arif olanların sözlerini ve hal tercümelerini öğrenmesi de müstehab olur. Bu tarz şeyleri okumak, kalpte ihlası arttırır. Fıkıh bilgilerini, derin âlimler, âyet-i kerimelerden ve hadîs-i şeriflerden çıkarmışlardır. Bunlar, sadece fıkıh kitaplarından ve fıkıh âlimlerinden öğrenilir.”

Görülüyor ki, tefsir okumak farz-ı kifayedir. Fıkıh kitapları varken, din bilgilerini tefsirlerden öğrenmeye kalkışmak, nafile yakarma olur. Farz-ı ayın olan fıkıh kitaplarını okumayı bırakıp, nafile olan tefsir okumak, caiz değildir. Aslına bakarsanız, bizim şeklinde cahillerin, tefsir ve hadis kitaplarından fıkıh bilgisi öğrenmesi imkansızdır. Cehenneme gidecekleri bildirilen yetmişiki fırkanın âlimleri, tefsirlerden yanlış mana anladıkları için, sapıttılar. Âlimler sapıtınca, bizim şeklinde cahillerin tefsirden ne anlayabileceğimizi düşünmeliyiz! Doğru yazılmış tefsirleri okuyan cahiller, bu şekilde felakete düşerse, Mehmet Abduh, Ömer Rıza ve Seyit Kutup şeklinde dinde reformcuların tefsir adındaki kitaplarını okuyan acaba ne olur?

Fıkh âlimleri yedi tabakadır
Sual: Müctehidlerin, fıkıh âlimlerinin hepsi aynı derecede midir yoksa bunların da kendi aralarında dereceleri var mıdır?
Yanıt:
Fıkıh âlimleri yedi tabakadır. Kemal Paşazâde Ahmed bin Süleyman Efendi, Vakfunniyyât kitâbında bu yedi dereceyi şu şekilde konu alıyor:
1- İslâmiyette mutlak müctehid olan âlimlerdir. Bunlar Edille-i erbe’adan, dört kaynaktan yargı çıkarmak için, üsul ve kaideler kurmuşlar ve koydukları esaslara bakılırsa, ahkam, yargı çıkarmışlardır. Dört mezhep imamı bunlardandır.

2- Mezhebde müctehidlerdir. Bunlar, mezhep imamının koyduğu kaidelere uyarak, dört delilden ahkam, yargı çıkaran imam-ı Ebu Yusuf, imam-ı Muhammed ve benzerleridir.

3- Meselelerde müctehid olanlardır. Bunlar, mezhep imamının bildirmediği meseleler için, mezhebin usul ve kaidelerine bakılırsa ahkam, yargı çıkarırlarsa da, mezheb imamına uygun çıkarmaları şarttır. Tahâvî, Hassâf Ahmed bin Ömer, Abdullah bin Hüseyin Kerhî, Şems-ül-eimme Halvânî, Şemsül-eimme Serahsî, Fahrül islâm Alî bin Muhammed Pezdevî, Kâdîhân Hasen bin Mensûr Fergânî ve benzerleri şeklinde.

4- Eshab-ı tahric, ictihad derecesinde olmayıp, müctehidlerin çıkardığı, kısa, kapalı bir hükmü açıklayan âlimlerdir. Ahmed bin Alî bin Ebî Bekr Râzî bunlardandır.

5- Erbab-ı tercih, müctehidlerden gelen birkaç rivayet arasından birini tercih ederler. Ebülhasen Kudûrî, Hidâye sahibi Burhâneddîn Alî Mergınânî şeklinde.

6- Mukallitler olup, bir sorun hakkında gelen çeşitli haberleri, kuvvetlerine bakılırsa sıralayıp yazmışlardır. Kitaplarında reddedilen rivayetler yoktur. Kenz-üd-dekâık sahibi Ebülberekât Abdullah bin Ahmed Nesefî ve Muhtâr sahibi Abdullah bin Mahmut Mûsulî, Vikâye sahibi Burhânüşşerî’a Mahmûd bin Sadrüşşerî’a Ubeydüllah ve Mecma’ul-bahreyn sahibi İbnüssâ’âtî Ahmed bin Alî Bağdâdî bunlardandır.

7- Zayıf haberleri, kuvvetlilerinden ayıramayan mukallitlerdir. Bunlar okuduklarını iyi anladıkları ve anlamış olmayan mukallitlere açıkladıkları için, fıkıh âlimlerinden sayılmışlardır.

Dinin temel direği, fıkıhtır
Sual: Dinimizi doğru öğrenebilmek için, İslâmi ilimler içinde, bir Müslüman için en kıymetli ve en lüzumlu ilim hangisidir?
Yanıt:
Tefsir, hadis ve kelam ilimlerinden sonrasında, en şerefli ilim fıkıh ilmidir. Fıkıh bilgisi okumak, geceleri nafile namaz kılmaktan daha sevaptır. Alimlerden okumak da, yalnız okumaktan daha sevaptır. Fıkıh ilminin şerefini bildiren hadîs-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ bir kuluna iyilik etmek isterse, onu dinde fakih yapar.)

