Anasayfa » Dinimiz ve bâtıl dinleR>Dinimiz » Dinimizle ilgili çeşitli sorular

Dinimizle ilgili çeşitli sorular

Sual: İslam’ın beş şartı, ne vakit farz oldu?
CEVAP
Şu zamanlarda oldu:
1- Kelime-i şehadet: Müslümanlığın başlangıcında farz oldu. Beş şarttan ilk farz olan budur.
2- Beş zaman namaz: Hicretten bir yıl ilkin mirac gecesinde farz oldu.
3- Ramazan-ı şerif orucu: Hicretin ikinci senesinde, Şaban ayında farz oldu.
4- Zekât vermek: Orucun farz olduğu yıl, Ramazan ayında farz oldu.
5- Hac: Hicretin dokuzuncu senesinde farz oldu.

Dört temel hadis-i şerif
Sual:
İslamiyet’in temelini bildiren dört hadis-i şerif hangisidir?
CEVAP
İslamiyet’in dört temeli, şu dört hadis-i şerifle bildirilmiştir:
1- (Ameller niyetlere göredir.) [Buhari]

2- (Helal ve haram meydandadır.) [Ebu Davud]

3- (Davacının tanık göstermesi ve davalının yemin etmesi lazımdır.) [Tirmizi]

4- (Kendi için istediğini, din kardeşi için de istemeyen, imanı kâmil olmaz.) [Ebu Davud]

Bu hadis-i şeriften birincisi yakarma bilgilerinin, ikincisi muamelat bilgilerinin, üçüncüsü hakkaniyet bilgilerinin, dördüncüsü de terbiye bilgilerinin temelidir. (H.L.O. İman)

Sual: Müslümanlık ulaşmadan önce, o zamanki insanoğlu, bakamayız diyerek yoksulluk sebebiyle çocuklarını öldürüyorlarmış. Kız çocuklarını da diri diri gömüyorlarmış. İslamiyet ulaşınca bu durumu yasaklamış mıdır? Yasaklamışsa bu konudaki âyet ve hadisler nedir?
CEVAP
Bu konudaki bir âyet-i kerime meali:
(Çocuklarınızı yoksulluk korkusuyla, geçim endişesiyle öldürmeyin. Onların da, sizin de rızkınızı biz veririz. Onları öldürmek normal olarak oldukca büyük bir günahtır.) [İsra 31]

Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Allahü teâlâ, ana babayı üzmeyi, kız çocuklarını diri diri gömmeyi, dilenmeyi haram kıldı. Dedikoduyu, oldukca sual sormayı ve malı israf etmeyi çirkin buldu.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud]

Sual: Yabancılar, müslümanlıkta sevginin olmadığını, sevgi hakkında Kur’anda hiçbir âyet bulunmadığını söylüyorlar. Bu hususta data verir misiniz?
CEVAP
Müslümanlık, sevgi, kardeşlik, af, mağfiret ve güzel terbiye dinidir. Kur’an-ı kerim, hadis-i şerifler ve İslam zamanı bunun sayısız örnekleriyle doludur.

Sevgi ile alakalı sayısız âyet-i kerimelerden birkaçı mealen şöyleki:
Allahü teâlâ şunları sever:
(İyilik edenleri sever.) [Bekara 195]

(Sabredenleri sever.) [A.İmran 146]

(İhsan edenleri sever.) [A.İmran 134]

(Hakkaniyet edenleri sever.) [Maide 42]

Allahü teâlâ şunları sevmez:
(Zalimleri sevmez.) [A. İmran 57]

(Fesatçıları sevmez.) [Maide 64]

(İsraf edenleri sevmez.) [Enam 141]

(Kibirlenenleri sevmez.) [Nahl 23]

(Çirkin sözün açıklanmasını sevmez.) [Nisa 148]

Hadis-i şeriflerde sevgi

(Kendi için sevdiğini arkadaşı için sevmeyen, mümin olması imkansız.) [Buhari]

(Tanrı indinde en sevgili kimseler, ahlakça en güzel olanlardır. Bunlar, başkaları ile ülfet ederler, kendileri ile de kolayca ülfet olunur. Allahü teâlânın sevmediği kimseler ise, söz taşıyanlar, kusur araştıranlar, iki kişinin arasını açanlardır.) [Hatib]

(İyiliği, iyilik edeni sevin! ) [Ebuşşeyh]

(Tanrı tektir, teke riayet edeni sever.) [Beyheki]

(Allahü teâlâ, komşusuna ve zimmilere zulmedeni sevmez.) [Deylemi]

(Allahü teâlâyı seven haya sahibi olur.) [Ramuz]

(Mümin olmadıkça Cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de mümin olamazsınız.) [Müslim]

(Aşık olup, sevgisini gizleyen ve iffetini muhafaza eden, şehit olarak ölür.) [Hatib]

(Seven sevilmiş olduğu ile beraberdir.) [Buhari]

Hazret-i Âdem’e secde
Sual:
Tanrı’tan başkasına secde edilmediğine nazaran, Allahü teâlâ, Hazret-i Âdem’e secde edilmesini niçin emretmiştir?
CEVAP
Allahü teâlânın Âdem’e secde edin emri, Âdem’e doğru secde edin anlamına gelir. Iyi mi biz, Kâbe için değil de, Kâbe istikametine secde ediyorsak, melekler de Âdem aleyhisselama doğru secde ettiler. Fakat İblis secde etmedi. Oysa İblis, daha ilkin hep secde ederdi. Kendini Hazret-i Âdem’den üstün görmüş olduğu için ona doğru secde etmedi. (Mektubat-ı Rabbani)

Âdem aleyhisselamdan, İbrahim aleyhisselama kadar, selamlaşma, birbirine secde etmekle olurdu. Sonrasında, bunun yerine boynuna sarılmakla oldu. Muhammed aleyhisselam zamanında, el ile müsafeha sünnet oldu.

Araplar ve bedeviler
Sual:
Tevbe suresinin 97. âyetinde, (A’rabiler [bedeviler] sövgü ve nifakta daha beter) deniyor. Bunun açıklaması nasıldır?
CEVAP
Tefsirlerde, A’rab kelimesi, bedevi olarak geçmektedir. Kâdı Beydavi tefsirinde, bu âyetin açıklamasında buyuruluyor ki:
Şehirden uzak, çölde yaşayan bedeviler, sövgü ve nifak yönünden kent halkından daha ileridedir. Bedevilerin kent medeniyetinden uzak kalışları, kalblerinin kasvetli oluşu, ilim ehli ile azca görüşmeleri, kitap ve sünneti azca bilmeleri sebebiyle onlar bu duruma düşmüşlerdir.

