Doğru iman bilgileri>Allah’a iman>Allah’ın varlığına ve birliğine iman – Cennetin Bahçesi http://www.cennetinbahcesi.com Dini Paylaşım Sitesi Fri, 05 Apr 2019 15:12:16 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.0.7 110917297 Allah’ın zatını düşünmek http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/05/allahin-zatini-dusunmek/ http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/05/allahin-zatini-dusunmek/#respond Fri, 05 Apr 2019 15:12:16 +0000 Allah’a iman>Allah’ın varlığına ve birliğine iman]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5211

Sual: (Acaba Tanrı iyi mi bir şey, varlığının ezelî olması ne demek?) şeklinde sorulara yanıt bulamıyorum. Ne yapmalıyım?
CEVAP
Bu şekilde şeyler hatıra erişince, bu düşünceleri derhal bırakmalı. Bir hadis-i şerif şöyledir:
(Allah’ın yarattıklarını tefekkür edin, fakat zatını düşünmeyin! Şundan dolayı anlamaya güç yetiremezsiniz. Yoksa [bir şeye benzeterek] helâk olmuş olursunuz.) [Ebu-ş-Şeyh, İbni Ebi-d-Dünya]

Niye (Helâk olmuş olursunuz) deniyor? Şundan dolayı Tanrı’ı bir mahluk şeklinde düşünmek küfürdür. Selefî denilen kimseler, hâşâ (Tanrı, Arş’a oturdu) derler. Müteşabih âyetlerden kendi anladıklarına uymaya çalışırlar. Hiçbir şeye benzemeyen Allahü teâlâ için, (Arşa oturdu) demek, Onu insan yada başka bir mahluk şeklinde düşünmek olur, sövgü olur. Onun için Allah’ın zatını düşünmemelidir. (Hiçbir şeye benzemeden oturur, kalkar, yürür) şeklinde düşünceler, gene mahluklara benzetildiği için sövgü olur.

(Tanrı iyi mi ezelîdir?) diye düşünmemeli. Şundan dolayı bu şekilde düşünmek, hâşâ (Tanrı iyi mi meydana geldi? Onu kim yarattı?) şeklinde yanlış, sövgü olan düşüncelere götürür. Bir hadis-i şerif de şöyledir:
(Şeytan, insana, (Şunu kim yarattı, bunu kim yarattı, yeri kim yarattı, göğü kim yarattı?) diye vesvese verir. Şahıs (Hepsini Tanrı yarattı) diye yanıt verince, bu kere ise, (Tanrı’ı kim yarattı?) diye vesvese verir. O vakit, (Ben Tanrı’a ve Resulü’ne inanç ettim) diyerek Tanrı’a sığınsın!) [Taberanî]Demek ki bu şekilde düşünceler erişince, bırakmaya çalışmalı, (Yâ Rabbî, beni bu şekilde düşüncelerden koru!) diye yakarma etmelidir.

]]>
http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/05/allahin-zatini-dusunmek/feed/ 0 5211
Bir üniversiteliye cevap http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/05/bir-universiteliye-cevap/ http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/05/bir-universiteliye-cevap/#respond Fri, 05 Apr 2019 10:11:57 +0000 Allah’a iman>Allah’ın varlığına ve birliğine iman]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5210

Seyyid Abdülhakim efendinin, İstanbul’da, Sultan Selim Camii şerifi bahçesindeki, (Medrese-tül-mütehassısin)de tesavvuf müderrisi [ilahiyat fakültesinde, tasavvuf kürsüsü, ordinaryüs profesörü] iken, bir üniversitelinin sualine karşı, yazmış olduğu mektubu, kelimelerini sadeleştirerek, aşağıya yazıyoruz:

Tüm kuvvetinizle, Allahü teâlânın kudreti sahasından dışarı çıkabilirseniz, çıkınız! Fakat, çıkamazsınız. Bu sahanın dışı, âdem diyarıdır. O âdem [yani yokluk] diyarı da, Onun kudreti içindedir.
Bir sırası düşerek, İbrahim Edhemden, biri tembih istedi. Buyurdu ki, altı şeyi kabul edersen, hiçbir işin sana zarar vermez. O altı şey şudur:
1-
Günah yapacağın vakit, Onun rızkını yeme! Rızkını yiyip de, Ona isyan etmek, doğru olur mu?

2-
Ona asi olmak istersen, Onun mülkünden çık! Mülkünde olup da, Ona isyan etmek, layık olur mu?

3-
Ona isyan etmek istersen, görmüş olduğu yerde günah yapma! Görmediği bir yerde yap! Onun mülkünde olup, rızkını yiyip, görmüş olduğu yerde günah yapmak, uygun değildir.

4-
Can alıcı melek, ruhunu almaya geldiği vakit, tevbe edinceye kadar izin iste! O meleği kovamazsın. Kudretin var iken, o ulaşmadan önce tevbe et! O da, bu saattir. Zira, Melek-ül-mevt, ani gelir.

5-
Mezarda, Münker ve Nekir ismindeki iki melek, sual için geldikleri zaman, onları kov, seni sınav etmesinler! Soran kimse dedi ki, (Buna olanak yoktur). Şeyh buyurdu ki, (Öyleki ise, şimdiden onlara cevap hazırla!)

6-
Kıyamet günü Allahü teâlâ (Günahı olanlar, Cehenneme gitsin!) diye emredince, ben gitmem de!

Soran kimse dedi ki, (Bu sözümü dinlemezler). Bunun üstüne, o kimse, tevbe etti ve ölünceye kadar, tevbesinden vazgeçmedi. Evliyanın sözünde, rabbani etki vardır.

İbrahim-i Edhemden sordular ki, Allahü teâlâ, (Ey kullarım! Benden isteyiniz! Kabul ederim, veririm) buyuruyor. Oysa, istiyoruz, vermiyor? Cevap buyurdu ki:

Allahü teâlâyı çağırırsınız, Ona itaat etmezsiniz. Peygamberini tanırsınız, Ona uymazsınız. Kur’an-ı kerimi okursunuz, gösterdiği yolda gitmezsiniz. Cenab-ı Hakkın nimetlerinden faydalanırsınız, Ona şükür etmezsiniz. Cennetin, yakarma edenler için bulunduğunu bilirsiniz, hazırlıkta bulunmazsınız. Cehennemi, asiler için yarattığını bilirsiniz, ondan sakınmazsınız. Babalarınızın, dedelerinizin ne olduklarını görür, öğrenek almazsınız. Aybınıza bakmayıp, başkalarının ayıplarını araştırırsınız. Bu şekilde olan kimseler, üstlerine taş yağmadığına, yere batmadıklarına, gökten ateş yağmadığına şükretsin! Daha ne isterler? Dualarının neticesi, yalnız bu olursa, yetmez mi?

[Allahü teâlâ, Mümin suresinin altmışıncı âyetinde, (Yakarma ediniz, kabul ederim), isteyiniz, veririm buyuruyor. Duanın kabul olması için, beş koşul vardır: Yakarma edenin Müslüman olması, Ehl-i sünnet itikadında olması, haram işlemekten, bilhassa haram yemekten, içmekten sakınması, farzları yapması, bilhassa beş zaman namaz kılması, Ramazan oruçlarını tutması, zekât vermesi, Allahü teâlâdan istediği şeyin sebebini öğrenip, bunu araması lazımdır. Allahü teâlâ, her şeyi bir sebep ile yaratmaktadır. Bir şey istenince, o şeyin sebebini gönderir ve bu sebebe etki kayra eder. İnsan bu sebebi kullanıp, o şeye kavuşur. Evliyasının hatırı için, âdetini bozarak, bunlar yakarma edince yada Evliyayı kiram vesile edilerek yakarma edilince, bunlara (Keramet) olarak, sebebe hacet kalmadan, doğruca istenileni verir.]

Siz, adem [yokluk] diyarından, bu varlık alemine, kendiliğinizden gelmediğiniz benzer biçimde, oraya, kendiniz gidemezsiniz. Gördüğünüz gözler, işittiğiniz kulaklar, duygu edindiğiniz organlar, düşündüğünüz zekâlar, kullandığınız eller ve ayaklar, geçeceğiniz tüm yollar, girip çıktığınız tüm mahaller, hulasa, ruh ve cesedinize bağlı tüm aletler, sistemler, hepsi ve hepsi, Allahü teâlânın mülk ve mahlûkudur. Siz Ondan hiçbir şey gasp edemez, mülk edinemezsiniz! O, hayy ve kayyumdur. Doğrusu, görür, bilir, işitir ve her mevcud şeyi, her an varlıkta durdurmaktadır. Hepsinin idaresinden, hallerinden bir an gafil olmaz. Mülkünü hiç kimseye çaldırmaz. Emirlerine uymayanların cezasını vermekten de, aciz kalmaz. Örnek olarak, Ayda, Merihde ve öteki yıldızlarda insan olmadığı benzer biçimde, bu Erd küresinde de bulunmasaydı, bir şey lazım gelmezdi. Bundan dolayı, büyüklüğünden bir şey eksilmezdi.

Hadis-i kudside buyuruluyor ki:
(Ilkin gelenleriniz, sonrasında gelenleriniz; küçüğünüz, büyüğünüz; dirileriniz, ölüleriniz; insanlarınız, cinleriniz; en mütteki, itaatli kulum benzer biçimde olsanız, büyüklüğüm artmaz. Aksine olarak, hepiniz, bana karşı duran, Peygamberlerimi aşağı gören, düşmanım benzer biçimde olsanız, üluhiyyetimden bir şey eksilmez. Allahü teâlâ, sizden ganidir, Ona hiçbiriniz lazım değildir. Siz ise, var olmanız için ve varlıkta kalabilmeniz için ve her şeyinizle, hep Ona muhtaçsınız.) [Müslim]

Güneşten ziya ve hararet gönderiyor. Aydan ışık dalgaları aks ettiriyor. Siyah topraktan, tatlı renkli, hoş kokulu nice çiçekler, güzel yüzler yaratıyor. Rüzgârdan gönüllere ferahlık veren nefesler döküyor. Birçok senelik uzaklıktaki yıldızlardan, şu çıktığınız, sonunda gömüleceğiniz topraklara nurlar yağdırıyor. Zerrelerinde nice nice titreşimlerle tesirler uyandırıyor. [Bir taraftan, beğenmediğiniz, iğrendiğiniz pislikleri, en küçük, en hakir mahlûkları [mikroplar] vasıtası ile, toprağa çevirip, çiğnediğiniz bu toprakları nebat fabrikasında, vücudunuz makinesinin yapı taşı olan, protein, şu demek oluyor ki yumurta akı maddesi haline döndürüyor. Bir taraftan da gene nebatat fabrikasında, toprağın suyunu, havanın boğucu gazı ile birleştirerek ve içine, semadan gönderilmiş olduğu enerjiyi, kudreti depo ederek, nişastalı, şekerli maddeleri ve yağları, şu demek oluyor ki vücudunuz makinesini işletecek kudret kaynağını yaratıyor.] Böylece, tarlalarda, çöllerde, dağlarda, derelerde, bitirdiği nebatlarda ve yeryüzünde ve denizlerin dibinde gezdirdiği hayvanlarda, midelerinize gidecek, sizi besleyecek rızık, besin hazırlıyor. Akciğerlerinizde kimyahaneler açarak, burada kanınızın zehirini ayırıp, yerine oksijen yakıcı maddesini sokuyor.

Dimağlarınızda, fizik laboratuarları açarak, burada his uzuvlarından, sinirlerden gelen haberler alınıp, demir taşına mıknatıs kuvvetini yerleştirdiği benzer biçimde, beyninize yerleştirdiği akıl ve yüreğinize yerleştirdiği kalb kuvvetleri tesiri ile, aniden, çeşitli planlar hazırlanıp, emirler, hareketler meydana getiriyor.

