İdare şekilleri

Sual: (Ben dindar laik, dindar toplumcu, dindar demokrat ve dindar cumhuriyetçi biriyim) diyenler oluyor. Bu tarz bir olay mümkün mü?
CEVAP
Beşeri sistemlerin, ideolojilerin başına dindar kelimesini koymakla o sistemler dine uygun hâle gelmez. Dindar liberalist, dindar paracı, dindar toplumcu, dindar ateist, dindar komünist, dindar evrimci, dindar faşist, dindar diktacı demek oldukça yanlıştır. Bu, temiz necaset, temiz idrar, temiz kan, temiz alkol demeye benzer. Başına temiz kelimesi konmakla, pislik temiz olmaz.

Bir şeyin başka bir şeye benzer yönlerinin bulunması onun aynısı olması demek değildir. Altın bakıra benzer, fakat tamamen farklıdır. Ali ikiz kardeşi Veli’ye oldukça benzese de, ikisi ayrıdır.

Hristiyanlar, ateistler ve Müslümanlar, insan olarak birbirlerine oldukça benzeseler de, ayırt edilmesi zor olsa da, inanç yönüyle oldukça farklıdır. Elma, söğüt ve ceviz ağaçları, ağaç olarak birbirine benzerler. Biri meyvesizdir, ötekilerin de meyveleri farklıdır. Turunç, portakal, limon da birbirine benzer. Bunların biri ekşi, biri tatlıdır. Şu demek oluyor ki aynı değildir.

Rejimler, sistemler de birbirine benzer, fakat birebir aynısı olmaz. Hattâ cumhuriyet rejimleri bile birbirinden farklıdır. Sovyet Toplumcu Cumhuriyeti, öteki cumhuriyetlerden farklıdır. Başına İslam konsa da, Pakistan İslam Cumhuriyeti ile İran İslam Cumhuriyeti aynı değildir. Hiçbiri hilafet rejimi değildir. İslam cumhuriyeti demekle, İslamiyet’e uygun hâle gelmez.

Cumhuriyet rejiminin bile değişik uygulamaları, değişik çeşitleri var. O hâlde, (Ben demokratım), (Ben cumhuriyetçiyim) diyenin, hangisinden bulunduğunu açıklaması gerekir. Toplumsal demokrat mı, laik demokrat mı? Toplumcu cumhuriyet mi, laik cumhuriyet mi? Hangi cumhuriyet olursa olsun, adına İslam cumhuriyeti dense de, hilafetten değişik olur. Şu demek oluyor ki ben dindar demokratım, dindar cumhuriyetçiyim diyenin hilafet nizamından değişik bir sistemin adamı olduğu anlaşılır.

Bu hususta İskilipli Atıf Hoca diyor ki: İdareler dörttür: dikta, meşrutiyet, cumhuriyet ve hilafet. Hilafette, halkın oylarıyla [yahut Hazret-i Ebu Bekir’in yaptığı gibi tayinle veya Hazret-i Ömer’in yaptığı gibi şura ile] belirli vasıfları bulunan şahıs, devlet başkanı olarak seçilir. Kendisi vazgeçmedikçe yada ölmedikçe yada azlini gerektirecek bir sebep bulunmadıkça halifenin başkanlığı devam eder. [Oğlunu halife bırakmasını istediklerinde Hazret-i Ömer, (Halifelik ağır bir yüktür. Bir aileden bir kurban yeter. Oğlumun da kurban gitmesine razı olamam) buyurmuştur.] Hilafette, bi’atın olması doğrusu oyla seçilmesi cumhuriyete benzer. Atama ve azil yönünden meşrutiyete; yetki yönünden diktaya benzer. Başkan, belli bir süre için seçilmediğinden, Cumhuriyetten bu bakımdan da farklıdır. Kısacası İslâmiyet, her üç sistemden de farklıdır. (Uygarlık-i şeriyye)

Atıf Hoca’nın söylediği şeklinde hilafet, beşeri sistemlerin hepsinden farklıdır. Dindar laik ve dindar cumhuriyetçi olan bir kimse, hilafetçi olması imkansız. Hilafetçi olana da, dindar diktacı yada dindar cumhuriyetçi denemez. Dindar diktacı demekle dikta rejimi dine uygundur anlamı çıkmaz. Müslümanım demeyip dindar demokratım demek de, çeşitli yönlerden yanlıştır.