Bu tefsirin Şeyhzâde haşiyesinde de şöyleki buyuruluyor:
Buradaki A’rab kelimesi Arap milleti değildir. A’rab kent haricinde, çölde yaşayan bâdiye halkıdır. (Arabı sevmek imandandır) hadis-i şerifi, A’rabi ile Arabın değişik olduğuna delildir. Zira Arap övülüyor, A’rab ise kötüleniyor. A’rabiler, kısaca bedeviler, terbiye altına girmek istemeyen, isyankâr ve kalbleri kararmış yırtıcı kimselerdir. İlim ehli ile görüşmezler, Tanrı’ın kitabını, Resulullahın kalblere şifa veren sözlerini dinlemezler. Bunlar, normal olarak sabah akşam ilim ve hikmet ehlinin ve Resulullahın sohbetini dinleyenlerle aynı olması imkansız. Şehirde yaşayanla bâdiyede yaşayan arasındaki fark, dağda yetişen meyve ile bahçede [tekniğe uygun olarak] yetiştirilen meyveye benzer. (2/448)

Bedevilerin Müslümanları da normal olarak vardır. Fakat yargı ekseriyete nazaran verilir. (Bu âyet-i kerimedeki A’rabilerden maksat, Müslümanların içinde yetişen mürtedler ve münafıklardır. Bunların kâfirlik ve nifakları, öteki kâfirlerden daha şiddetlidir) diyen âlimler de olmuştur.

Sual: İslam rahat olmaya kafi mi?
CEVAP
Normal olarak.
Yetmez diyen, hâşâ, noksan göndermiş diye Allahü teâlâya kusur isnat etmiş olur. İslam’a tam uyan tam rahat olur. İslamiyet, insanların dünya ve ahiret saadetine kavuşmaları için kayra edilmiştir. Fakat insanoğlunun itikadda ve amelde noksanı olursa huzursuz olabilir.

Sual: Hristiyanın mürtedi ile müslümanın mürtedi aynı mıdır?
CEVAP
Hayır, kâfirlerin hepsi bir dinden sayılır.

Sual: Müslümanlığın gayesi nedir?
CEVAP
İslam dininin gayesi, (Dini, aklı, nesli, bedeni ve malı korumak) olarak bildirilmiştir.

Bu beş esasın gayesi de, imanı muhafaza ederek Müslüman olarak ölmektir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Müslüman olarak can veriniz!) [Âl-i İmran 102]

Sual: Bilmeden İslamiyet’e uygun yaşayan, dünyada yararını görür mü?
CEVAP
Evet. Allahü teâlâ, kullarına oldukca acıdığı için, rahat ve mutluluk menbaı olan dinlerini gönderdi. Dinlerin sonuncusu İslam dinidir. Öteki dinler, fena insanoğlu tarafınca değiştirildi. Müslüman olsun, kâfir olsun, herhangi bir insan, bilerek yada bilmeyerek İslamiyet’e uygun yaşarsa, dünyada asla sorun çekmez. Rahat ve sevinç içinde yaşar. Avrupa’da ve ABD’da İslamiyet’e uygun çalışan kâfirler böyledir. Fakat, kâfirlere ahirette asla sevap ve mükafat verilmez. Bu şekilde çalışan, eğer müslüman ise, ahirette de sonsuz saadete kavuşacaktır.

Sual: Şemsi ve Kameri yıl başlangıcı neye nazaran oldu?
CEVAP
Peygamber efendimiz 622 senesinde Mekke’den Medine şehrine hicret eyledi. Eylül ayının yirminci pazartesi günü, Medine’nin Kuba köyüne geldi. Bu tarih müslümanlar için Şemsi yılbaşı oldu. O senenin Muharrem ayının birinci günü de, Kameri yılbaşı oldu.

Kiliseye gitmek
Sual:
Dolaşmak için, kiliseye gitmekte, sakınca var mıdır?
CEVAP
İbni Abidin hazretleri, (Kilisede şeytanlar toplanır) buyuruyor. (Redd-ül-muhtar)

Bir gereksinim olmadan, şeytanların toplandığı yere gidilmez. Hele, oradaki âyinlere katılmak ve papazdan yakarış etmesini istemek, asla caiz olmaz. Onların âyinlerini beğenmek ise sövgü olur.

Sual: Mısır’daki firavunların mezarlarını, merak edildiğinde, müze gezer şeklinde gidip gezmekte bir sakınca var mıdır?
CEVAP
Caizdir.

“Muhakkak kurtuldu” ne demek?
Sual:
Âyet ve hadislerde (Şunu meydana getiren kurtuldu) şeklinde mazi fiili, kısaca geçmiş vakit ifadeleri kullanılıyor. Kurtulma işi, gelecekte kısaca âhirette olmayacak mı?
CEVAP
Tanrı indinde vakit yoktur. Bir de bir şey muhakkak olacaksa, onu olmuş bilmek gerekir. Allahü teâlâ (Kurtuldu) diyorsa, o iş kesindir, ne olursa olsun olacak anlamına gelir. Kur’an-ı kerimde (Kad eflaha=Muhakkak kurtuldu) ifadesi geçen iki âyet-i kerime meali:
(Müminler, muhakkak kurtuldu.) [Müminun 1]

(Nefsini tezkiye eden kurtuldu.) [Şems 9]

Tezkiye, günahtan, küfürden temizlenmek anlamına gelir. Demek ki günahtan, küfürden temizlenen kimse muhakkak kurtulmuştur. Üç hadis-i şerif:
(Susan kurtuldu.) [İ. Ahmed]

(Kıyamette ilk sual, namazdan olacaktır. Namazı doğru kılan kurtuldu.) [Tirmizî]

(Men terekes-salâte müteammiden fekad kefere=Namazı kasten terk eden kâfir oldu.) [Taberânî]

Hanefî mezhebinde, namaz kılmayana kâfir denmez. Hanefî âlimleri, bu hadis-i şerifi, (Namaz kılmayan kimse, zaman içinde namaza ehemmiyet vermez, ehemmiyet vermeyince de, imanını kaybedip kâfir olur) diye açıklamışlardır.

Tanrı isteyene verir
Sual:
(Tanrı, bilimsel isteyene, malı istediğine verir) deniyor. Malı da, ilim şeklinde isteyene vermez mi? İstemediği hâlde verdiği de olmaz mı?
CEVAP
Evet, ilim şeklinde, malı da isteyene verir. İstemediği hâlde verdiği de olur. İki âyet-i kerime meali:
(İsteyene âhiret nimetlerini, isteyene de dünya nimetlerini veririz.) [Şura 20]

(Yalnız dünya için yaşamak, eğlenmek isteyenlerin çalışmalarının karşılığını, hiçbir şey esirgemeden [sağlık, mal, para, makam, şöhret gibi] kucak kucak veririz. Bunlara âhirette yalnız Cehennem ateşi vardır. Emekleri boşa gider.) [Hud 15, 16]

İstemek, sebebe yapışmak, kısaca çalışmak gerekir. Allahü teâlâ, dünya nimetlerine ve âhiret nimetlerine kavuşmak için çalışanlara, dilediklerini vereceğini vâdediyor. (Müslüman olmasa da, dünya nimetlerini çalışan her insana veririm) buyuruyor. O hâlde, ilim olsun, mal olsun, çalışan karşılığına kavuşur. Fetih sûresinin son âyet-i kerimesinde, Allahü teâlâ, inanıp iyi işler yapanlara büyük mükâfat vereceğini bildiriyor. Bir kimse, bilerek istemediği hâlde, ona hidayet verebilir, mal verebilir, makam verebilir. Allahü teâlânın (Her isteyene veririm) buyurması adalettir. (İstediğime veririm) buyurması da ihsandır.