Yüreğinizi oldukca karışık ve mükemmel dediğiniz tesirlerle, geceli gündüzlü çalıştırıp, damarlarınızda kan nehirleri akıtıyor. Sinirlerinizde, akıllarınızı şaşırtan, nice nice yol şebekeleri dokuyor. Adalelerinizde sermayeler gizliyor. Daha ve daha birçok harikalarla, vücudunuzu techiz ediyor, tamamlıyor. Hepsine fizik kanunları, kimya reaksiyonları ve biyoloji vakaları benzer biçimde adlar taktığınız, bir düzen ve ahenkle, tesis ediyor, montaj yapıyor. Kuvvet merkezlerini içinize yerleştiriyor. Ihtiyaç duyulan tedbirleri ruh ve şuurunuza tersim ediyor. Zihin denilen bir gömü, akıl namında bir miyar, düşünce dedikleri bir alet, irade dediğiniz bir anahtar da, kayra ediyor. Herbirini yerinde kullanabilmeniz için size tatlı, acı ihtarlar, işaretler, meyiller, şehvetler de veriyor. Daha büyük bir nimet olarak, sadık ve güvenilir Resullerle açıkça, yönerge gönderiyor.

Nihayet, vücudunuz makinesini işletip ve tecrübelerini gösterip, maksada nazaran kullanmanız ve istifade etmeniz için elinize teslim ediyor. Tüm bu tarz şeyleri, size ve iradenize ve desteğinize muhtaç olduğundan değil, mahlûkları içinde size ayrı bir mevki, bir salahiyet vererek, mesut ve bahtiyar olmanız için yapıyor. Ellerinizi, ayaklarınızı, kullanabildiğiniz her uzvunuzu, arzunuza bırakmayıp da, yüreğinizin atması, ciğerlerinizin şişmesi, kanlarınızın dolaşması benzer biçimde, sizden habersiz kullansaydı, her işinizde, zorla, refleks hareketleri ile, çolak el, kuru ayak ile yuvarlasaydı, her hareketiniz bir titreme, her kımıldamanız bir siğirme olsaydı, kendiliğinize ve emanetlere malik olduğunuzu iddia edebilir mi idiniz? Sizi, cansızlar benzer biçimde, mütevazi dış kuvvetler tesiri ile yada hayvanlar benzer biçimde, yalnız dış ve iç kuvvetler ile akılsız, şuursuz hareket ettirse idi ve evlerinize taşıdığınız nimetlerden, yük hayvanı benzer biçimde, ağzınıza bir lokma verseydi, onu alıp yiyebilecek mi idiniz?

Doğmadan evvelki, doğduğunuz zamanki halinizi düşünüyor musunuz? Üstünde yatıp kalktığınız, yiyip içtiğiniz, gezip gezdiğiniz, gülüp oynadığınız, dertlerinize ilaç, korkulara, sıcağa, soğuğa, açlığa, susuzluğa, yırtıcı ve zehirli hayvanların ve düşmanların hücumlarına karşı koyacak vasıtaları bulduğunuz şu yer küresi yapılırken, taşları, toprakları hilkat fırınlarının ateşlerinde pişirilirken, suyu ve havası, kudret kimyahanesinde inbiklerden çekilirken, siz nerede idiniz, ne içinde idiniz, asla düşünüyor musunuz?

Bugün, bizim dediğiniz karaların, denizlerden süzülüp ayrılmış olduğu, dağların, derelerin, ovaların, tepelerin döşenildiği vakit, acaba nerede idiniz? Denizlerin acı suları, Hakkın kudreti ile buharlaştırılarak, gökte bulutlar yapılırken, o bulutlardan yağan yağmurlar, [çakan şimşeklerin ve güneşten gelen kudret, enerji dalgalarının hazırladığı gıda maddelerini] yanmış, kurumuş toprakların zerrelerine işletip, o maddeler, [ziya ve hararet şuaları tesiri ile] oynayıp titreşerek yaşamın hücrelerini yetiştirirken, nerede idiniz ve nasıldınız?

Bugün kendinize maymun tohumu derler, inanırsınız. Tanrı yaratır, yaşatır, öldürür, her şeyi O yapar derler inanmak istemezsiniz.

Ey insan! Acaba sen nesin? Babanın damarlarında neydin? Bunak, örümcek kafalı, gerici diye hakaret ettiğin babana, vaktiyle damarları içinde sorun verirdin. O vakit, seni oynatan kimdi ve sen onu, niçin rahatsız ediyordun? O, istese idi, seni bir çöplüğe atabilirdi, fakat atmadı. Seni, bir emanet benzer biçimde sakladı. Kucak kucak besleneceğin bir gülşen seray-ı ismete tevdi etti ve nice vakit himayene uğraştı ise, sen niçin sıkıntılarından babanı sorumlu tutarak tahkir ediyorsun da, nimetlerinden ona ve yaratanına bir şükür oranı ayırmıyorsun? Sonrasında sen, emanetini niçin her insanın kirlettiği çöplüklere döküyorsun?

Etrafın, arzu ve emellerine uyduğu vakit, her şeyi, aklınla, ilminle, fenninle, gücünle, kuvvetinle yaratarak yaptığına, tüm başarıları buluş ettiğine inanıyorsun. Hakkın sana verdiği vazifeyi unutuyor ve o yüksek memurluktan çekilme ediyor ve emanete haiz çıkmaya kalkıyorsun. Kendini malik ve hakim tanımak ve tanıttırmak istiyorsun. Öte taraftan, etrafın, arzularına uymaz, dış kuvvetler seni yenik etmeye başlarsa, o vakit da, kendinde özlem ve hüsrandan, acz ve yeisten başka bir şey görmüyorsun. Hiçbir irade ve ihtiyara haiz olmadığını, her şeyin cebr elinde tutsak bulunduğunu ve varlığının, otomatik ve fakat zembereği kırık bir makine benzer biçimde bulunduğunu iddia ediyorsun. Kaderi bir (ilm-i mütekaddim) değil, bir (cebr-i mütehakkim) manasında anlıyorsun. Bunu söylerken, ağzının, gramofon benzer biçimde olmadığını da, sezmez değilsin.

Sofrana, sevdiğin yemekler gelmediği vakit eline geçirebileceğin kuru ekmeği yemekle, yemeyip açlıktan ölmek içinde hür ve özgür bulunduğun ve kuru lokmalar, ağzına zorla tıkılmadığı halde, elini, dilini uzatır, onları yersin. Hem yersin, hem de bir şey yapmadığına yargı edersin. Düşünmezsin ki, elin ve ağzın, gene arzunla oynamış ve bu oynayış bir sıtma, bir titreme olmamıştır. Fakat, bu şekilde zorunlu olduğun zamanlarında bile, iradene malik olduğun halde, seni aciz bırakan, harici kuvvetler karşısında kendini zorunlu, tutsak, hâsılı bir asla bilirsin.

Yahu! İşin yolunda, muvaffakiyet ve muzafferiyet yanında olunca (Hep), işlerin aksi, ters olduğu zamanında ise, kaderin cebri altında oyuncak bir (Asla) diye iddia ettiğin o sen, bunlardan hangisisin? Hep misin, asla misin?

Ey Âdemoğlu! Ey noksanlık ve taşkınlık içinde yüzen insan! Siz, ne hepsiniz, ne de hiçsiniz! Her halde ikisi arası bir şeysiniz. Evet siz, buluş etmekten, her şeye başat ve galip olmaktan, şüphesiz uzaksınız. Fakat, inkâr olunamayan bir özgürlük ve ihtiyarınız, sizi başat kılan, bir arzu ve seçim hakkınız vardır. Siz, eşi ortağı bulunmayan bir başat ve mutlak, başlı başına bir malik olan, Hak teâlânın emri altında, ayrı ayrı ve ortaklaşa vazifeler alan, birer memursunuz! Onun koyduğu ahkam ve düzen ile, Onun atama etmiş olduğu mevkileriniz ve halk edip emanet olarak verdiği salahiyet ve vasıtalarınız nispetinde vazife yaparsınız. Amir sadece O, başat yalnız O, malik gene Odur. Ondan başka amir, Ona benzer başat, Ona ortak malik yoktur. Sizin o denli benimseyerek, hevesle atıldığınız maksatlar, gayeler, giriştiğiniz mücadeleler, sarf ettiğiniz gayretler, duyduğunuz iftiharlar, kazandığınız başarılar, Onun için olmadıkça, hep yalan, hep boştur. O halde kalblerinizde, niçin yalana yer veriyorsunuz da, şirklere sapıyorsunuz? Niçin, benzeri olmayan başat olan, Hak teâlânın emirlerine uymuyor, Onu mabud tanımıyorsunuz da, binlerce, hayal olan, mabudlar arkasında koşuyor, hepiniz sıkıntılar içinde boğuluyorsunuz? Her neye koşuyorsanız, sizi sürükleyen bir emel, bir yaşlanmış, bir inanç değil midir? Niçin o emeli Haktan başkasında aramıştınız? Niçin, o imanı Hakka tahsis etmiyor, o ihtiyarı bu imana ve imanın neticesi olan amellere sarf etmiyorsunuz?

Hak teâlânın hâkimliğini tanıdığınız, emaneti ve emniyeti bozmayarak çalıştığınız vakit, birbirinizi ne kadar sevecek, ne kadar bağlı kardeşler olacaksınız. Sizin o kardeşliğinizden, Tanrı’ın merhameti, neler yaratacaktır. Kavuştuğunuz her nimet, hep Hakka imanın hâsıl etmiş olduğu kardeşliğin neticesi ve Allahü teâlânın merhameti ve ihsanıdır. Gördüğünüz her musibet ve yıkım de, hep kızgınlığın, nefretin ve düşmanlığın neticesidir. Bunlar ise, hakkı tanımamanın, zulüm ve haksızlık etmenin cezasıdır. Bu da, hukuku kendiniz kurmaya kalkışmanın, Hak teâlâ ile yarış edebilecek şeriklere tâbi olmanın, hâsılı, halis tevhid ile, yalnız Hak teâlâya inanç etmemenin neticesidir.

Hulasa, insanlığı kaplayan sıkıntıların birinci sebebi, Hakka karşı şirk ve müşrikliktir. İlim ve fen, ilerlediği halde, insanlığın ufuklarını sarmış olan fesat karanlığı, hep şirkin, imansızlığın, vahdetsizliğin ve sevişmezliğin neticesidir. Beşeriyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sevip sevilmedikçe, ızdırap ve felaketten kurtulamaz. Hakkı tanımadıkça, Hakkı sevmedikçe, Hak teâlâyı hakim bilip, Ona kulluk etmedikçe, insanoğlu, birbiri ile sevişemez. Haktan ve Hak yolundan başka her ne düşünülse, hepsi ayrılık ve perişanlık yoludur. Görmez misiniz, camiye gidenler sevişir, meyhaneye gidenler dövüşür.

Hak teâlâdan başka her neye gönül verseniz, her neye tapınsanız, hepsinin zıddı, mukabili vardır. Bunların hepsi de, Hakkın kudreti ve iradesi altındadır. Şeriki, naziri, misli, zıddı, mukabili olmayan, yegane hakim, sadece Hak teâlâdır ve sadece Onun mukabili bâtıldır, yanlıştır ve varlığı mümkün olmayan bir yokluktur.