Toplumsal hakkaniyet
Sual:
Toplumsal hakkaniyet ne anlama gelir?
CEVAP
Toplumsal hakkaniyet; asırlardan beri tüm rejimler ve tüm toplumsal doktrinler tarafınca kabul edilen ve gerçekleştirilmesi arzu edilen bir husustur. Bir topluluğun tertipli, uyumlu olması ve fertler, zümreler içinde nefret ve düşmanlık bulunmaması için toplumsal adaletin bulunması gerekir.

Toplumsal hakkaniyet, her insanın emek vermesi; data ve kabiliyeti ve görmüş olduğu iş nispetinde hakkını alması; asla kimsenin ezilip sömürülmemesi; en minik bir iş görene de yaşam hakkı tanımak anlama gelir. Çalışan her insanın asgari bir geçim şartına erişmesi, toplumsal adaletin ilk şartıdır.

Toplumsal hakkaniyet, toplumsal eşitlik demek değildir. Her insanın aynı gelire haiz olması hakkaniyet değil, adaletsizlik olur. Bir sınıfta, çalışan çalışmayan, bilen bilmeyen tüm öğrencilerin derslik geçmesi de böyledir. Mutlak eşitlik, ne tabiatta, ne toplulukta, hiçbir yerde yoktur. Olması da düşünülemez. Bir fabrikadan çıkan eşya şeklinde, tüm vasıfları aynı olan robot şeklinde insan olmaz. Hepimiz değişik yaratılışta olduğundan işleri de değişik olur.

Hukuktaki eşitlik, aynı durum ve şartlar içinde bulunan her insanın aynı muameleye tâbi tutulması anlama gelir. Toplumsal bakımdan, hele ekonomik yönden tam bir eşitlik aramak ve istemek, hem gereksiz, hem imkansızdır. Şu sebeple, hakkaniyet terimi ile bağdaştırılamaz. Sorun, mevcudu kelle hesabı, eşit şekilde paylaştırmak değil; her insanın çalışmasının karşılığını görmesi, hakkını elde edebilmesidir.

Toplumsal hakkaniyet, ulusal gelirin en uygun şekilde taksimini sağlar; istismarı, sömürücülüğü ortadan kaldırır. Sermayenin belirli bir zümre elinde toplanmasını önler. Her insana kendi ölçüsünde yaşam hakkı verir. Derslik ve zümreleri içinde düşmanlık bulunmayan bir topluluk meydana getirir. Bu şekilde bir toplulukta vatandaşlar, kendilerini emniyette hissederler. Toplumsal adaleti en iyi, en verimli olarak elde eden kuvvet, elbet İslam ahlakıdır. Müslümanlar birbirlerinin kardeş olduklarına inanır ve kardeş şeklinde birbirini severler; Müslüman olmayanların mallarına, canlarına, ırzlarına saldırmazlar.

İslam dini, insanların yardımlaşmalarını sağlar; her çeşit bölücülüğü önler. Emek vermeyi, helal para kazanmayı emreder. Çalışan her insana hakkını verir. Her insanın mülkünü korur. Kimse kimsenin malına, mülküne dokunmaz. Toplumsal adaleti anlayanların, İslam ahlakına saygı göstermeleri gerekir. Bugün Avrupalı, İslam ahlakına uyduğu seviyede temiz ve sağlam işler yapıyor. Doğruluk, temizlik ve çalışmak İslam ahlakının esaslarındandır. Dinsiz bir cemiyet bile, İslam ahlakına uygun yaşarsa, dünyada rahat eder.

Liberalizm
Sual:
İslam liberalizmi olur mu?
CEVAP
Kâfire de, Müslümana da insan dendiği şeklinde, İslam’ın iktisat sistemine de arz ve talep esasına bakılırsa yürümüş olduğu için, liberal iktisat deniyor. Fakat devletin tutumsal hayata dokunmamasını isteyen Adam Smith’in liberalizminden ve öteki sistemlerden oldukça farklıdır.

Uşur, harac, cizye, narh koymak, beytülmalin öteki gelirlerini toplamak ve sarf etmek, devletin elinde olduğundan, İslam iktisadı, başıboş bir liberalizm değildir. İstihsalde özel teşebbüse olanak verir, ulusal gelirin fertlere taksiminde toplumsal adaleti gözetir. İslamiyet, kapital hakimiyetini önlemiş, işçi ile patron arasındaki uçurumu kaldırmak için, işçinin ana paraya ve kâra ortak olmasını elde etmiştir. Hepimiz parasını, bir işletmeye yatırabilir. Fazla kâr alır. Bundan başka, zenginlerin, fakirlere zekât vermesini buyruk buyurmuştur. İşte toplumsal adaletin temelini bu teşkil eder.