Günü değerlendirmek
Sual: Bir günü değerlendirmek için ne yapmalı?
CEVAP
İmam-ı Gazâlî hazretleri buyuruyor ki: Ecel ulaşınca, bigün izin istense de, ele geçmez. Bugün, bu nimet elimizdedir. Bugün, ecelin geldiğini, şimdi, o günde bulunduğunu, sana bigün izin verildiğini farz et! O hâlde, bugünü elden kaçırmaktan, bununla, ebedî saadete kavuşmamaktan daha büyük ziyan olur mu?

Adevîye Hatun, sabah uyanınca (Bugün öleceğim gündür) der, akşama kadar günahlardan kaçar, ibadetlerini yapardı. Akşam olunca da, (Bu gece, öleceğim gecedir) der geceyi de değerlendirirdi.

Farzları öğrenmek farzdır
Sual: Ailesi dönme olan bir hoca, (32 Farz, 54 Farz diye bir şey yoktur. Bu farzlar bid’attir, dine düşmanlık için çıkarılmıştır) diyor. Farzları öğrenmenin dine düşmanlıkla ne ilgisi var?
CEVAP
Dönmelerin içinde samimi dönenler azdır. 360 aşama dönenlerine crypto [kripto] da deniyor. Bunlar, takıyye yapmış olup, kısaca inançlarını gizleyip, İslam âlimlerini, dolayısıyla İslamiyet’i kötülemek için bu şekilde saldırılarda bulunuyorlar. Bid’at, dinde olmayan bir şeyi din diye ortaya çıkarmaktır. Farzlar, sonradan çıkarılmış bir şey değil ki bid’at olsun. Kolay öğrenilmesi için tasnif edilmiş. Dinde değişim yok. Hele, (Dine düşmanlık) demek, bunu meydana çıkaran Ehl-i sünnet âlimlerine yapılmış oldukca çirkin bir hakarettir.

Tâbiîn’in en büyüklerinden, Eshab-ı kiramı görmekle şereflenen Ehl-i sünnet âlimi, fakîh, zâhid ve mücahid bir zat olan Hasan-i Basrî hazretlerinin, (Risale-i Erbaa ve Hamsin Fariza) isminde eseri, 54 farzın önemini özetleyen bir risaledir.

Hanefî âlimleri, namazın 12, abdestin 4, guslün 3, teyemmümün 2 yada 3 farzı bulunduğunu, İmanın şartının 6, İslam’ın şartının da 5 bulunduğunu bildirmişlerdir. Bunların hepsi 32 farz etmektedir. 32 farzın önemi hakkında birçok kitap yazılmıştır. Örneğin Mızraklı İlmihâl’de, bu husus güzel açıklanmaktadır.

Bunlara orucun ve haccın farzları da ilave edilse, bid’at yada dine düşmanlık mı olur? Kriptoların bu şekilde iddialarına saygınlık etmemelidir.
[Kripto; dînî ve siyâsî inancını gizleyen, Müslüman, hattâ dindar görünüp, takıyye meydana getiren hain kimse kısaca münafık anlamına gelir.]

Midyeyi kabuğu ile yiyecek
Sual:
İçkici biri, namaz kılan Müslümanları kastederek, (Bunlar midyeyi kabuğuyla bölgeler. Kul hakkından korkmazlar, hep yolsuzluk yaparlar) diyor. Bu sarhoş adam, namaz kılan Müslümanları kendi şeklinde Tanrı’tan korkmaz mı sanıyor?
CEVAP
Namaz kılmayan ve içki içen kimse, Tanrı’tan korkmaz. Günahtan korkmayınca kul hakkına girmekten, yolsuzluk yapmaktan asla çekinmez. Çekinmesi için bir sebep de yoktur. Eğer çekinse, kısaca Tanrı’tan korksa, namaz kılar ve içki içmez. Onun günah işlemesine mâni olacak hiçbir sebep yoktur. Fakat namaz kılan sâlih Müslüman, Tanrı’tan korkmuş olduğu için namaz kılar, namaz kılmamanın oldukca büyük günah bulunduğunu bilir. Tanrı’tan korkmuş olduğu için içki içmez. İçkinin günah bulunduğunu da bilir. Bu şekilde bir Müslüman kul hakkını ve yolsuzluğun günah bulunduğunu asla bilmez mi?

Genel anlamda namaz kılmayıp içki içen, Tanrı’tan korkmadığı için, hiçbir günahtan çekinmez. Herkesi de kendisi şeklinde zanneder. Deveyi havuduyla yutar, paraları da, soruları da çalar, Müslümana da balçık atar. Bunun istisnası olsa da azdır.

Hem dini bilmez, hem ahkâm keser. Yenmesi caiz olmayan midye örneğini vermesi bunu göstermektedir. Başka biri de, (Ben daima evimden sağ ayakla çıkarım) demişti. Heladan, meyhane şeklinde yerlerden sağ ayakla çıkılır, Müslümanın evinden çıkarken sol ayakla çıkılır. Ya evi Müslüman evi değil ki sağ ayakla çıkıyor yada sol ayakla çıkılacağını bilmiyor. Her ikisi de kötüdür.

İslamiyet sevgi dinidir
Sual: Hristiyan bir tanıdık, Kur’anda geçen azap âyetlerini ve Cehennem kelimelerini teker teker saymış. Bunlar oldukca olduğundan Müslümanlığın sevgiden uzak bulunduğunu söylemiş oldu. Cehennem kelimesi ve azap âyetleri niye çoktur?
CEVAP
Azap âyetleri ile, (Şu günahları işlerseniz Cehenneme gidersiniz) şeklinde ifadelerin oldukca olması, Allahü teâlânın merhametinin oldukca olmasından dolayıdır. İnsanları sevmesi ve merhameti o denli oldukca ki, (Aman Cehenneme düşmeyin, Cehennemin azabı oldukca şiddetlidir) diye hep yine ediyor. Oldukca yine etmesi merhametinin çokluğundandır. Yoksa bir kere denirdi. Aynı şeylerin hep yine edilmesi, (Akıllı olun, kendinize zulmetmeyin, yoksa Cehenneme gidersiniz) anlamında bir ikazdır.