Hak teâlâdan başka, her neye tâbi olur, her neye tapınır, Onun yerine, her neyi sever ve hakiki başat tanırsanız, biliniz ki, onlar da sizinle birlikte yanacaktır. (Seadet-i Ebediyye)

]]>
http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/05/bir-universiteliye-cevap/feed/ 0 5210
Vücut sarayı http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/05/vucut-sarayi/ http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/05/vucut-sarayi/#respond Fri, 05 Apr 2019 05:11:48 +0000 Allah’a iman>Allah’ın varlığına ve birliğine iman]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5209

(Aşağıdaki yazı tıp otoritelerince hazırlanmıştır.)
Yaratıkların en mükemmeli olarak yaratılan insanoğlunun vücudu, incelenecek olursa, sayısız odadan meydana gelmiş çok büyük bir saray olduğu görülür. Bu sarayda çeşitli fabrikalar var. Sarayın tüm cihazları noksansızdır. Çok önemli bir besin deposu, alarm tertibatı, ısıtma tesisleri, işitme cihazları, hazır kuvvet, askeri üsler, radarlar, odalar içinde çok büyük yollar, çağıl taşıma vasıtaları, yemekhaneler, kanalizasyon şebekeleri, rasathaneler, mezarlık benzer biçimde lüzumlu her teşkilat mevcut. Bu sarayı gezen, sayısız harikalarla karşılaşır.

İnsan vücudunu tanıyan insanoğlunun bir yaratıcıya inanmaması iyi mi mümkün olabilir? Elektron mikroskobunda sadece görülebilen hücrenin içinde, fazlaca çeşitli fonksiyonlar gören organeller var.Her bir organel, ayrı bir vazife görmektedir. Bu kadar minik bir yere, bu kadar iş görebilen organeller iyi mi yerleştirilmiş, tesadüfen olabilir mi?

Organel, hücre içinde bulunan kendi içinde özelleşmiş organcıklardır. Vücut için organ ne ise hücre için de organel odur.

Tüm hücrelerde 46 kromozom varken, üreme hücrelerinde 23 kromozom vardır. Bunun rastlantı olması mümkün müdür?

Adam ve dişi hücre birleşince, embriyo meydana geliyor. Bu tek hücreden ondan sonra dokular, organlar, vücut meydana geliyor. Rastlantı ise niye hep kas, hep kemik, hep kıl, hep aynı organ olmuyor da, göz, kulak, beyin benzer biçimde muhteşem organlar meydana geliyor? Bir hücrenin içine, bu genetik kodun konmasına rastlantı denebilir mi? Aşağıdaki bilgiler bu gözle okunursa fazlaca yararlı olacaktır.

Kan imali:
Kan, sıvı ve organellerden [organcıklardan] meydana gelir, içinde eritrosit, lökosit, trombosit, elektrolit, antikorlar, pıhtılaşmayı elde eden maddeler var. Özetlemek gerekirse insan için lüzumlu her şey var. Bunlar iyi mi rastlantı olabilir?

Vücuttaki kanın vazifeleri çoktur. Sözgelişi hücrelerde lüzumlu besin maddelerini sağlamak, gıdaların enerji haline gelmesine yarayan oksijeni hücrelere sevk etmek, vücuda dışarıdan girmeye çalışan hastalık mikroplarına karşı vücudu korumak, hücrelerde biriken kirli artıkları çeşitli kanallarla dışarı atmak, vücut ısısını ayarlamak benzer biçimde çeşitli vazifeleri vardır. Kandaki bu işleri, ayrı görevleri bulunan hücreler yapmaktadır. Sözgelişi alyuvarlar oksijen nakliyle görevlidir. Akyuvarlar ise, vücuda girmeyi başaran mikropları zararsız hale getirir.

Kanda bunlardan başka, kanın pıhtılaşmasını sağlayarak kanamaları önleyici trombositler de vardır. Tekniğin ileri olduğu asrımızda bile, kandaki bir hücre bile yapılamamıştır. Hücreye yaşam elde eden ruhun yapılması ise imkânsızdır. Bu harikalar nereden gelmiş, niçin gelmiş, kim yapmıştır? Aklı olanın bu tarz şeyleri düşünmesi lazımdır.

Hareketler:
Uzuvların hareketi kaslarla olmaktadır. Sinirler kasları, kaslar da uzuvları harekete geçirir. Dışarıdan gelen darbelere karşı koyan iskelet kaslarından başka isteğimiz haricinde çalışan düz kaslar var. Kalb kası çizgili kas olmasına karşın isteğimiz haricinde çalışır. Eklem kasları benzer biçimde isteğimizle çalışsaydı küçük bir dikkatsizlik neticesinde kalb duruverirdi. Uyurken çalıştıracak bir şeye gereksinim olurdu. Kalb kasının emek vermesi elektriksel bir harekettir. Kalbimiz, bilmediğimiz bir elektrikle isteğimiz haricinde iş koşturmacasındadır. Bu harikalar nereden gelmiş, niçin gelmiş, kim yapmıştır? Aklı olanın bu tarz şeyleri düşünmesi lazımdır.

Kaslar hareket sistemindendir. Kendi enerjisini kendi sağlar. İki kasılma içinde istirahat eder. Hep kasılsa kramp olur. Hep gevşek dursa insan düşer. Bu kadar muhteşem bir mekanizmaya iyi mi rastlantı denebilir?

Muhabere işleri:
Ayağa bir diken batsa vücuttaki sinir sistemi yardımıyla haberdar oluruz. Bu sistem, beyin, omurilik ve sinirlerden meydana gelir. Omurilik soğanı, solunum, boşaltım, dolaşım benzer biçimde yaşamsal faaliyetleri yönetim eder. Omurilik, refleks hareketleri, iç uzuvlarımızın ve salgı bezlerinin faaliyetlerini yönetim eder. Bir ikazın nöron denilen sinir hücreleri tarafınca teşekkülü elektrik akımına benzer. Nüzul halinde sinir sisteminde bozukluk olduğundan, uzuvlar istekle hareket edemez. Felçlinin eli ayağı olması durumunda tutmaz. Sinir sistemine bu şekilde bir kuvveti kim vermiştir?

Duyu organlarından alınan ikazlar, duyu sinirleriyle belirli merkezlere gider, orada yorumlanıp anında motor sinirleri vasıtasıyla organlara data verilir, organlar da buna gore çalışır. Milyarlarca hücrenin asla aksatmadan görevini yapmasına rastlantı denebilir mi asla?

Vücudun direği kemikler:
İnsan vücudunda birbirinden değişik yüzlerce kemik var. Her biri yerine uygun şekilde, tam oturmuştur. Bu kadar muhteşem bir yerleşime aklı olan iyi mi rastlantı diyebilir ki? Niçin kafatasında tesadüfen bir uzun kemik yok da, yuvarlak kemik olmuş? Yapıcısı muhteşem ki, işi de, yaratması da muhteşem oluyor.

Kemikler, vücuda dayanak ve kasların irtibatını sağlar. Omurga, vücudun ana direğidir. Omurga zedelenirse, nüzul meydana gelir. O, üç katman sağlam zarlar içinde muhafaza edilmiş, en dışı da kolayca tahrip olmayan omurgayla kapatılmıştır. İnsan yürüdükçe birbirine sürten omurlar aşınır. Bu aşınmaya engel olmak için parçalar içinde conta benzer biçimde bir şeyin olması gerekirdi. Kıkırdaklar omurlar arasındaki aşınmayı önler. Vücudu taşımak benzer biçimde önemli bir vazifesi bulunan kemikler, sağlam olmasıyla birlikte esneklik sağlayacak şekilde yaratılmıştır. El, kol, bacak ve parmak benzer biçimde kemikler eklemler yardımıyla oynar, hareket eder. Bu harikalar nereden gelmiş, niçin gelmiş, kim yapmıştır? Aklı olanın bu tarz şeyleri düşünmesi lazımdır.

Trafik işleri:
Vücuttaki taşımacılık işleri, dolaşım sistemi tarafınca yapılır. Dolaşım sisteminin merkezi yürektir. Kalbin muntazam çalışmasıyla kan, damarlar vasıtasıyla vücut sarayının en ücra köşelerine kadar ulaşır. Kirlenen kan, akciğerlerde temizlenir. İstek haricinde çalışan kalb, bir süre dinlense, vücut sarayı yıkılır. Her uzuv, her makine benzer biçimde, yürek de dinlenmeye gereksinim gösterir. Yürek çalışırken dinlenecek şekilde yaratılmıştır. Her kasılıp gevşedikten sonrasında yarım saniye kadar istirahata geçer. Yüreğin pompaladığı kan, atardamarlarla vücuda dağılır, kılcal damarlarla dokulara kadar ulaşır. Kandaki gıda ve oksijen lüzumu kadar dokulara verilmiş olur. Burada gıda maddesi oksijen tarafınca yakılır. Meydana gelen enerjiyle vücut makinesi çalışır. İrademiz haricinde her şeyi intizamlı şekilde çalıştıran kimdir?

Alınan besinler ağızda tükürük ve dişler yardımıyla parçalanır. Unlu gıdaların sindirimi ağızda adım atar. Proteinler midede sindirilir, fazlaca çeşitli enzimler sindirimde rol oynar. Mide asidi betona dökülse eritir; fakat mideye niçin bir şey olmuyor? Bu sebeple koruyucu enzimler ve mukus var. Bu kadar ince bilgiler gerektiren bir şey, iyi mi rastlantı olabilir? Mideden on iki parmak bağırsağına geçen gıdalar için lüzumlu enzimler pankreastan gelecek, bunu oraya kim bildirdi? Sonrasında yağları eritmek için safra lazım, buda karaciğerden safra kesesine depolanıp oradan on iki parmak bağırsağına akacaktır. Buna iyi mi rastlantı denebilir? Sonrasında ince bağırsaklara geçen gıdalar emilip vücuda alınacaktır. Bunu icra eden villustur. Villus, İnce bağırsak üstünde bulunan, besinlerin emilimiyle kana karışmasını elde eden yapıdır. Bunların hepsini tesadüfle açıklamak akıl işi mi?

Yiyecek ve enerji:
İş yapabilmek için vücudun enerjiye ihtiyacı vardır. Gıdaları parçalamak için Allahü teâlâ, kesici, öğütücü dişler yaratmıştır. Tükürük bezlerinin salgılarıyla hamur harcı haline gelen lokmalar, kolayca yutulur. Yutulurken yanlış yola gitmeyip mideye gitmesi için nefes borusu minik dille kapanır. Gıdalar mideye gider. Mide duvarını saran kasların kasılmasıyla gıdalar sindirime hazır vaziyete gelir. Etten meydana getirilen bir poşet içinde etler ve başka gıdalar parçalanmakta ve dinimizin emrine uyulduğu takdirde yaşam boyu bu mide bozulmadan vücut sarayına hizmet etmektedir. Eğer dinimizin emrine uyularak mide tıka basa doldurulmazsa, alkol ve daha başka zararı olan maddelerle mide tahrip edilmezse, yaşamın sonuna kadar insana rahat hizmet eder.

Tırnaklar kesilmezse fazlaca uzadıkları halde, niçin kirpikler, kaşlar ve dişler uzamıyor? Dişler uzasaydı, uçlarından kesmek ne kadar zor olurdu? Kirpiklere, kaşlara ve dişlere, fazla uzatmayıp dur diyen kimdir? Aklı olanın düşünmesi ve bulması lazımdır.

Dişlerin yaratılışı da bir mükemmel! Ön dişler kalınca olsaydı gıdayı kesemezdi, azı dişler ince olsaydı gıdayı parçalayamazdı. Uçları canlı olsaydı yiyecek yerken acırdı. Köklerde sinir olmasaydı çürüdüğünü fark etmezdik. Bunların hangisi rastlantı olabilir?