Zekât ile toplanan servet, Beytülmal müessesesini kurmuş, fakirliğin, açlığın önü alınmıştır. Ek olarak patron ile işçi yerine, ortaklık, şirket üyeliği meydana gelmiştir. Hepimiz seve seve çalışmakta, her emek sahibi, emeğinin karşılığını bulmaktadır. Hadis-i şerifte, (İşçiye, alnının teri kurumadan hakkını veriniz!) buyurulmaktadır. (İbni Mace)

Zekât, malının kırkta birini, müstahak olana vermek anlama gelir. İslam dininde, eli, ayağı tutup da çalışabilenlerin dilenmesi haramdır. Zekât, çalışamayacak derecede hasta ve sakat olanlara ve çalışıp da, güç geçinenlere verilir. Allahü teâlâ, bu şekilde fakirleri, milletin içinden kırkta bir olarak yaratmıştır. Bunlara zekât veren varlıklı bir Müslüman, hem dini ibadetini yaparak, Allahü teâlânın rızasını kazanır, hem de toplumsal yardım yaparak, malını, servetini fakirlerin hak ve tecavüzlerinden korumuş olur. İslam dini, tecim ahlakını da koyarak, derslik mücadelesini kaldırmıştır.

Dinimizde zaruretsiz narh konmaz. İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki: Medine’de pahalılık olunca, (Ya Resulallah, fiyatlar yükseliyor. Bizlere kâr haddi koyunuz!) denildi. Peygamber efendimiz, (Kâr haddi koymayın, fiyat koyan Allahü teâlâdır!) buyurdu.

Aynı kitapta, fiyatlar fahiş olarak arttığı, millete zulüm hâline geldiği süre narh [kâr haddi] koymanın caiz olduğu bildirilmektedir.

Liberal iktisat sistemi
Sual:
Tam İlmihalde, (İslamiyet’te, ilim, terbiye, doğruluk, hakkaniyet üstüne dayanan ve tam liberal olan demokratik devletler kurulmuştur) deniyor. Liberal iktisat, beşeri bir sistem değil midir?
CEVAP
Batılılar, çeşitli ekonomik sistemleri incelemişler, özel ve hür girişim bulunmuş olduğu, özgür rekabete olanak verdiği için İslam’ın özgür iktisat sistemini beğenmişler ve bunu kendilerine mal etmişlerdir. Bir de buna isim bulmuşlar, adına Liberal iktisat demişlerdir. [Liberal, eli açık, kerim, cömert, hürriyet taraftarı, hürriyete uygun gibi manalara gelir.]

Liberal kelimesinin ifade etmiş olduğu manalar, dinimize aykırı değildir. Fakat batının elinde, Adam Smithe ve faizci zihniyete bakılırsa değişik şekiller almıştır. Dinimizde ihtikâr, karaborsa, faiz şeklinde şeyler yoktur. Şu halde, İslam ekonomisi, ilme, ahlaka, doğruluğa, adalete, hürriyete dayanan bir sistemdir. Bunu günümüzde en iyi şekilde Liberal kelimesi anlatmaktadır. Bu güzel sistemi başka bir kelime ile anlatmak yerleşmediği için bu kelime kullanılmaktadır. Sırf kelimeden dolayı yanlış aramak oldukça yanlış olur.

Batı, İslami sistemlerin hepsini kullansa, hepsine de kendine bakılırsa birer isim bulsa, ikimiz de o adları alsak ne çıkar? Dinimizde bu manada kelime değil, nitelik mühimdir. Örnek olarak efendi kelimesi Yunancadır. Bugün Türkçe’ye o denli yerleşmiş ki, en oldukça saygı duyduğumuz zatlar için kullanıyoruz. Örnek olarak Peygamber efendimiz diyoruz. Batıdan gelmiş diye efendi kelimesini kullanmamak yanlış olur. Batılı, Müslümanların bulmuş olduğu bir oldukça keşifleri, matematikteki, cebirdeki, tıptaki ve daha başka ilimlerdeki buluşları kendilerine mal etmiştir. Bu tarz şeyleri batı bile bulsaydı, Müslümanların onlardan almalarında bir sakınca yoktu.