Bir anne, oldukca sevilmiş olduğu çocuğuna da bu şekilde ikazlarda bulunur. (Aman evladım şunu yapma, şuraya gitme. Çukura düşersin. Elindeki bıçakla oynama, bir yerini kesersin. Fena insanlarla gezme, uyuşturucuya alışırsın. Denizde fazla açılma, boğulursun. Köpekle oynama, hastalık bulaşır) der. Ufak çocuğuna da, (Şunu yapma döverim ha, o pistir, ona dokunma) şeklinde sözler söylemesi, çocuğuna olan merhametinden, şefkatinden dolayıdır. Çocuğuna zarar gelecek diye korkmaktadır. Evladı uyarma etmemek, başıboş bırakmak ona fenalık olur. Allahü teâlâ da, yanlış işlere düşmememiz için sık sık bizi uyarma ediyor. Bu ikazların çokluğu, İslamiyet’in sevgi dini bulunduğunu gösterir. Bir de Müslümanlıkta işlenen günahların iyi mi affolacağının yolu da gösteriliyor. (Nefsinize, şeytana uyup günah işlemişseniz, namaz kılar, oruç meblağ ve dinin öteki emirlerini yerine getirirseniz günahlarınız affolur, Cennete girersiniz) deniyor. Bundan daha iyisi olmaz. Özgür, başıboş bırakmak, iyilik değil, fenalık olur.

Oylamaya katılmak gerekir mi?
Sual: Dünya tarihinin en mühim 100 lideri diye oylama yapılıyor. Peygamber efendimizin kazanması için oy vermek gerekir mi?
CEVAP
Hayır, oy vermek gerekmez. Aksine Müslümanlar asla oy kullanmamalı. Oy kullanmamakla, bu şekilde bir şeyin yanlış bulunduğunu göstermeli. Oylamada başkası kazanırsa, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber efendimizden hâşâ üstün mü olacak? Peygamber efendimizi, başka insanlarla kıyaslamak, bunun için oylama yapmak asla caiz olmaz.

Başka bigün de, (Tanrı var mı?) diye oylama yapsalar, çoğunluk yok dese, hâşâ doğrusu o mu olacak? İyi fena, doğru yanlış, oy çokluğu ile iyi mi tespit edilir? Kötülerin başat olduğu çoğunluğa uymak yanlış olur. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Yeryüzündeki insanların çoğuna uyarsan, seni Tanrı yolundan saptırırlar.) [Enam 116]

Her insana Lâzım Olan İman kitabında, (ABD’da, en büyük insan yarışmasında, en oldukca oy alan Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem” olmuştur) deniyor. Burada, kâfirlerin bile Peygamber efendimizi, takdir ettikleri anlatılıyor. Yoksa (Müslümanlar bu şekilde bir oylamaya katılmalı) denmiyor. Onlar ne yaparsa yapsın, Müslümanlar, bu şekilde anketlere katılmamalı ve oy vermesi için asla kimseyi teşvik de etmemelidir.

Dine uymak din istismarı mı?
Sual: Batı hayranı biri diyor ki:
(Biz tesettüre karşı değiliz, fakat kapalı gezen bayanlar, dînî siyasete alet ediyorlar. Dînî ve dînî değerleri prim toplamak için kullanıyorlar. Namaza da karşı değiliz, fakat namaz kılanlar, din istismarı yapmış olup, dinden prim toplamaya çalışıyorlar. Hacca da karşı değiliz. Fakat hacca gidip kendilerine hacı baba, hacı amca dedirtiyorlar, böylece dini istismar edip prim kazanmaya çalışıyorlar. Biz Abdülkadir-i Geylânî ve öteki zatlara karşı değiliz, fakat onları istismar edenlere, ölülerinden yardım bekleyenlere karşıyız. Onlardan himmet geliyor diye, onları putlaştırıyorlar. Böylece istismardan prim topluyorlar. Ölü yardım edemez, Tanrı’tan istemeli.)
Bu kimse, dinin emrine uymayı din istismarı olarak mı görüyor?
CEVAP
Dinin emrine uymayı bir tek din istismarı olarak görmekle kalmıyor, din istismarcılığı olarak da suçluyor. Hangi mevzuda olursa olsun, dine uyanların dini istismar ettiklerini, prim topladıklarını söylemek art niyetli olmaktır. Meydana getirilen şey, maddî bir çıkar için yapılıyorsa, sadece o vakit din istismarından bahsedilebilir. Namaz kılan, oruç tutan kimselerin bir çıkar için art niyetle yapmış olduğu iyi mi söylenir? Her tesettürlüye, namaz kılana yada hacca giden her insana dini istismar ediyor denir mi? Gayrimüslimlerde olduğu şeklinde, içimizdeki batı hayranlarında da bir İslamofobi var. Müslümanın yapmış olduğu her ibadette bir art niyet aranır mı?

Vefat etmiş evliya zatları araç kılarak Allahü teâlâdan yardım istemenin dine aykırı bir yönü yoktur. Bu kimse, Vehhâbîlerden etkilenmiş olabilir. Onlar tasavvufa, kısaca evliyalığa düşman oldukları için keramete inanmazlar. Evliya zatları put kabul ederler. Bir de, (Senin ölmüş evliyadan istediğin oldu mu? Falanca arkadaşını hapisten çıkarabildin mi? Ölü olduğundan yardım edemedi) diyorlar. Allahü teâlâya yakarış edince de, gene dost hapisten çıkmıyor. Hâşâ Tanrı diri değil mi? Demek ki duamızın kabul edilmemesinin bir sebebi vardır. Büyük zatları vesile kılıp yakarış edince, duamız kabul olmamışsa, bunun da bir sebebi vardır. Vefat etmiş evliya zata yardım ettiren de, gene Allahü teâlâdır. Allahü teâlânın izni olmadan kimse, hiç kimseye yardım ve şefaat edemez.

Kâfire de farz var mı?
Sual: Kitaplarda, (Şunları yapmak her insana farzdır) deniyor. Hepimiz denince bir fark yapılmamış oluyor. Buna, hanım adam, varlıklı fukara, mümin kâfir hepimiz dâhil mi?
CEVAP
Bunlar mevzusuna göre farklılık gösterir, dâhil olduğu yer olur, dâhil olmadığı yer olur. Örneğin, (Günahlarına tevbe etmek, her insana farzdır) denince, hanım adam, varlıklı fukara her Müslüman anlaşılır, kâfir anlaşılmaz. Hanefî’de, kâfire inanç etmekten başka farz yoktur. Hiçbir yakarma ona farz değildir. Hiçbir günahtan görevli olmaz. Âhirette niye namaz kılmadın, niye oruç tutmadın denmez. Bir tek (Niye inanmadın?) diye sorulur. Müslümana ise, hayata geçirmeye zorunlu olduğu her yakarma sorulur. Fukara Müslümana, (Niye zekât vermedin?) diye sorulmaz.

(Kâinattaki hesaplı nizama bakmak ve bunlardaki incelikleri düşünmek, her insana farzdır) denince, hepimiz kelimesinin içine aklı olmayanlar girmez. Fakat kâfirler girer. Şundan dolayı kâfirden inanç etmesi isteniyor. Örneğin gökler direksiz duruyor, Güneş asırlardır ısı ve ışık veriyor, Ay ve gezegenler dönüyor. Bunların kendiliğinden olmadığını düşünmek gerekir. Bunu düşünmek de bir yaratıcıya inanmaya götürür. Bu bakımdan buradaki (Her insana farzdır) ifadesinin içine kâfirler de girer.