Solunum sistemi:
Vücuda alınan gıdalar, enerji haline gelebilmesi için yakılır. Lüzumlu oksijenin alınıp hücrelerdeki yanma vakasından sonrasında karbondioksitin dışarı atılmasına solunum faaliyeti denir. Alınan gıdalar, hücrelerde oksijen vasıtasıyla yakılarak enerji haline döner. Yanmada meydana çıkan karbondioksit teneffüsle dışarı çıkar. Akciğerde kanın temizlenmesi için vazife gören hava, dışarı çıkarken nefes borusundaki telleri titreştirerek sesin teşekkülünü temin eder. Dışarı çıkan kirli hava, içeri giren temiz havayla karşılaştıkları halde onu kirletmez. Bunlar kendiliğinden mi oluyor? Niçin bu şekilde saat benzer biçimde çalışıyor? Bu tarz şeyleri yönetim eden kimdir? Aklı olanın bu tarz şeyleri düşünmesi gerekir.

Nefes almak ne kadar kolaydır. Astım hastasına sorarsan fazlaca yorucu ve zor. Nefes için hem burun var hem ağız, tek delik olsaydı iyi mi yiyecek yerdik. Nezle olan bir kimsenin burnu tıkanınca ağızdan nefes alıyor. Ya olmasaydı? Bu bile ne kadar bir acıma ve data işi. Bunlara rastlantı denebilir mi? Karın boşluğunda diafragma kası bulunmakta ve akciğerlere havanın girişini kolaylaştırmakta. Bu kas çalışmazsa nefes zor alınır. Bu kas oraya iyi mi gelmiş? Akciğerlerde kan temizlenen alveoller üzüm salkımı şeklinde olup daha çok havanın temizlenmesini sağlar. Bu şekilde olmasaydı temizlenen hava azca olur, daha sık nefes alıp vermek zorunda kalırdık. Bu da bizi fazlaca yorardı, iş yapamazdık. Bunlar iyi mi rastlantı olabilir?

Boşaltma sistemi:
Gıdaların posası bağırsak vasıtasıyla dışarı atılırken, kan ve hücrelerdeki besin artıkları ve vücuda zararı olan maddeler de böbrekler vasıtasıyla süzülerek dışarı atılır. Bu iki temizleme vasıtası olmasaydı vücut pislik içinde kalır, uzuvlar zehirlenir, üstelik yeni besin alma imkânı da olmazdı. Üre, ürik asit, tuz benzer biçimde maddeler kanla böbreğe gelmiş olarak idrar havuzunda toplanır. Bu idrar torbası olmasaydı sürekli idrar akıp duracaktı. Her uzvumuzu intizamlı şekilde yaratan kimdir?

Bunlar kendiliğinden mi oluyor? Niçin bu şekilde saat benzer biçimde çalışıyor? Bu tarz şeyleri yönetim eden kimdir? Aklı olanın bu tarz şeyleri düşünmesi lazımdır.

Temizleme organı olan böbreklerden zararı olan maddeler atılmakta, yararlı maddeler ise geri alınmakta, idrara verilmemektedir. Tüm kanımız böbreklerden geçerek arıtılmaktadır. Bir et parçası olan böbrek faydalıyı zararlıyı iyi mi ayırmakta? Niye hep zararı olan şeyleri atmakta? Bu şekilde rastlantı olur mu?

Besin deposu:
Birçok vazifesi olan karaciğer, erzak deposu olan bir fabrikadır. İnce bağırsakta emilerek kana karışan gıdalar karaciğerde depo edilir. İhtiyaç halinde, kullanılmak suretiyle, şeker ve asitler, glikojen halinde kullanılmaya hazır vaziyette karaciğere depo edilir. Karaciğer, yağların sindirimine destek olan safrayı çıkarır. Bu salgının, karaciğer hücreleri tarafınca süzülen zehirli artıkları bağırsak vasıtasıyla dışarı atılır. Safra kesesi olmasa yağlı gıdaları sindirmek mümkün olmaz. Karaciğerin bir kısmı alınsa, kalan kısımdaki hücreler, çoğalarak noksan kısmı tamamlar. Kısaca kendini onarım eder.

Karaciğer vücudun deposu ve toksik maddeleri temizleme yeridir. Vücut için zararı olan olan safra asitleri ve zehirli bir gaz olan amonyak burada temizlenir. Safra asitleri safra kesesinde depolanır. Amonyak ise üreye çevrilip böbreklerden atılır. Bu tarz şeyleri hangi rastlantı açıklayabilir?

Bunlar kendiliğinden mi oluyor? Bu tarz şeyleri yönetim eden kimdir? Aklı olanın bu tarz şeyleri düşünmesi gerekir.

Konuşma uzvu:
Dil, ağızdaki lokmaları çevirerek sindirime destek sunar, tat alır ve konuşur. Gıdaların tadı, acı, ekşi, tatlı, tuzlu olmak suretiyle dörde ayrılır. Dilde yaratılan özelliklerle bu gıdaların tatları bilinir, yararlı olan zararlıdan ayrılır. Gıdaların kokuları tat alma hassasiyetini artırır ve iştah meydana getirir. Böylece besin alma işi bir külfet değil, bir lezzet olur. Konuşmada da dilin önemi büyüktür. Bu özellikler nereden gelmiş, niçin gelmiş, kim yapmıştır? Aklı olanın bu tarz şeyleri düşünmesi gerekir.

Dış cephe:
Vücudu örten deri, ırka göre farklılık gösterir. Bir Japon, bir Zenci, bir Türk renginden bilinebilir. Deri, dokunma işini yapar, vücudu dış etkilerden, soğuk ve sıcaktan korur. Derinin dış tabakası ölü hücrelerden meydana gelmiştir. Derideki kıllar, saç, kaş, kirpik, aynı dokudan meydana geldiği halde, kaş ve kirpik belli bir uzunluktan fazla uzamaz. Kirpikler sürekli uzasaydı görmek zorlaşır, devamlı kirpikleri kısaltmak gerekirdi. Canlı hücrelerden cansız kıllar gerçekleştiren Rabbimiz sonsuz hikmet sahibidir. Eğer bu kıllar canlı olsaydı, tıraş olurken fazlaca acı duyardık. Canlı hücrelerin besleyip büyüttüğü tırnaklar da cansızdır. Acı duymadan fazlasını kesip atarız. Canlı vücuttan, saç, tırnak benzer biçimde ölü şeyleri kim yaratmıştır? Tesadüfen mi olmuştur?

Vücudu örten deri olmasaydı insan ne kadar korkulu görünürdü! İnsana güzellik veriyor. Derinin en üst tabakasında sinir yoktur, damar yoktur, ölü hücrelerden meydana gelmiştir. Canlı olsaydı her dokunduğumuz şey canımızı acıtırdı. Bunlar tesadüfle iyi mi açıklanabilir?

Dürbünler:
Görme organı olan göz, üç tabakadan meydana gelmiştir. En dışta sert katman olup kalınca liflerden meydana gelmiştir. Bu lifler ön tarafa erişince saydamlaşıyor ve korneayı meydana getiriyor. Bunu saydamlaştıran kim? İkinci katman damar tabakası, oda arka tarafta tamamen kapalı iken önde bir delik doğrusu göz bebeği oluşmuş ve göze rengi veren iris meydana gelmiştir.

Her uzuv mühim ise de, gözlerin önemi daha büyüktür. Gözler fazlaca hassastır. Kaşlar terlerin göze gitmesini engeller. Göz kapakları talep haricinde çalışır. Kirpikler de dışarıdan gelecek toz ve zararı olan maddelerin göze girmesine engel olur. Gözü gerçekleştiren hücrelerde görme kabiliyetini kim yaratmıştır? Öteki hücrelere bu vasfı niye vermemiştir? Göz olmasaydı, hepimiz kör olurdu. Kulaklar olmasaydı hepimiz sağır olurdu. El olmasaydı hepimiz çolak olurdu, ayaklar olmasa hepimiz kötürüm olurdu. Dil olmasa, hepimiz dilsiz olurdu. Her organ yerli yerine yerleştirilmiştir. Artık aklı olan bunlara iyi mi rastlantı diyebilir ki?

İşitme cihazları:
Kulaklar, işitme sinirleri yardımıyla sesleri işitir. İşitme sinirleri gözde, görme sinirleri kulakta olsaydı, fonksiyonunu yapamazdı. Her hücreyi yerli yerinde en güzel şekilde kim yaratmıştır? Kulak zarının gerilmiş durması ve ses dalgalarından zarar görmemesi için orta kulaktan nefes borusuna bir kanal açılmıştır. Ağzımız açık iken top patlasa kulak zarı patlamaz. Ağız kapalı da olsa burun deliklerinden giren sesle kulaktan giren ses birbirini dengeler. Kulak minik ve büyük frekanslı sesleri işitebilecek vasıfta yaratılsaydı, maddelerin atomlarındaki sesler, birbirine karışır, hem konuşulanları duyamazdık, hem de gürültü içinde yaşama imkânı kalmazdı. Her şey hikmetle yaratılmıştır. Vücutta ve kâinatta tesadüfî ve maksatsız yaratılmış hiçbir şey yoktur.

Kemik içine yerleştirilen kulaklar da mükemmel organlardır. Kulak kepçesi sesleri toplar, hem de güzel duyu görünüm verir. Kulak yolunun bitiminde zar var. Sesin titreşimini artırıp içeri ilettiği benzer biçimde, kulağın içini de korur. Orta kulakta üç tane kemik var. Küçücük bir yerde küçücük üç tane şekilli mükemmel kemik, sonrasında iç kulak, denge kanalları ve işitmeye destek kanallar… Bunlar iyi mi rastlantı olabilir?

Vücuttaki su:
Vücudun üçte ikisi sudur. İç salgı bezlerinin sıvıları, kana karışarak yaşamsal faaliyetlerde mühim rol oynar. Gıdaların sindirilmesi, kan dolaşımı, şeker ve tuz benzer biçimde maddelerin dengelerini ayarlama vazifeleri bezler yardımıyla olur.

Hipofiz, kan kaybını önler. Vücuttaki su dengesini korur. Eğer tertipli çalışmaz, fazla hormon salgılarsa dev hastalığı, azca salgılarsa cücelik meydana gelir. Bu özellikler nereden gelmiş, niçin gelmiş, kim yapmıştır? Aklı olanın bu tarz şeyleri düşünmesi gerekir.

Pankreas bezi, salgıladığı enzimlerle gıdaların vücuda yararlı hale gelmesine vesile olur. Pankreas, insülin hormonu salgılayarak kandaki şekeri ayarlar. İnsülin salgısı azalırsa şeker hastalığı meydana gelir.

Tiroid bezi, iyot ihtiva eden tiroksin hormonu salgılar. Yeterince iyot alınmazsa guatr meydana gelir. Bu bezi kim niye yaratmış?

Canlı maddesi olan protoplazma, oldukça minik ve muhteşem tanzim olunmuş bir makine gibidir. Hücre, yaşamın ilk müstakil parçasıdır. Canlılar hücreden yapılmıştır. İnsan hücresi, bir elektrik makinesine, bir radyoya benzer. İnsan vücudu otuz trilyon hücre motorundan yapılmış çok büyük bir fabrikadır. Bu özellikler nereden gelmiş, niçin gelmiş, kim yapmıştır? Aklı olanın bu tarz şeyleri düşünmesi gerekir.

Kan: Vücutta 5–6 litre kan bulunur. Plazma denilen kan suyunun içinde Alyuvarlar ve Akyuvarlar vardır. Bir milimetreküp kanda beş milyon alyuvar vardır. 30–40 gün çalıştıktan sonrasında yaşlanırlar. Dalak, bu yaşlı alyuvarları kandan alarak öldürür. Kan kaybında ve bazı hastalıklarda kandaki alyuvar sayısı azalır. Kan azalmadığı halde kandaki alyuvar azaldığından halsizlik ve kalb çarpıntısı görülür. Buna kansızlık denir.