(Bir kimse fakih olursa, Allahü teâlâ, onun özlemiş olduğu şeyleri ve rızkını, ummadığı yerlerden gönderir.)

(Allahü teâlânın en üstün söylediği kimse, dinde fakih olan kimsedir.) İmâm-ı a’zam Ebû Hanife hazretlerinin üstünlüğünü göstermeye, yalnız bu hadîs-i şerif yetişir.

(Şeytana karşı bir fakih, bin âbidden, yakarma oldukca yapandan daha kuvvetlidir.)

(Her şeyin dayandığı bir direk vardır. Dinin temel direği, fıkıh bilgisidir.)

(İbadetlerin efdali, en kıymetlisi, fıkıh öğrenmek ve öğretmektir.)

İmam-ı Mâlik hazretleri buyuruyor ki:
“Fıkıh öğrenmeyip, tasavvuf ile uğraşan, dinden çıkar, Zındık olur. Fıkıh öğrenip tasavvuftan haberi olmayan Bidat sahibi doğrusu sapık olur. Her ikisini edinen, hakikate varır.”

Fıkıh alimlerinin dereceleri
Sual: Kur’an-ı kerimden yargı çıkaran müctehid alimlerin hepsi aynı mıdır yoksa bunların da belli dereceleri var mıdır?
Yanıt:
Bu mevzuda İbni Âbidîn, Mecmû’a-i Zühdiyye ve Vakfunniyyât kitaplarında buyuruluyor ki:
“Fıkıh alimleri yedi katman, yedi derecedir. En yüksek derecesi, ahkam-ı islâmiyede müctehid olanlardır. Bunlara mutlak müctehid denir. Dört mezhep imamları böyledir.

İkinci katman, mezhepte müctehid denilen büyük alimlerdir. İmam-ı Ebu Yusuf, imam-ı Muhammed Şeybani ve imam-ı a’zam hazretlerinin öteki talebeleri böyledir. Bunlar, imam-ı a’zam Ebu Hanife hazretlerinin koymuş olduğu usul ve kaidelere uyarak, delillerden yargı çıkarırlar.

Üçüncü katman, meselelerde müctehid olan alimlerdir. Bunlar, ortaya yeni çıkan meselelerin hükümlerini bulurlar. Bunların bulmuş olduğu hükümlerin ilk iki tabakanın hükümlerine uygun olmaları lazımdır. Hassâf, Tahâvî, Kerhî, Şems-ül-eimme Halvânî, Şems-ül-eimme Serahsî, Pezdevî, Kâdîhân ve benzerleri olan derin alimler, üçüncü tabakadan müctehidlerdir. Bunlardan sonrasında olan tabakalardaki âlimler müctehid değildir. Mukalliddirler.

Dördüncü tabakadaki, Eshâb-ı tahrîc denilen alimler, ictihad yapamazlar. Mücmel, kısa bildirilmiş olup, iki türlü anlaşılabilen hükümleri açıklayarak, bir manasını seçen Ebû Bekir Ahmed Râzî bunlardandır.

Fıkıh alimlerinin beşinci tabakası, Eshâb-ı tercîhdir. Kendilerine gelmiş olan, çeşitli haberler arasından sahih, evla olanları seçerler. Kudûrî ve Hidâye sahibi Burhâneddîn Mergınânî bunlardandır.

Altıncı katman, Eshâb-ı temyîz olup, sağlam hükümleri zayıf olanlardan, zahir haberleri, ender haberlerden ayıran mukallid alimlerdir. Kenz, Muhtâr, İhtiyâr, Vikâye ve Mecma’ul-bahreyn kitaplarının sahipleri bunlardandır. Bunların kitaplarında zayıf rivayetler yoktur.

Yedinci katman, yukarıda bildirilen hizmetleri yapamayan, sadece önceki tabakaların kitaplarından doğru olarak nakil yapabilen, onları bildiren mukallidlerdir. Tahtâvî, İbni Âbidînin ve Dürr-ül-muhtâr sahibinin bunlardan olduğu, Mecmû’a-i Zühdiyyede yazılıdır.

Altıncı tabakadan alimler kıyamete kadar bulunacaklar, hakkı batıldan ayıracaklardır. (Ümmetimden hak suretiyle olan alimler, Kıyamete kadar bulunacaktır) hadîs-i şerifi, bunu haber vermektedir.”

Bir önceki yazımız olan Âlimlere nasıl tâbi olunur başlıklı makalemizde alimlere ve olunur hakkında bilgiler verilmektedir.

Kontrol Et

Şık ve güzel giyinmek

Sual: Zenginin eski elbise giymesi uygun mudur?CEVAP Resulullah efendimiz, eski elbiseli birine, (Malın yok mu?) …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.