İmanlıya değişik hitap
Sual: Allahü teâlânın, mümine ve kâfire hitabı ve farz etmiş olduğu şeyler değişik mıdır?
CEVAP
Evet, hitabı da değişik, farz etmiş olduğu şeyler de farklıdır. Mümine, amel ve ibadeti, kâfire de inanç etmesini emrediyor. Münafıklara da ikiyüzlü olmaktan vazgeçmelerini, inanç edip ihlâslı olmalarını emrediyor. Kısaca mümine ibadeti, kâfire imanı, münafığa da imanı ve ihlâsı farz etmiştir.

Müminlere ameli emreden iki âyet-i kerime meali:
(Ey inanç edenler, Kıyamet ulaşmadan önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın!) [Bekara 254]

(Ey inanç edenler, yaptığınız hayırlarınızı başa kakmak ve incitmek sûretiyle boşa çıkarmayın!) [Bekara 264]

Kâfirlere inanç etmeyi, Tanrı’ın varlığına inanmayı bildiren iki âyet-i kerime meali:
(Ey kâfirler, Tanrı’ı bırakıp da taptığınız putlar sizin şeklinde yaratıktır. [Putların ilahlığı hakkındaki davanızda] doğru iseniz [putlara ve kendinize güveniyorsanız], onları çağırın da, size yanıt versinler [ihtiyaçlarınızı görsünler, size yardım etsinler!]) [Araf 194]

(Ey kâfirler, ölü iken sizi diriltti, sonrasında öldürecek sonrasında yine diriltecek ve sonunda O’na döneceksiniz. [Orada hesaba çekileceksiniz.] Öyleyken Tanrı’ı iyi mi inkâr edersiniz?) [Bekara 28]

İkinci dirilme kabirde olacaktır. İmam-ı Nesefî de bu âyetin mezar azabı ve nimetine işaret ettiğini bildirmiştir. (Tefsir-i Şeyhzade)

Münafıkların ikiyüzlü oldukları hakkında iki âyet-i kerime:
(Bu münafıklar, müminlerle karşılaşınca, “Ikimiz de inanç ettik” derler. Hâlbuki şeytanlarıyla [Kendilerini aldatan liderleriyle, elebaşlarıyla] birlikte iken, “Biz sizdeniz, biz inananlarla alay ediyoruz” derler.) [Bekara 14]

(Münafıklar, [Kalblerindeki küfrü gizleyip imanlı görünerek] Tanrı’a hile hayata geçirmeye, oyun oynamaya kalkışıyorlar; hâlbuki Tanrı, onların oyunlarını başlarına geçirir.) [Nisa142]

Gâvura kızıp oruç yiyecek
Sual: Emekli bir asker, (Beni dinci diye bir üst rütbeye terfi ettirmeden emekli ettiler. Evet dinciliğim vardı, fakat namaz kılmayı öğrettiğim bir dostum, Mustafa Kemal’e meydana getirilen hakarete inandığını söyleyince, ona kızıp namazı bıraktım) diyor. Birine meydana getirilen hakaretle, namazı terk etmek yanlış değil mi?
CEVAP
Emeklinin yapmış olduğu çocukça bir şeydir. Ben çocukken, anneme, (Bana şeker vermezsen namaz kılmam ha!) derdim. Sanki namazı annem için kılıyormuşum şeklinde. Biri, sevdiğimiz birine hakaret etse, namazı mı terk edeceğiz? Biz namazı Tanrı için mi kılıyoruz, yoksa bizlere hakaret eden insanoğlu için mi? (Gâvura kızıp oruç yiyecek) diye bir atasözü var. Başkalarına kızıp, namazı bırakmak yada orucu bozmak, başkasına kızıp intihar etmek şeklinde bir şeydir.

Türkçede -ci, -cü, -cı, -cu ekleri isim ve ödat üreten bir ektir. İsim olarak, sütçü, balıkçı, müzisyen şeklinde o işin ticaretini meydana getiren hiç kimseye denir. Ödat olarak pilavcı, esrarcı, yakıcı, yıkıcı, bölücü şeklinde kelimeler, o şeyi yiyene ve o işten zevk alana denir. Dinci ve İslamcı şeklinde kelimeler de bu tarz şeyleri çağrıştırıyor. Bunlar da sanki dini yiyip bitirmekten zevk alan yada onun ticaretini meydana getiren kimseler gibidir. Acaba emeklinin dinciliği de bu tarz bir olay mi ki?

Sual: Bir kimsenin, din, inanç bilgilerini öğrenmeden, mal, mülk, makam sahibi olmak için emek harcaması, dinimizce uygun mudur?
Yanıt: İmam-ı Gazâlî hazretleri, bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“İman edilecek şeyleri akla uydurmaya, beğendirmeye uğraşmak, cahillerle münakaşa edip, onların bozuk düşünceleri ile uğraşmak ve Kur’ân-ı kerimi öğrenmeden, namazı, abdesti, orucu, farzları, haramları bilmeden para kazanmaya kalkışmak, herkesten fazla varlıklı olmak için doktorluk, mühendislik, edebiyat, hukuk ilimleriyle uğraşmak, ömrü boş yere harcamak olur. Allahü teâlâya vallahi billahi ki, İsa aleyhisselamın hİncilinde okudum; bir kimseyi tabuta koyduktan mezara bırakıncaya kadar; Allahü teâlâ ona kırk sual soracaktır. Birincisi, (Ey kulum! Yaşadığın kadar hep dünya için süslendin, her insanın beğenmesi, saygı etmesi için birçok şeyler öğrendin. Benim emrettiğim şeyleri de öğrendin mi, istediklerimi yapmış olup, haram ettiklerimden kaçındın mı?)dır.”

İmanın sureti ve hakikati vardır
Sual: Din kitaplarında, imanın da, ibadetlerin de hem sureti hem de hakikati var deniyor. Bu ne anlamına gelir ve imanın, ibadetlerin suretine kavuşanlar da ahirette kurtulacak, Cennete girecek midir?