Saray muhafızları:
Akyuvarlar
kanın muhafızlarıdır. Bir milimetreküpte 6–8 bin kadardır. Vücuda mikrop girince sayıları artar. Mikrop cenginde akyuvarlar ölür. İrin, bu akyuvar ölülerinin yığınıdır.

Lenf sistemi, vücuda giren mikropları zararsız hale getirir. Lenf düğümleri akyuvar yapım eder. Ek olarak ikinci bir bakteri hücumuna karşı koymasına destek olan bazı proteinler yapım eder. Eskiden bademciklerin vazifesi bilinmiyordu. Bugün bademciklerin de bakteri hücumuna karşı protein yapım etmiş olduğu bilinmektedir. Zaman içinde başka vazifeleri de tespit edilebilir. Dalağın da aynı işi yapmış olduğu bilinmektedir.

İlk hücumdan sonrasında tutularak muhafaza edilen bakteriler, yeni bir bakteri hücumuna karşı değiştirilip vücudun müdafaasında muhafız olarak kullanılır. Düşman askerleri olan bakteriler, lenf düğümlerinde düşmanlık vasfı kaldırılarak yeni bakterilere karşı cenk açar. Lenf sistemi hem de sindirilen yağları toplardamarlara ulaştırır. Lenf sistemi, akyuvar muhafızlarının savunma hattı olduğu benzer biçimde, gıdaların hücrelere ulaşmasını sağlar. Tesadüfî olmayan bu işlerin ne çok büyük bir sistem olduğu meydandadır. Her şeyi intizamlı şekilde yaratan Allahü teâlânın şânı fazlaca yücedir. Bu özellikleri yerli yerinde, intizamlı şekilde kim yapmıştır? Aklı olanın bu tarz şeyleri düşünmesi lazımdır.
Muntazamdır cümle işlerin senin,
Aklı ermez, hikmetine kimsenin.

]]>
http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/05/vucut-sarayi/feed/ 0 5209
Tefekkür ne demektir? http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/05/tefekkur-ne-demektir/ http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/05/tefekkur-ne-demektir/#respond Fri, 05 Apr 2019 00:11:44 +0000 Allah’a iman>Allah’ın varlığına ve birliğine iman]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5208

Sual: Tefekkürün dindeki yeri nedir?
CEVAP
Tefekkür, dinimizde mühim bir ibadettir. Tefekkür, günahlarını, mahlukları ve kendini düşünmek Allahü teâlânın yarattığı şeylerden öğrenek almaktır. Kur’an-ı kerimde iyiler övülürken buyuruluyor ki:
(Onlar ayakta iken, otururken, yanları üzerine yatarken hep Tanrı’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışını inceden inceye düşünürler. “Ey Rabbimiz, sen bu tarz şeyleri boşuna yaratmadın. Sen [boş, manasız şeyler yaratmaktan] münezzehsin. Bizi Cehennem azabından koru” derler.) [A. İmran 191]

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın azameti, Aden ve Cehennem hakkında bir an tefekkür, bir geceyi ihya etmekten iyidir.) [Ebuşşeyh]

(Tefekkür, ibadetin yarısıdır.) [İ. Gazali]

(Tefekkür benzer biçimde kıymetli yakarma yoktur.) [İbni Hibban]

(Birazcık tefekkür, bir yıl [nafile] ibadetten kıymetlidir.) [K. Saadet]

(“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelişinde [uzayıp kısalmasında] akıl sahipleri için normal olarak öğrenek verici deliller var” [A. İmran 190.] âyeti varken iyi mi ağlamayım? Bu âyeti okuyup da tefekkür etmeyene yazıklar olsun!) [İ. Hibban]

(Allahü teâlânın yarattıkları üstünde düşünün, zatı hakkında düşünmeyin!) [Beyheki]

(Sükûtu tefekkür, bakışı öğrenek olup oldukça istigfar eden kurtuldu.) [Deylemi]

Âlimler buyuruyor ki:
Tefekkür, insanı bilgili eder. Bilgili olan da amel eder. (Vehb bin Münebbih)

Tefekkür, iyilik ve kötülüğünü gösteren bir aynadır. (Fudayl bin Iyad)

Allahü teâlânın azametini düşünen insan, Ona isyan edemez. (Bişr-i Hafi)

Tefekkür zekâyı açar. (İmam-ı Şafii)

Dünyayı düşünmek, ahirete perdedir. Ahireti düşünmek, gafletten kurtarıp hikmet konuşturur. (Ebu Süleyman Darani)

Her fırsatta Allahü teâlânın yarattıklarını tefekkür etmelidir. Sözgelişi eline bakmalı. Parmakları olmasaydı, bir şeyi tutup alması ne kadar zor olurdu. Ya da parmakları asla kıvrılmasaydı, eller asla olmasaydı, gözümüz olmasaydı, gözümüz başka yerde olsaydı, halimiz iyi mi olurdu? Tırnağın sürekli büyümüş olduğu benzer biçimde, dişlerimiz de büyüseydi ne olurdu? Dişlerimiz kemikle birlikte olsaydı, çürüyünce iyi mi çekilecekti? Saç uzadığı halde, kaşın ve kirpiğin uzamadığını düşünmeli. İnsan kavak benzer biçimde büyüyüp gitseydi, ne olurdu? Bitkilerin, meyvelerin yaratılışını, yıldızların, gezegenlerin bir uyum içinde oluşunu düşünmeli. Bu tarz şeyleri ne kadar muhteşem yarattığı için Allahü teâlâya hamd etmeli! Böylece insanoğlunun imanı da kuvvetlenir. Fakat sürekli bunlarla uğraşıp da kendine ihtiyaç duyulan fıkıh bilgisini dikkatsizlik etmek ise oldukça tehlikelidir.

Tefekkür, dört türlü olur:
1- Allahü teâlânın mahlûklarındaki güzellik ve yararları düşünmek, Ona inanıp Onu sevmeye sebep olur.

2- Onun vaat etmiş olduğu sevapları düşünmek, yakarma hayata geçirmeye sebep olur.

3- Onun bildirdiği azapları düşünmek, Ondan korkmaya, fenalık etmemeye, günahtan kaçmaya sebep olur.

4- Onun nimetlerine, ihsanlarına karşılık, nefsine uyarak günah işlediğini, gaflet içinde yaşadığını düşünmek, Tanrı’tan utanmaya sebep olur. Allahü teâlâ, yerlerde ve göklerde bulunan mahlûkları düşünerek öğrenek alanları sever.

Hazret-i Musa’nın ümmetinden biri, 30 yıl yakarma eder, bir bulut kendisini gölgeler. Bigün bulut gelmez, güneşte kalır. Anası, (Bir günah işlemişsindir) der. Çocuk, (Hayır, günah işlemedim) der. Anası, (Göklere, çiçeklere bakıp da Yaratanın azametini düşünmediysen, bundan büyük hata olur mu?) der.

Her şeyi intizamlı yaratmıştır
Sual:
İman iyi mi kuvvetlenir?
CEVAP
Aşağıdaki hususları öğrenen bir kimse, Ehl-i sünnet itikadını da biliyorsa, imanı kuvvetlenir. İmanı olmayan bir kimse ise, bu tarz şeyleri incelerse, insafı ve nasibi de var ise, Allahü teâlânın varlığına ve kudretine inanır. Cenab-ı Hakkın varlığını, kudretini gösteren olaylardan birkaçı:

İnsanların, büyük bir hızlıca fezada tek başına dönmekte olan, içerisi ateş dolu yuvarlak bir gezegen üstünde, sırf yer çekimi kuvveti ile kalmış olarak yaşaması ne büyük bir vakadır. Dağlar, taşlar, denizler, canlı varlıklar, bitkiler iyi mi bir büyük kudret yardımıyla meydana gelebilmekte, gelişmekte ve türlü özellikler göstermektedir. Hayvanların bir kısmı toprak üstünde yürürken, bir kısmı havada uçar ve bir kısmı da su içinde yaşar.

Güneş, en yüksek ısıyı sağlar ve bitkilerin yetişmesini, bazılarının içinde ise, kimyevi değişimler yaparak, un, şeker ve daha başka maddelerin meydana gelmesini temin eder.

İnsan, kendi vücudunun ne çok büyük bir yapınak ve laboratuvar bulunduğunun bilincinde değildir. Oysa, yalnız nefes alıp vermek bile büyük bir kimya vakasıdır. Havadan alınan oksijen, vücutta yakıldıktan sonrasında, karbondioksit halinde dışarı çıkarılır.

Sindirim sistemi ise sanki bir fabrikadır. Ağızla alınan besin maddeleri ve içecekler, mide ve bağırsaklarda parçalanıp öğütüldükten sonrasında, vücuda yararlı kısmı, ince bağırsaklarda süzülerek kana karışmakta ve posası dışarı atılmaktadır. Bu vaka, otomatikman ve büyük bir düzen ile yapılmakta, vücut bir yapınak benzer biçimde işlemektedir.

İnsanın vücudunda oldukça karışık formüllü maddeler yapım eden, türlü türlü kimya reaksiyonları oluşturan, çözümleme meydana getiren, tasfiye eden ve zehirleri yok eden, yaraları tedavi eden, çeşitli maddeleri süzen, enerji veren tertibat olduğu benzer biçimde, muhteşem bir elektrik şebekesi, manivela tertibatı, elektronik bilgisayar, haber verme tesisatı, ışık, ses alma, tazyik yapma ve ayarlama tertibatı, mikroplarla savaşım ve onları yok etme sistemi de mevcuttur.

Kalb ise, asla durmadan işleyen çok büyük bir pompadır. Tüm bu maddi mükemmellik yanında anlama, düşünme, ezberleme, anımsama, yargı ve karar verme benzer biçimde oldukça çok büyük, içsel kudretler de bulunmaktadır. Bu kudretlerin kıymetini ölçmek, insanoğlu için imkansızdır. Demek ki, insanoğlunun bedeni yanında bir de ruhu mevcuttur.

Canlı-cansız varlıklardaki bu nizamı inceleyerek, bir yaratıcının bulunduğuna inanan, Peygamber efendimizin bildirdiklerinin hepsine inanmadıkça Müslüman olmaz.

]]>
http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/05/tefekkur-ne-demektir/feed/ 0 5208
Allah’ı kim yarattı denemez http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/04/allahi-kim-yaratti-denemez/ http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/04/allahi-kim-yaratti-denemez/#respond Thu, 04 Apr 2019 19:11:01 +0000 Allah’a iman>Allah’ın varlığına ve birliğine iman]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5207

Sual: (Allah’ı kim yarattı) diyenler oluyor. Yaratıcı mahluk olur mu asla?
CEVAP
Normal olarak yaratan yaratılmış olmaz; şundan dolayı yaratıcı, varlığının başlangıcı ve sonu olmayan, var olmak ve varlıkta durmak için hiç kimseye muhtaç olmayan, anlamına gelir. Onu kim yarattı diye sorulursa, bunun sonu gelmez, sonsuza kadar gider. Bu da mümkün olmaz. Hâşâ, Allah’ı biri yarattı denirse, Tanrı yaratıcı değil, mahluk doğrusu yaratılmış olur. Mahluk, doğrusu yaratılmış olan ise, yaratıcı olmaz. Bunun için, varlığı kendiliğinden olan ve varlığının başlangıcı olmayan tek bir yaratıcı bulunması gerekir, o da Allahü teâlâdır. İki hadis-i şerif meali şöyledir:

(Şeytan, “seni kim yarattı” diye vesvese verince, “Tanrı yarattı” denirse, “Onu kim yarattı” diye, vesvese verir. Kendisine, bu şekilde vesvese gelen kimse, “Ben Tanrı ve Resulüne inanç ettim” desin.) [Buhari]

(Tanrı’ın yarattığı şeyleri tefekkür edin, fakat zâtını tefekkür etmeyin.) [Ebuşşeyh]

Tanrı’ın yaratma enerjisini idrak etmek için
Sual:
Tanrı’ın varlığına inanmayan bazı kimseler, (Tanrı her şeye gücü yetiyorsa, kendisi benzer biçimde bir ilah yada kaldıramayacağı bir taş yaratabilir mi?) benzer biçimde sorular soruyorlar. Yanıt verir misiniz?
CEVAP
Bunlar benzer biçimde sorular sorarak güya Müslümanları zor duruma sokmaya çalışıyorlar. Aklı ve bilimsel olan kimse için bu soruların cevapları oldukca basittir.

Kur’an-ı kerimde iki ilah olursa, yerin göğün nizamının bozulacağı bildirilmektedir. (Enbiya 22)

Her şeyi yaratmaya gücü yetenin, ikinci bir ilaha ihtiyacı olmaz. İki yada daha oldukca ilah olunca arada anlaşmazlıklar çıkar. İki başlı yönetim yürümez. İki amir olmaz. İnsanlar bile tecrübeleriyle bunu tespit edip, veciz sözlerle itiraf etmişlerdir. Bu konudaki atasözlerinden bazıları şöyledir:

Bir küllükte bir horoz olur.
Bir gemide iki kaptan olmaz.
Bir gemiyi iki kaptan batırır.
Bir tahta iki padişah sığışmaz
.
İki karılı ev süpürülmeden kalır.
İki aslan bir posta sığmaz.
İki cambaz bir ipte oynamaz.
Dokuz derviş bir kilimde uyur da, iki padişah bir iklime sığmaz.

Tanrı’ın yaratma enerjisini idrak etmek için Allahü teâlâyı ve tüm sıfatlarını iyi bilmek gerekir. Allahü teâlânın kıdem sıfatı da vardır. Şu demek oluyor ki evveli yoktur, mahluk, doğrusu mahlûk değildir. Tanrı’ın yarattığı her şey mahlûk olur. (Tanrı, evveli olmayan, doğrusu kıdem sıfatlı bir varlık, doğrusu bir ilah yaratabilir mi?) demek tenakuz [çelişki] olur. Yaratılan şey yaratıktır, mahlûktur. (Bir şey yarat ki, mahlûk olmasın!) denmez. Şundan dolayı yaratılan şey mahlûk olur. Mahlûk olan şey de yaratıcı olmaz. Onun için, (Tanrı kendisi benzer biçimde yaratıcı olan bir ilah yaratabilir mi?) sözü, mantıksız, tutarsız bir sözdür.

Her mahluk, bir yaratıcı tarafınca yaratıldı gerçeği kabul edilmezse, inanmayan da bu işe yanıt veremez. Örnek olarak bir kimse, ben nereden geldim dese, bu sırayla Hazret-i Âdem’e kadar gider. Ondan sonrasında, Onun topraktan yaratıldığı, toprağı da Tanrı’ın yarattığı anlaşılır. İnanmayanların söylediği benzer biçimde, Allah’ı da başka bir ilah yarattı denirse, bu oldukca yanlış olur, şundan dolayı bu sefer de onu kim yarattı denir. Onu da bir başkası yarattı denirse, bu sefer peki onu kim yarattı denir. Bu sonsuza kadar bu şekilde sürüp gider, bir netice alınamaz. Her şeyin bir sebebi vardır. Bu sebepleri kendisinin sebebi ve başlangıcı olmayan biri yaratabilir o da Tanrı’tır.

Allah’ı cisim benzer biçimde, insan benzer biçimde düşünenler, (Tanrı kaldıramayacağı taş yaratabilir mi?) diye soruyorlar. Tüm kâinatı aniden yok edebilir. Hepsini de aniden yaratabilir. Kur’an-ı kerimde mealen, (Ol dememiz kâfidir) buyuruluyor. Bir taşa ağırlık veren, yer çekimi kuvvetini yaratan Odur. Yer çekimini yaratmasa idi, ağırlık da olmazdı. Yarattığı her şeye hâkimdir, gücünün yetmeyeceği bir şey olmaz. Yarattığı her şeye gücü yeter. Her şeye gücü yetenin gücü yetmediği şey olmaz. Gücü yetmediği bir şey, kaldıramadığı bir taş yaratabilir mi demek mantıksızlık olur.

Bilincinde olmadan Tanrı’a inanmak
Sual:
Evrende gördüğümüz maddelerin öncesiz olması mümkün müdür?
CEVAP
İslam âlimleri diyor ki:
Öncesiz olan şey değişmez. Sonradan olan değişmiş olur. Maddenin [elementlerin] fizik ve kimya özellikleri değişmektedir. Demek ki maddeler öncesiz değildir. Maddeler, ezelde değişmemiş olsalardı, şimdi de, asla değişmezdi. Öncesinden değişmek yoktu, sonradan değişmeler oldu da denilemez. Şundan dolayı, değişmek için, bir kuvvetin etki etmesi gerekir. Değişmek sonradan başlayınca, kuvvetin de, sonradan var olduğu, öncesiz olmadığı anlaşılır.

Görülüyor ki, maddenin öncesiz bulunduğunu söylemek, doğa kuvvetlerinin sonradan olduklarını, öncesiz olmadıklarını ortaya koymaktadır.

Fen ve doğa bilginleri, birçok nebat ve hayvan nesillerinin tükenip yok olduklarını, birçok türlerin de, sonradan meydana geldiklerini anlamışlardır. Canlı, cansız her şeyin bir ömrü vardır. Her şeyin ömrü, doğrusu varlıkta kalma zamanı başkadır. Ömrü saniye ile ölçülen varlıklar olduğu benzer biçimde, asırlarca yaşayanlar da vardır. En uzun ömürlü varlıklar, element denilen rahat cisimlerdir. Bunların ömürlerinin oldukca uzun olması, tabiatçıları şaşırttığı için, (Cisimler yok olur, maddenin fizik ve kimya özellikleri değişmiş olur; fakat madde yok olmaz) demişlerdir. Oysa, maddenin, cisimlerin değişmelerinin sonsuz olarak, bu şekilde gelip, bu şekilde gideceğini söylemek, ister istemez, öncesiz ve sonsuz olan varlığa inandığını söylemek ve kabul etmektir. Bu da Allahü teâlânın varlığının, öncesiz bulunduğunu, maddecilerin ve tabiatçıların da inkâr edemeyeceklerini göstermektedir.

Ateistler, canlı cansız, her şeyin sonsuz olarak, birbirlerinden meydana geldiklerini, ayrıca, elementlerin asla yok olmadıklarını söylüyorlar. Oysa, elementler de atomlardan meydana gelmiştir. Atom yığınlarıdır. Atomlar da yoktan var edilmiştir. Elementler sonsuz öncelerde var olup, her şey bunların çeşitli birleşmelerinden, öncesiz meydana gelseydi, bu tarz şeyleri birleştirmek için, sonsuz öncelerde, çok büyük enerjinin, sonsuz kudretin bulunması gerekirdi. Şundan dolayı, enerji olmadan, atomlar birleşemez. Öncesiz olması ihtiyaç duyulan o kudret, her şeyi yoktan yaratanın kudretidir. Demek ki, ateist de kendi mantığına nazaran, ister istemez, Tanrı’ın varlığını kabul etmiş olmaktadır. Atomlar da, elementler de, sonsuz öncelerde yoktu, sonradan oldu. Öncesiz olan yalnız Allahü teâlâdır.

Diyorlar ki: Bir şeyin var olması için, o şeyi gerçekleştiren şeyin öncesinden var olması gerekir. Bunun da var olması için, bunu gerçekleştiren şeyin de var olması gerekir. Öncesiz demek, ucu, başlangıcı yok anlamına gelir. Başlangıçta bir şey eğer olmazsa, ondan meydana gelecek şeyler de olmaz. Mevcut şeylerin hiçbirinin var olmaması gerekir. O halde, her maddenin, her tür varlığın, öncesinden yok iken sonradan var edilmiş, tek bir şeyden çoğaldığı anlaşılmaktadır.

Maddecilerin (sonsuz öncelerde var olmak = öncesiz var olmak) sözleri, maddeler, cisimler için, mümkün değildir. Sadece madde olmayan, bir yaratıcı için bu mümkün ve gereklidir. Varlıkların meydana gelmesinde çelişki olmaması, doğrusu bir başlangıcın olması için bu şarttır.

Görülüyor ki, öncesiz olan doğrusu öncesiz, madde olmayan bir varlık vardır. Bu varlık inkâr edilirse, şu görülen tüm varlıklar inkâr edilmiş olur. Mevcut varlıkları inkâr etmek mümkün olmadığına nazaran, zaruri olarak bu tarz şeyleri yoktan yaratan ve kudreti sonsuz olan bir varlığa inanmak mecburiyeti ortaya çıkmaktadır. Bu varlık elbet Allahü teâlâdır.

Tanrı’ın varlığı
Sual:
Tanrı’ın varlığının kendinden olduğu, sonradan var olmadığı iyi mi kanıtlama edilir?
CEVAP
Ahmed Asım Efendi buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, hâşâ öncesiz olmasaydı, sonradan var olsaydı, Onu yaratan bir yaratıcı bulunurdu. Bu yaratıcı öncesiz ise, Tanrı odur. Sonradan var olduysa, onu da yaratan biri lazım olur. Böylece, öncesiz olmayan yaratıcılar zinciri mevcut olur. Bu zincire teselsül denir. Teselsül ise imkânsızdır. Şu şekilde ki: Bir şeyin sonsuz yaratıcılarını, birinciden başlayarak, sonsuz olarak, yan yana dizelim. İkinci yaratıcıdan başlayarak, ikinci bir sıra daha düşünelim. Sonsuza giden ikinci sıra, birinci bayağı bir noksan olduğundan, kısadır. Kısa olana sonsuz denilemez. İkinci sıra, sonsuz olamadığı için, bundan bir fazla olan birinci sıra da, sonsuz olması imkansız. Şu demek oluyor ki, bir ucu sonsuza giden yarım doğru düşünülebilir; fakat böyle bir durum mevcut olması imkansız. Teselsül olması imkansız. Sonsuz sayıda yaratıcılar olması imkansız. Sonsuz mevcud bir yaratıcı olur. Bu tek yaratıcı, ezelidir, ebedidir, sonsuz olarak vardır. Varlığı kendindendir, başkasından değildir. (Emali kasidesi şerhi)

]]>
http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/04/allahi-kim-yaratti-denemez/feed/ 0 5207
Allahü teâlâ ilah değil mi? http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/04/allahu-teala-ilah-degil-mi/ http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/04/allahu-teala-ilah-degil-mi/#respond Thu, 04 Apr 2019 14:10:49 +0000 Allah’a iman>Allah’ın varlığına ve birliğine iman]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5206

Sual: Bir felsefeci, (İlah diye bir şey yoktur. La ilahe illallah, “İlah yoktur, Tanrı vardır” anlama gelir) diyor. Bu şekilde söylemek uygun mu?
CEVAP
Uygun değildir; şu sebeple Allahü teâlâ, ilahtır. İlah, her şeyi yoktan var eden ve her an varlıkta durduran anlama gelir. (Ş. Nübüvve)

La ilahe illallah
demek, ilah yok demek değil, Tanrı’tan başka ilah yoktur anlama gelir.

La ilahe = ilah yoktur, illallah = sadece Tanrı vardır diye cümle bölünürse, yukarıdaki benzer biçimde yanlış anlaşılır. Sözcük sözcük değil, cümle olarak ele almak gerekir.