Yanıt: Mevzu ile ilgili olarak İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“İslam dininin bir sureti, bir de hakikati, aslı vardır. Sureti, ilkin inanç etmek, sonrasında, Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymaktır. İslam dininin suretine kavuşanların nefisleri inkâr ve isyan etmektedir. Bunların imanı, imanın suretidir. Kıldıkları namaz, namazın suretidir. Oruç ve başka ibadetleri de böyledir. Şundan dolayı nefis, insan varlığının temelidir. Hepimiz, ‘ben’ diyince, nefsini göstermektedir. İşte, bunların nefisleri inanç etmemiş, inanmamıştır. Bu şekilde kimselerin imanları ve ibadetleri hakiki, doğru olabilir mi? Allahü teâlâ, oldukca merhametli olduğundan, yalnız surete kavuşmayı kabul buyurmuştur. Bu tarz şeyleri, razı olduğu Cennetine sokacağını müjdelemiştir. Yalnız kalbin inanmasını kabul buyurması, nefsin inanmasını da koşul koşmaması, Onun büyük ihsanıdır. Evet, Aden nimetlerinin de, hem suretleri, hem hakikatleri vardır. İslam dininin suretine kavuşanlar, Cennetin suretinden hisse alacaklardır. Dünyada, İslâm dininin hakikatine kavuşanlar, Cennetin hakikatine kavuşacaklardır. Surete kavuşmuş olanlarla hakikate kavuşmuş olanlar, Cennetin aynı bir meyvesini yiyecek fakat, her biri başka tat alacaktır. İslam dininin suretine kavuşanlar, buna uydukları vakit, ahirette kurtulabileceklerdir. Buna uyanlar, umumi evliyalığa, kısaca Allahü teâlânın rızasına, sevgisine ermiş anlamına gelir. Bununla şereflenen, tasavvuf yoluna girebilecek, Vilâyet-i hâssa denilen özel evliyalığa kavuşabilecek kimse anlamına gelir. Bunlar, nefislerini itminana ulaştırabilirler. Şunu iyi bilmelidir ki, bu vilayette, kısaca İslâm dininin hakikatinde ilerleyebilmek için, İslâm dininin suretini elden bırakmamak lazımdır.”

Sual: Rabbimiz oldukca nimetler vermiş deniyor ve diyoruz da. Nimet diyince ne kastedilmekte, nimetten neyi anlamalıyız?
Yanıt: İnsanların, sağlıklı, sağlam, rahat yaşamalarına ve ahirette sonsuz saadete kavuşmalarına sebep olan yararlı şeylere Nimet denir. Allahü teâlâ, kullarına lâzım olan tüm nimetleri yaratmıştır. Bunlardan iyi mi istifade edileceğini, iyi mi kullanılacağını, Peygamberleri ile gönderilmiş olduğu kitaplarında bildirmiştir ki buna Din denir. Herhangi bir insan, bu kitaplara uygun yaşarsa, dünyada rahat ve refah içinde olur. Eczanelerde yüzlerce ilaç vardır. Her ilacın kutusunda, iyi mi kullanılacağının tarifi vardır. İlacı, tanım edilen şekle uygun kullanan, yararını görür. Tarifeye uymayan kimse, ilaçtan zarar görür. Kur’ân-ı kerime uygun yaşayan da, nimetlerden yarar görür.

İnsan, bir topluluk numunesidir
Sual: İnsan, birbirine zıt olan çeşitli maddelerden meydana gelmiş olan bir varlıktır deniyor, bu doğru mudur?

Yanıt: İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bu mevzu hakkında Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“İnsan, on parçadan meydana gelmiş bir topluluk numunesidir. Bu on parça, Anâsır-ı erbea dedikleri, düzgüsel fizik şartları altında, sulb, mayi ve gaz hâlinde bulunan maddeler, enerji ve insanoğlunun nefsi, kalbi, ruhu, sır, hafi ve ahfa denilen latifeleridir. Abdullah bin Ömer hazretlerinin (Allahü teâlâ, mahlukları, su, hava, nur ve zulmetten yarattı) söylediği, Taberânîde yazılıdır. Buradaki nur, felsefecilerin ateş dedikleri ısı enerjisidir ki, başka enerjilere dönebilir. Zulmet söylediği de, toprak maddeleridir. Bundan anlaşılıyor ki, tüm cisimler, katı, sıvı ve gaz hâlindeki maddelerle enerjiden yapılmıştır. İnsanda bulunan tüm organlar, hep bu on şeyden hasıl olmaktadır. Bu on parça birbirine benzemez, birbirlerini kendi şekline sokmak isterler. Baştan beş parçası, Âlem-i halktan kısaca maddedirler. Bunlar, birbirlerine zıt oldukları şeklinde, Âlem-i emirden olan öteki beş parça da birbirlerine zıt olup her birinin başka vazifesi vardır. Bu on parçadan önde gelen nefis, hep kendi isteklerinin yapılmasını ister, başka hiçbir şeye boyun bükmez.

Allahü teâlâ, birbirine zıt olan bu on parçayı bir araya toplamış, yeni bir özellik sahibi, bir birlik meydana getirmiştir. Buna insan şeklini vermiştir. İnsan bu on parçadan hasıl olmuş bir birlik olduğundan, Allahü teâlânın yeryüzünde halifesi olmak şerefine malik olmuştur. Âlem-i kebîr denilen, insandan başka tüm varlıklar, oldukca büyük oldukları hâlde, hiçbirinde bu on parça bir araya toplanmış değildir. Âlem-i kebîrdeki mahlukların en şereflisi Arş’tır. Ona olan tecelli, başka mahluklara olan tecellilerden üstündür. Arş’a olan tecelli, sürekli, kesiksiz tecellidir. Arifin kalbine olan tecelli ise, bundan bir parçadır. Fakat, kalpte, Arş’ta olmayan bir üstünlük vardır. Bu üstünlük, tecelli edeni tanımaktır. Kalp, tecelli edene tutulur, onu sever. Arş’ta bu şekilde sevgi yoktur. Kalpte bu tanıma ve bu sevgi bulunmuş olduğu için, kalp ilerleyebilir, yükselebilir. Hem de yükselmektedir. (İnsan, sevilmiş olduğu ile birlikte olur) hadis-i şerifi bunu bildirmektedir.”

Allahü teâlâ kullarına üç vazife verdi
Sual: Bir Müslüman, bir tek kendini mi düşünmelidir, ailesine, topluma, içinde yaşamış olduğu devletine karşı da sorumluluğu yok mudur?

Yanıt: Müslümanın birinci vazifesi, nefsine, şeytana uymayıp ve fena arkadaşlara, azgın, asi kimselere, anarşistlere aldanmayıp, kanuna karşı suçlu olmaktan, Allahü teâlâya karşı da günah işlemekten sakınmaktır. Allahü teâlâ kullarına üç vazife verdi:
Birincisi, kişisel vazifesidir. Her Müslüman, kendini iyi yetiştirecek, sağlıklı, edepli, iyi huylu olacak, ibadetlerini meydana getirecek, ilim ve güzel terbiye öğrenecek, helal lokma kazanmak için çalışacaktır.

İkinci vazifesi, aile içindeki vazifesidir. Hanımına, ana, babasına, çocuklarına, kardeşlerine olan haklarını yapmış olacaktır.

Üçüncü vazifesi, cemaat, cemiyet içindeki vazifeleridir. Komşularına, hocalarına, talebesine, ailesine, emrinde olanlara, devlete, tüm vatandaşlara, dini ve milleti başka olanlara karşı vazifeleridir. Her insana iyilik etmesi, eli ile, dili ile kimseyi incitmemesi, hiç kimseye zarar vermemesi, hıyanet, hainlik etmemesi, her insana yararlı olması, devlete, kanunlara karşı, asla isyan etmemesi, her insanın hakkını ödemesi lazımdır. Allahü teâlâ, devlet işlerine karışmayı değil, devlete yardım etmeyi, fitne çıkarmamayı emretti.

Geçmişte de ihanet oldukca olmuştur
Sual: Önceki asırlarda da, Müslüman görünerek, Müslümanlık adı altında, dinine, vatanına ve devletine ihanet edenler olmuş mudur?

Yanıt: Her asırda, iyiler iyi, kötüler de fena işlere sebep olmuşlardır. Moğolların, İslâm memleketlerine yayılmaları hakkında Kısas-ı enbiyâ kitabında, özetle şu bilgiler verilmektedir:
“Abbasi devletinin son halifesi Müstasım, dinine oldukca bağlı ve itikadı muntazam bir kimse idi. Veziri olan ibni Alkami ise, itikadı bozuk, mezhepsiz olup, halifeye sadık değildi. Devlet idaresi ise, bunun elinde idi. Abbasileri devirip, başka devlet oluşturmak istiyordu. Moğol hükümdarı Hülagu’nun Bağdad’ı almasını, kendisinin de ona vezir olmasını istiyordu. Onun Irak’a gelmesini teşvik etmeye başladı. Hatta Hülagu’dan gelen mektuba sert yanıt yazarak onu kızdırdı. Şii olan Nasîr-üd-dîn-i Tûsî de, Hülagu’nun danışmanı idi. Bu da, onu Bağdad’ı almaya teşvik ederdi. İşler, iki sapık elinde dönüyordu. Hülagu, Bağdad’a yürütüldü. Yirmi bine yakın halife ordusu, ikiyüz bin Moğol oklarına karşı duramadı. Hülagu, Bağdad’a, naft ateşleri ve mancınık taşları ile hücum etti. Elli gün muhasaradan sonrasında, Abbasi halifesi Müstasım’ın veziri olan İbni Alkami, sulh için diyerek, Hülagu’nun yanına gitti ve onunla anlaştı. Halifeye gelip, teslim olursak, özgür bırakılacağız dedi. Halife de buna aldandı. Miladi 1258 senesinin, muharrem ayında Hülagu’ya gidip teslim oldu ve yanındakilerle birlikte idam edildi. 800 binden fazla Müslüman kılıçtan geçirildi. Milyonlarca İslâm kitabı Dicle’ye atıldı. Güzel kent, harabeye döndü. Hırka-i mutluluk ve Asâ-yı nebevî yakılıp külleri Dicle’ye atıldı. Böylece 524 senelik Abbâsî devleti yok oldu.”

Sual: İslâmiyetin buyruk ve yasaklarına kıymet, kıymet vermeyenlere karşı iyi mi hareket etmelidir?
Yanıt: Her Müslüman, hem imanını korumaya, kaptırmamaya çalışmalı, hem de, Allahü teâlâya ve Onun Peygamberine inanmayanları sevmemelidir. Fakat, sevmediklerine de, fenalık, zulüm yapmamalı, kâfirlere ve bidat sahiplerine tatlı dil ve güler yüzle tembih etmelidir. Onların felaketten kurtulmalarına, saadete kavuşmalarına çalışmalıdır. Mazher-i Cân-ı Cânân hazretleri buyuruyor ki:
“Kafirleri, bidat sahiplerini ve açıkça günah işlemeye devam edenleri sevmememiz emrolundu. Bunlarla konuşmamalı, toplantılarına gitmemeli, arkadaşlık yapmamalıdır. Yoksulluk ve gereksinim olduğu vakit, yoksulluk miktarı kadar, bu yasaklara izin verilmiştir.”

Tüm iyilikler, İslâmiyetin içindedir
Sual: Tüm güzellikler, iyilikler, insanlara yararlı olan şeylerin hepsi, İslâm dininin içinde var mıdır?
Yanıt:
Bu mevzuda seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri Râbıta-i şerîfe kitabında buyuruyor ki:
“İslâm dini, Allahü teâlânın, Cebrail ismindeki melek vasıtası ile, sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselama gönderilmiş olduğu, insanların, dünyada ve ahirette rahat ve mesut olmalarını elde eden, usül ve kaidelerdir. Tüm üstünlükler, yararlı şeyler, İslâmiyetin içindedir. Eski dinlerin, görünür, görünmez tüm iyiliklerini, İslâmiyet, kendinde toplamıştır. Tüm saadetler, muvaffakiyetler ondadır. Yanılmayan, şaşırmayan akılların kabul edeceği esaslardan ve ahlaktan ibarettir.”

Sual: Din diye, bir tek Allahü teâlâ tarafınca gönderilenlere mi denir, insanların uydurduklarına da din denir mi?
Yanıt:
Din, insanları saadet-i ebediyyeye götürmek için Allahü teâlâ tarafınca gösterilen yol anlamına gelir. Din adı altında insanların uydurmuş olduğu eğri yollara din denmez, dinsizlik ve kâfirlik denir. Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamdan beri, her bin senede, bir Peygamber vasıtası ile, insanlara bir din göndermiştir. Bu Peygamberlere Resül denir. Her asırda, en temiz bir insanı Peygamber yaparak, bunlar ile dinleri kuvvetlendirmiştir. Resüllere doğal olarak olan bu Peygamberlere de, Nebi denir.

Sual: Bir kimse, kendisine bir tek hadis-i şerifi rehber edinip ona nazaran amel edebilir mi?
Yanıt:
Bu mevzuda İmâm-ı Şiblî hazretleri buyuruyor ki:
“Dörtyüz hocadan ders okudum. Bunlardan dört bin hadis-i şerif öğrendim. Tüm bu hadislerden bir tanesini seçip kendimi ona uydurdum, bu sebeple kurtuluşu ve saadet-i ebediyyeye kavuşmayı bunda buldum ve tüm tembihleri hep bunun içinde gördüm. Seçtiğim hadis-i şerifte, Peygamber efendimiz bir Sahabiye buyuruyor ki:
(Dünya için, dünyada kalacağın kadar çalış! Ahiret için, orada sonsuz kalacağına nazaran çalış! Allahü teâlâya, muhtaç olmanla birlikte itaat et! Cehenneme dayanabileceğin kadar günah işle!)

Sual: Müslüman, ülkesine, kanunlara isyan edip kabahat işler mi?
Yanıt:
Müslüman, iyi, akıllı kimse anlamına gelir. Hakiki Müslüman, Allahü teâlânın emirlerine itaat eder, zira itaat etmemek günah olur. Kul haklarını, devlete olan borçlarını öder, kanunlara karşı gelmez. Kanuna karşı gelmek de kabahat olur. Müslüman günah yapmaz ve kabahat işlemez. Vatanını, milletini sever. Her insana iyilik eder. Bu şekilde olan Müslümanı Tanrı da, kullar da sever. Rahat ve refah içinde yaşar.