İlah normal olarak vardır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Yahudiler Tanrı’ı bırakıp hahamlarını, Hristiyanlar da rahiplerini ve Meryem oğlu İsa’yı Rab edindiler. Hâlbuki onlara sadece, tek ilaha kulluk etmeleri emrolundu. Ondan başka ilah yoktur.) [Tevbe 31]

(Tanrı’la beraber, bir ilah daha tanıma.) [İsra 22]

(De ki: Bana, ilahınızın bir tek Tanrı olduğu vahyedildi.) [Enbiya 108]

Bu âyet-i kerimelerde de, Allahü teâlânın tek ilah olduğu bildirilmektedir.

Ek olarak, her namazda okuduğumuz Sübhaneke’nin sonunda (ve la ilahe gayrüke) deniyor. Buradaki gayrüke, “senden gayrı” anlama gelir. (La ilahe gayrüke) ifadesiyse, (Senden başka ilah yoktur) anlama gelir. Kısaca, ilah bir tek sensin anlama gelir. İlah yok demek, yaratıcı yoktur, Tanrı yoktur demek olur.

]]>
http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/04/allahu-teala-ilah-degil-mi/feed/ 0 5206
Allah’ın birliğini ispat http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/04/allahin-birligini-ispat/ http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/04/allahin-birligini-ispat/#respond Thu, 04 Apr 2019 09:10:44 +0000 Allah’a iman>Allah’ın varlığına ve birliğine iman]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5205

Sual: Allahü teâlâ bir bulunduğunu Kur’an-ı kerimde bildirmiş midir?
CEVAP
Onlarca defa bildirmiştir. Birkaçı şöyleki:
(İlahınız bir tek ilahtır. Ondan başka ilah yoktur.) [Bekara 163]

(Tanrı’tan başka ilah yoktur.) [Bekara 255, Al-i İmran 2, Nisa 87, Taha 8, Tegabün 13]

(Ondan başka ilah yoktur.)
[A.İmran 6,18, Enam 102, Tevbe 31, Hud 14, Rad 30, Müminun 116, Kasas 88, Fatır 3, Zümer 6, Mümin 3,62,65, Müzzemmil 9]
(Tanrı üçtür demeyin! Tanrı, sadece bir tek ilahtır.)
[Nisa 171]

(O sadece bir tek ilahtır.) [Enam 19]

(İlahınız tek bir ilahtır.) [Nahl 22]
(İki ilah edinmeyin, O sadece bir ilahtır. O halde yalnız benden korkun.)
[Nahl 51]
(Tanrı’tan başka ilahlar olsaydı, bu ilahlar, Arşın sahibi Tanrı’a normal olarak bir yol ararlardı. İlahlıkta ortaklık olmaz. Onun için, Tanrı ile savaşıp Onu yok etmeye çalışırlardı.)
[İsra 42]
(Tanrı’tan başka ilah olsaydı, her ilah, kendi yarattığını yönetim eder, bigün normal olarak biri diğerlerine galip gelirdi. Tanrı, onların vasfettiklerinden münezzehtir.)
[Müminun 91]
(Sizin ilahınız, normal olarak kendisinden başka ilah olmayan Tanrı’tır.)
[Taha 98]
(Tanrı’tan başka, yerde-gökte ilahlar olsaydı, yerin-göğün nizamı bozulurdu. Arşın rabbi olan Tanrı, onların vasfettiklerinden münezzehtir, Tanrı’tan başka ilah yoktur.)
[Enbiya 22]
(Ey Resulüm, senden önceki her peygambere, “Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk edin” diye vahyettik.)
[Enbiya 25]

(Her şeyi O yaratmıştır.) [Enam 101]
(İlahınız birdir.) [Saffat 4]

(O Tanrı birdir.) [Zümer 4]

(O Tanrı tektir.) [İhlas 1]
Birliğini ispat
Sual:
Allahü teâlânın birliği iyi mi ispat edilebilir?
CEVAP
Allahü teâlânın varlığı ve birliği, ilmî ve aklî yollar ile de ispat edilmiştir. Kelam âlimleri, aklî yollarla eseri görüp, müessirin [buna tesir eden, bunu yapanın] var bulunduğunu bildirmişlerdir. Hukema, kısaca fen bilgilerine de vakıf olan hikmet ehli âlimler ise, ilmî usule gore, müessirin kudretini görerek, her şeyi bunun yaptığını bildirmişlerdir. Allahü teâlânın var ve bir bulunduğunu gösteren delillerden bazıları şöyledir:

1- Bir âyet-i kerime meali:
(Eğer yer ile gökte, Tanrı’tan başka ilahlar olsaydı, bunlardaki düzen bozulur, karma karışık olurdu.) [Enbiya 22]

Bu âyet-i kerimenin işareti kâinatın yaratıcısının iki olduğu farz edilse, bu iki yaratıcının işleri, birbirinden, ya değişik yada aynı olur. Birbirinden değişik olursa, âlem bozulur. Kısaca gökler ve yerin bu özel düzeninden çıkmasını ve yok olmasını yada birbirine zıt şeylerin aynı anda bir araya toplanmasını gerektirir. Örneğin, iki ilahtan biri, bir insanoğlunun hareketini, diğeri de o anda hareket etmeyip oturmasını dilese, ilah oldukları için kudretleri o insana etki edince, iki zıttın birleşmesini gerektirir. Bu ise, mümkün değildir. Şu sebeple, iki zıt şeyin, aynı anda bir araya gelmesi, mümkün değildir. Kısaca, o insan, aynı anda hem hareketli, hem hareketsiz olması imkansız. Ya hareketlidir yada hareketsizdir.

İki ilahın bir konudaki işi değişik olursa, biri bu iş şöyleki olsun, diğeri de hayır bu şekilde olsun derse, o işte ikisinden birinin istediği olursa ikisinden birinin âcizliğini gösterir. Âcizlik ise, sonradan olma, kısaca yaratılma alametidir. Bu ise, ilahlığa yakışmaz. Sonradan yaratılan ilah olması imkansız.

2-
Kâinatın yaratıcısının hâşâ iki olduğu farz olunsa, ikisinden biri, dilediğini yapmakta ya kâfi olur yada olmaz. Biri, yaratıcı olarak, dilediğini yapmakta kâfi ise, ikinci ilahın gereksiz ve fazla olması gerekir. Bu ise, noksanlıktır. Noksan olan ise, ilah olması imkansız. Eğer ikinci ilah, dilediğini yapmakta kâfi gelirse, birinci ilahın yok olması yada atıl olması gerekir. Atıl olan, ilah olur mu asla? Atıl, iş yapmaz, işe yaramaz anlama gelir.

3-
İki ilah olduğu farz edilse, ya birbirine muhtaçtır, ya değildir. Veya biri diğerine muhtaç olup, diğeri ona muhtaç değildir. Eğer ikisi birbirine muhtaç ise, ikisinin de noksan olması gerekir. Noksan olan ise, ilah olması imkansız. İkisi birbirine muhtaç değilse, ikisi de ilah olması imkansız. Her biri, diğerine gore, fazla ve lüzumsuzdur. Bu da, ilahlık vasfına zıttır. Şu sebeple ilah, her şeyin kendisine, her an muhtaç olduğu ve her şeye kâfi olan bir varlık olup, buna gerekseme duyulmaması olması imkansız. Biri diğerine muhtaç ise, muhtaç olan ilah olması imkansız. Bir tek muhtaç olmayanın ilah olması kısaca ilahın bir olması lazım gelir.

Bu âlemin mutlak bir yaratıcısı vardır. O, bu âlemi yaratmayı dilemiş ve yaratmıştır. Eğer o dilemeseydi, yaratmasaydı hiçbir şey var olamazdı. Hiçbir şey, kendi kendine var olması imkansız. Her şeyi mutlak bir yaratan vardır. Kalem, kendi kendine yazmaz. Yazması için, kesinlikle bir sebep lazımdır. Bu sebep ise, her insanın bilmiş olduğu şeklinde, katiptir. Katipsiz kalemin yazması iyi mi mümkün değil ise, bir yaratıcı olmadan, âlemin var olması da, mümkün değildir.

4-
Yaratıcının iki olduğu farz olunsa, onlardan biri, bir kimsenin kalkmasını dilediği anda, ötekinin de, onun oturmasını dilediğini farz edelim. O kimsenin hem kalkması, hem de oturması mümkündür. Fakat, iki ilahın iradeleri aynı anda hasıl olunca, o kimsenin aynı anda hem oturması, hem de kalkması gerekir. Bu ise, iki zıt şeyi birleştirmek olduğundan imkansızdır. Eğer, yalnız birinin dilediği hasıl olursa, ötekinin âciz olması lazım gelir. İlahın âciz olması muhaldir. Şu sebeple âcizlik, mahluklarda bulunur. Yaratık olanın ise, ezelde var olması muhaldir. Öncesiz âcizlik muhal olduğu şeklinde, ilahın âciz ve hadis olması da muhaldir. Eğer, öteki ilah için, o kimsenin oturmasını irade etmek mümkün olmaz ise, ikisinden biri, ötekinin iradesine engel olduğundan âciz olmuş olur. Âciz olan ise, ilah olması imkansız.

Âlemde mevcut olan varlıklar, kendi kendilerine var ve yok olamazlar. Onlara bir etki eden, kısaca onları bir yaratan vardır. Madem ki, âlemler ve âlemlerde mahluklar vardır. Öyleki ise, âlemleri ve âlemde olan mahlukları bir yaratan vardır. Mahlukların var olması, bu yaratıcının varlığına bir delildir ki, bu yaratıcı Allahü teâlâdır. Âlemdeki mahlukların sıfatları vardır. O halde onları yaratan Allahü teâlâda da bu sıfatlar vardır.

Hiçbir şey yok idi. Kâinatı ve her şeyi Allahü teâlâ yarattı. Hepsi mahluktur. Kısaca, yok iken var olabilir ve var iken de yok olabilir ve yok iken var olmuştur. (Allahü teâlâ var idi. Hiçbir şey yok idi) hadis-i şerifi, bunu bildiriyor.

Âlemin hadis bulunduğunu gösteren öteki bir kanıt de, âlemin devamlı bozularak değişmesidir. Her şey değişmektedir. Kadim olan şey ise, asla değişmez. Allahü teâlânın zatı ve sıfatları böyledir. Bunlar asla değişmez. Oysa âlemde, fizik vakalarında, maddelerin hâl değiştirmesi oluyor. Kimya reaksiyonlarında, maddelerin aslı, yapısı değişiyor. Cisimlerin yok olarak, başka cisimlere döndüğünü görüyoruz. Bugün yeni malum atom değişmelerinde ve çekirdek reaksiyonlarında, madde, element de yok oluyor. Enerjiye dönüyor. Âlemlerin, maddelerin bu şekilde değişmeleri, birbirlerinden hasıl olmaları, sonsuzdan gelemez. Bir başlangıcı olması, yoktan var edilmiş olan ilk maddelerden, elementlerden hasıl olmaları gerekir.

Âlemin mümkün olduğuna, kısaca yok iken var olabileceğine başka bir kanıt de, âlemin hadis olmasıdır. Kısaca her şeyin yok iken var olduklarını görüyoruz. Cisimler yok oluyor. Bunlardan, başka cisimler meydana geliyor. Sadece, son kimya bilgimize gore, yüz beş madde, kimya reaksiyonlarında, asla yok olmuyor. Yalnız yapıları değişiyor. Radyoaktif vakalar, elementlerin, hatta atomların da yok olduklarını, maddenin enerjiye döndüğünü ispat etmiştir. Hatta Alman fizikçisi Einstein, bu değişmenin matematik formülünü ortaya koymuştur.