İslâmiyete uyan hepimiz rahat eder
Sual: Müslüman olmayan bir kimse, İslâmiyet’in bildirdiği hükmü yerine getirse, bunun karşılığını dünyada görür mü?
Yanıt:
Allahü teâlânın merhameti, ihsanı, nimetleri, sonsuzdur. Kullarına oldukca acıdığı için, onların dünyada rahat, refah içinde yaşamaları, ahirette de, sonsuz saadete, tükenmez nimetlere kavuşmaları için, yapılması lazım olan iyilikleri ve sakınılması lazım olan kötülükleri, Peygamberlerine, melek vasıtası ile bildirmiş, bu tarz şeyleri bildiren bir oldukca kitap da göndermiştir. Bu kitaplardan, yalnız Kur’ân-ı kerim bozulmamış, diğerlerinin hepsi değiştirilmiştir. İnansın inanmasın, herhangi bir kimse, bilerek yada bilmeyerek, Kur’ân-ı kerimdeki buyruk ve yasaklara uyduğu kadar, dünyada rahat ve refah içinde yaşar. Bu, yararlı bir ilacı kullanan her insanın, dertten, sıkıntıdan kurtulması gibidir. Zamanımızda dinsiz, imansız oldukca kimsenin, hatta İslâm düşmanı olan bazı milletlerin birçok işlerinde, muvaffak olmaları, rahat yaşamaları, inanmadıkları hâlde, Kur’ân-ı kerimin hükümlerine uygun olarak çalışmış oldukları içindir. Müslüman olduklarını söyleyen, âdet olarak ibadetleri meydana getiren, oldukca kimselerin ise, sefalet, sıkıntılar içinde yaşamalarının sebebi de, Kur’ân-ı kerimin gösterdiği hükümlere ve güzel ahlaka uymadıkları içindir. Kur’ân-ı kerime uyarak ahirette sonsuz saadete kavuşabilmek için ise, ilkin buna inanç etmek, inanmak ve bilerek, niyet ederek uymak lazımdır.

Sual: Bir Müslümanın hayırlı olup olmadığı anlaşılabilir mi, anlaşılabilirse bu iyi mi olur?
Yanıt:
Müminin hayırlısı, kendisinde altı haslet bulunandır: 1- İbadet eder. 2- İlim öğrenir. 3- Fenalık, fenalık yapmaz. 4- Haramlardan sakınır. 5- Kimsenin malına göz dikmez. 6- Ölümü asla unutmaz.

Sual: Ahirette utangaç ve rezil olmamak için ne yapmalı, iyi mi hareket etmelidir?
Yanıt:
Peygamber efendimiz, bunun yanıtını vermişler. Nitekim Resûl-i ekrem efendimiz Eshâb-ı kiramdan Mu’azca bin Cebel hazretlerine hitaben buyururlar ki:
(Yâ Mu’âz! Ayıpları gizle, kimsenin ayıbını yüzüne vurma! Farzlardan başka kıldığın namazları ve ibadetleri hiç kimseye söyleme! Dünya işini ahiret işinden büyük görüp, evvel yapma! Asla hiç kimseye hor bakma! Kimsenin gönlünü kırma, beraberce hoş geçin. Eğer bu şekilde hareket etmezseniz elem verici azaba uğrarsınız.)

İyi, hakiki bir Müslüman olmak
Sual: İyi bir Müslüman olabilmek için ne yapmalı, iyi mi bir yol takip etmelidir?
Yanıt:
İslâm dininin temeli üçtür. Bunlar; ilim, amel ve ihlastır. İlim, inanç, fıkıh ve terbiye bilgileridir. Bunlar, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenilir. Amel, bu bilgilere uygun işlerdir. İhlas ise, ilmin ve amelin, Tanrı rızası için, kısaca Allahü teâlânın sevgisini kazanmak için elde edilmesidir. Bu üç temel şeye malik olan Müslümana İslâm âlimi ve Hakiki Müslüman denir. Bu üç temel şeyden biri noksan olup da, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına uymayan yazılar ve konuşmalar yayınlayarak, kendisini İslâm âlimi tanıtan kimse fena din adamı ve Zındıktır. Örneğin, din bilgisi çoktur ve her ibadeti yapar, fakat ihlası yok ise, kısaca bu tarz şeyleri mal, mevki ve şöhret kazanmak şeklinde, dünyalık elde etmek için meydana getiren kimse, hakiki Müslüman değildir.

İyi, hakiki bir Müslüman olmanın ilk şartı, Ehl-i sünnet âlimlerinin, kitaplarında bildirdiklerine nazaran, itikadı düzeltmektir. Şundan dolayı, Cehennemden kurtulan yalnız bu fırkadır. Dört mezhebin ictihâd derecesine yükselmiş âlimlerine ve bunların yetiştirdikleri büyük âlimlere Ehl-i sünnet âlimi denir. İtikadı, imanı düzelttikten sonrasında, fıkıh ilminin bildirdiği ibadetleri yapmak, kısaca dinin emirlerini yapmak, yasak ettiklerinden kaçınmak lazımdır. Ahlakı düzeltmek ve birbirimizi sevmek için, beş zaman namazı, üşenmeden, gevşeklik yapmadan, şartlarına dikkat ederek kılmalıdır. Nisab miktarı malı ve parası olan, zekat vermelidir.

Hakiki Müslümanlık söz ile olmaz. Hakiki Müslüman olmak için, kıymetli ömrü, gereksiz mubahlara bile harcamamalıdır. Haram ile geçirmemek, normal olarak lazımdır. Haramların nefse verecekleri lezzete aldanmamalıdır. Bunlar bal karıştırılmış, şekerle kaplanmış zehir gibidir.

Gıybet etmemelidir, haramdır. Gıybet, bir Müslümanın gizli saklı bir kusurunu, arkasından söylemektir.

Nemime yapmamalı, kısaca Müslümanlar içinde söz taşımamalıdır. Bu iki günahı işleyenlere çeşitli azaplar yapılacağı bildirilmiştir.

Yalan söylemek ve karacılık etmek de haramdır, sakınmak lazımdır. Bu iki fenalık her dinde de haram idi. Cezaları oldukca ağırdır.

Asla kimsenin dinine, malına, canına, şerefine, namusuna saldırmamalı, her insanın hakkına riayet etmeli ve korumalıdır.

Sual: Günah işleyen herhangi bir kimse, bir Müslümana, sen ibadetten vazgeçersen, ben de bu günahtan vazgeçerim dese, o Müslümanın o ibadeti terk etmesi uygun olur mu?
Yanıt:
Başkalarının günaha girmemeleri için, bir kimsenin mubahları terk etmesi iyi olur. Fakat sünnetleri, hatta müstehabları terk etmesi caiz olmaz. Farz ve vacip olan ibadetleri terk etmesi ise asla caiz olmaz.

Bir önceki yazımız olan Dindarlık azalırsa ne olur? başlıklı makalemizde dindarl hakkında bilgiler verilmektedir.

Kontrol Et

Şık ve güzel giyinmek

Sual: Zenginin eski elbise giymesi uygun mudur?CEVAP Resulullah efendimiz, eski elbiseli birine, (Malın yok mu?) …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.