Cisimlerin durmadan değişmeleri, birbirlerinden hasıl olmaları, sonsuzdan gelmiş olarak değildir. Bu şekilde gelmiş, bu şekilde gider denilemez. Bu değişmelerin bir başlangıcı vardır. Değişmelerin başlangıcı vardır demek, maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır anlama gelir. Hiçbir şey yok iken, hepsi sonradan yoktan yaratılmıştır anlama gelir. İlk, birinci olarak maddeler yoktan yaratılmış olmasalardı ve birbirlerinden hasıl olmaları, sonsuz öncelere doğru uzasaydı, şimdi bu âlemin yok olması lazım olurdu. Şu sebeple, âlemin sonsuz öncelerde birbirlerinden var olabilmesi için, bunu oluşturan maddelerin daha ilkin var olmaları, bunların da var olabilmeleri için, başkalarının bunlardan ilkin var olmaları lazım olacaktır. Sonrakinin var olması, öncekinin var olmasına bağlıdır. Önceki var eğer olmazsa, sonraki de var olmayacaktır. Sonsuz ilkin demek, bir başlangıcı yok anlama gelir. Sonsuz öncelerde yoktan var olmak demek, ilk kısaca başlangıç olan bir varlık yok anlama gelir. İlk, birinci varlık olmayınca, sonraki varlıklar da olması imkansız. Her şeyin devamlı yok olması lazım gelir. Her birinin var olması için, bir öncekinin var olması lazım olan sonsuz sayıda varlıklar dizisi olması imkansız. Hepsinin yok olmaları lazım olur.

Âlemin şimdi var olması, sonsuzdan var olarak gelmediğini, yoktan var edilmiş bir ilk varlığın bulunduğunu göstermektedir. Âlemin yoktan var edilmiş olduğuna, o ilk yaratıktan hasıl ola ola, bugünkü âlemin var olduğuna inanmak gerekir.

Mevcud şey ikidir: Biri, yok iken, sonradan mevcud (mahluk), ikincisi hep mevcud (Vacib)dir. Eğer mevcud yalnız mahluk olsaydı ve vacib-ül-vücud bulunmasaydı, hiçbir şey var olamazdı. Şu sebeple, yok iken var olmak, bir değişikliktir, bir vakadır. Fizik bilgimize gore, her cisimde bir vaka olması için, bu cisme dışardan bir kuvvetin etki etmesi, bu kuvvet kaynağının, bu cisimden ilkin var olması lazımdır. Bunun için, yaratık olan, kendi kendine yoktan var olması imkansız ve varlıkta durması imkansız. Ona bir kuvvet etki etmeseydi, hep yoklukta kalırdı. Var olamazdı. Kendini var edemeyen, başka mahlukları da normal olarak yaratamaz. Mahlukları yaratanın, vacib-ül-vücud olması lazımdır. Âlemin var olması, bunu yoktan var eden bir yaratıcının var bulunduğunu gösteriyor.

Görülüyor ki, sonradan olmayarak ve mahluk olmayarak, kısaca hep var olarak, tüm yaratıkların tek yaratıcısı, sadece vacib-ül-vücud olan Allahü teâlâdır.

Vacib-ül vücud
, varlığı mutlak lazım olan anlama gelir. Varlığı başkasından olmayıp, sadece kendindendir, kısaca kendi kendine hep vardır anlama gelir. Başkası tarafınca yaratılmadı. Eğer bu şekilde eğer olmazsa, mahluk olması, başkası tarafınca yaratılması lazım olur. Yaratılan ise ilah olması imkansız. Farsça’da, (Huda) demek, kendi kendine hep var olucu, kısaca kadim anlama gelir. (İmam-ı Razi, Kadı Beydavi)

]]>
http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/04/allahin-birligini-ispat/feed/ 0 5205
Allah’a iman nedir? http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/04/allaha-iman-nedir/ http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/04/allaha-iman-nedir/#respond Thu, 04 Apr 2019 04:09:02 +0000 Allah’a iman>Allah’ın varlığına ve birliğine iman]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5204

Sual: Allah’a iman ne anlama gelir?
CEVAP
İmanın birinci şartı, Allah’a imandır. Amentü’deki, (billahi) ifadesi, Allahü teâlânın varlığına, birliğine inanmayı, iman etmeyi bildirmektedir.

Allahü teâlâ birdir, Ondan başka ilah yoktur. Her şeyi yaratan Allahü teâlâdır. Yerde ve göklerde bulunan tüm varlıkları, maddeleri, cisimleri, özellikleri, vakaları, kuvvetleri, kanunları, bağlantıları yaratan, yalnız Odur. Ondan başka yaratıcı yoktur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Her şeyi yaratan Tanrı’tır.) [Zümer 62]

(Her şeyin yaratıcısı olan Rabbiniz Tanrı’tır.) [Mümin 62]

Tanrı’ı tanımak
Sual:
(Tanrı’ı tanıyan kurtulur) deniyor. Bir çok, yakarma ediyor. Yakarma edenler Tanrı’ı tanımamış mı oluyor? Tanrı’ı tanımak ne anlama gelir?
CEVAP
Tanrı demekle, yakarma etmekle, Tanrı tanınmış olmaz. Örneğin, Ehl-i kitap da Tanrı diyor yada bid’at fırkaları da Tanrı diyor. Selefiler, (Tanrı gökte) diyor. Bazı kimseler de, tabiatı yaratıcı bilip, sıkışınca Tanrı diyorlar. Allahü teâlânın tek yaratıcı ve mutlak kudret sahibi olduğuna inanmıyorlar. Bunlar Tanrı’ı tanımış olmuyorlar.

Tanımak, ilkin Amentü’deki altı esasa dinimizin bildirdiği şekilde inanmakla olur. İkincisi, sevmek ve itaat etmek şarttır. Onun komut ve yasaklarına meydan okuyan, inkâr eden, Onu tanımış olmaz. Söz dinlemeyenin, örnek olarak haramlardan kaçmayıp ibadetleri yapmayanın, (Ben Tanrı’ı iyi tanıyorum) demesi, yalancılık olur.

Tanrı’ı tanımak
Sual:
Tanrı’ı tanımak iyi mi olur?
CEVAP
Allahü teâlânın zâtî ve sübutî sıfatları bilinirse sorun kalmaz. Her bakımdan Tanrı’ı tanımak mümkün olmaz. Örneğin ezelîdir deniyor. Ezelî olmayı anlayamayız. İhlâs suresinde, (Doğmadı) buyuruluyor. Bunu da idrak etmek mümkün olmaz. Bir tek inanacağız. Zatı hakkında bir şey düşünmek zararı dokunan olur. Şu sebeple (O hiçbir şeye benzemez) buyuruluyor. O vakit bir şeye benzetme yapmak yanlış olur. Bunun için âlimlerimiz, (Allahü teâlâyı tanımak, anlaşılamayacağını anlamaktır. Kısaca akılla anlaşılmaz) buyurmuşlardır.

Kâinat tesadüfen yaratılmamıştır!..
Sual: Kendilerini bilim adamı diye tanıtan bazı kimseler, “bu kâinat ve içindekiler rastgele, tesadüfen olmuştur, bir yaratıcısı yoktur” diyorlar. Bunların sözlerinde gerçeklik oranı olabilir mi?
Yanıt:
Dünyanın her yerinde ayrı ayrı manzaralar var. İnsan bakmaya doyamıyor. Bunlar kendi kendisine mi var olmuş? Her varlık, hep hesaplı ve tertipli, sanki her şey aynı bir makineden çıkmış benzer biçimde. Her şey fizik, kimya, biyoloji, astronomi kanunlarına bağlı. Hele, insanoğlunun yaratılışındaki uyum ve düzen! İçimizdeki organların, bir makinenin parçaları benzer biçimde, beraber emek harcaması, anlayanları fanatik bırakmaktadır. Darwin bile;
“Gözün yapısındaki intizamı, incelikleri düşündükçe, hayretten tepem atacak benzer biçimde oluyor” demiş.

Tüm varlıklar, birbirlerine değişmez kanunlarla bağlı. Dine inanan tüm din sahipleri, bu tarz şeyleri yaratan, bilen, bir Hâlık kısaca Yaradan var diyor. Hiçbir dine inanmayanlar ise, her şey rastgele, tesadüfle var olmuş diyor. Her şeyin sahibi yaratıcısı, Peygamberleri ile haber de gönderiyor.
(Her şeyi ben yarattım. Hepinizin sahibi benim. Bana inanırsanız, sizi Cennetime koyacağım. Sayısız nimetler vereceğim. Sonsuz zevk ve mutluluk içinde yaşayacaksınız. Peygamberlerime inanmayanları Cehennemde sonsuz cezalandıracağım) diyor.

Aden ve Cehennem yok ise, Peygamberlere, ahirete inanmış olanlar, aldanmış ise, bunlar asla zarar görmeyecek. Fakat Peygamberlerin sözleri doğru olduğundan, bunlara inanmayanlar ve bunların sözlerini değiştirenler, sonsuz azap göreceklerdir.

Her şeyi yaratan Allahü teâlâdır
Sual: Allahü teâlâya tam iman edebilmek için, iyi mi inanmalı, neleri bilmelidir?
Yanıt:
Mevzu ile ilgili olarak Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri, İ’tikâdnâme kitabında buyuruyor ki:
“İmanın altı şartından birincisi, Allahü teâlânın tüm varlıkların yaratıcısı olduğuna inanmaktır. Dünya ve ahiret âleminde bulunan her şeyi, maddesiz, zamansız ve benzersiz olarak yoktan var eden, sadece Allahü teâlâdır diye kati inanmaktır. Her maddeyi, atomları, molekülleri, elementleri, bileşikleri, organik cisimleri, hücreleri, yaşamı, ölümü, her vakası, her reaksiyonu, her çeşit kuvveti, enerji çeşitlerini, hareketleri, kanunları, ruhları, melekleri, canlı cansız her varı, yoktan var eden ve hepsini, her an varlıkta bulunduran, yalnız Odur. Hiçbir şeyi yok iken, aniden yarattığı benzer biçimde, daima, birbirlerinden de var etmektedir. Kıyamet günü, her şeyi aniden gene yok edecektir.

Her varlığın yaratanı, sahibi, hâkimi Odur. Onun hâkimi, amiri, üstünü yoktur diye inanmak lazımdır. Her üstünlük, her kemal ödat, Onundur. Onda, hiçbir kusur, hiçbir noksan ödat yoktur. Dilediğini yapabilir. Yaptıkları, kendine yada başkasına yararlı olmak için değildir. Bir karşılık için yapmaz. Bununla birlikte, her işinde, hikmetler, faydalar, ve ihsanlar vardır.

Kullarına iyi, yararlı olanı vermeye, kimisine sevap, kimisine azap hayata geçirmeye zorunlu değildir. Asilerin, günah işleyenlerin hepsini Cennete koysa, ihsanına yakışır. İbadet edenlerin hepsini Cehenneme atsa, adaletine uygun olur. Fakat iman edenleri Cennete sokacağını, bunlara sonsuz nimetler vereceğini, kâfirlere ise, Cehennemde sonsuz azap edeceğini dilemiş ve bildirmiştir. Tüm canlılar iman etse, itaat etse, Ona hiçbir faydası olmaz. Tüm âlem kâfir, azgın, taşkın olsa, karşı gelse, Ona hiçbir zarar vermez. Kul, bir şey yapmak dileyince, O da isterse, o şeyi yaratır. Kullarının her hareketini ve her şeyi yaratan Odur. O dilemezse, yaratmazsa, hiçbir şey hareket edemez. Onun işine, kimse karışamaz. Şirkten, küfürden başka, herhangi büyük günahı işleyip, tövbesiz ölen kimseyi, dilerse affeder, minik bir günah için de dilerse azap eder. Kâfir, mürtet olarak ölenleri asla affetmeyeceğini, bunlara sonsuz azap edeceğini bildirmiştir.”

]]>
http://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/04/allaha-iman-nedir/feed/ 0 5204