(Fen ve sanat müminin kaybetmiş olduğu malıdır, nerede bulursa alsın!) ve (İlim Çin’de de olsa alın) hadis-i şerifleri, dünyanın en uzak yerinde, hatta kâfirlerde bile olsa ilim öğrenmeyi emretmekte, batıdan gelme diyerek fenni reddetmemek icap ettiğini bildirmektedir.

Liberal iktisat şeklinde, Cumhuriyet sistemleri de değişik uygulanmaktadır. Örnek olarak Rusya’da komünizm, İngiltere’de krallık, Libya’da sosyalizm, Mısır ve Suriye şeklinde yerlerde ise gayrı İslami bir yönetim şekli olarak uygulanmaktadır. Iyi mi ki, beşeri sistemlerin başına İslam kelimesini koymakla örnek olarak “İslam Cumhuriyeti” demekle, o sistemin İslami olması mümkün değilse, liberal kelimesini de, Müslümanlar kullanmakla, dine aykırı bir şey yapmış olmazlar.

Kişisel iyelik hakkı
Sual:
Tam İlmihal’de (Hükümet, millete hizmet için yapacağı tüm harcamaları, beyt-ül-mâldan karşılar. Beyt-ül-mâlın gelirleri yok ise yada azca olup ihtiyacı karşılayamıyor ise, hükümet yapacağı hizmetlerin karşılığını milletten vergi olarak ister. Milletin bu vergi borçlarını devlete tam vaktinde ödemesi gerekir) deniyor. Mısırlı zat da, (Devlet kişisel mülkiyete el koyabilir. Fazlasını alıp fakirlere bölme edebilir) diyor. İkisi aynı şey değil midir?
CEVAP
İkisi değişik şeylerdir. Devletin, yapacağı hizmetler için, milletten vergi alması ayrı, zenginlerin malına el koyup fakirlere dağıtması ayrı şeylerdir. Mısırlı toplumcu, kişisel iyelik hakkını kabul etmiyor, hepimiz eşit olsun, asla varlıklı kalmasın diyor, doğrusu sosyalizmi korumak için çaba sarfediyor.

Derslik ve zümre
Sual:
Hak Sözün Vesikaları kitabında, (Toplumsal hakkaniyet, derslik ve zümreleri içinde düşmanlık bulunmayan bir topluluk meydana getirir) deniyor. İslamiyet’te derslik ve zümre mi var?
CEVAP
Sınıfsız, zümresiz cemiyet olmaz. Her toplumda fakirler ve zenginler, işçiler ve patronlar, memurlar ve âmirler olur. İslamiyet’e uyulunca, bunlar içinde düşmanlık olmaz.

İslam dini, tecim ahlakını getirerek, derslik mücadelesini ortadan kaldırmıştır. Hakkaniyet karşısında, devlet başkanı da, çoban da, eşit haklara haizdir ve eşit mesuliyetleri taşır. Haksızlık yok, kardeşlik vardır. (S. Ebediyye)

İmparatorluk fena mü?
Sual:
Bir yazar, (Osmanlı, hiçbir süre kendisine imparator yada imparatorluk şeklinde hitap edilmesine müsaade etmezdi. Şu sebeple imparatorluk bir soygun düzenidir) diyor. İyi imparator olmaz mı doğrusu? Kelimenin ne suçu var ki?
CEVAP
İdarî biçim ve sistemlerle, idarecileri karıştırmamalı. Her sistemde, idarecinin adaletlisi, merhametlisi, şefkatlisi, akıllısı yada zalimi, ahmağı olabilir. Bunlar da bu meziyetlerine bakılırsa, sistem ne olursa olsun, milletlerine ve komşularına yararlı yada zararı dokunan olabilir.

Monarşi idarelerin hükümdarlarına, padişah, sultan, halife, han, kağan, hakan, şah, hünkâr dendiği şeklinde, kral da deniyor. İmparatorluk, kendi topraklarında oturan çeşitli milletleri, egemenliği altında toplayan bir devlet biçimidir. Latince imperare [emretmek, komuta etmek] kökünden gelir.

Padişah, halife, sultan iyi kimse ise, onun idaresi de iyidir, fena ise onun idaresi de kötüdür. Osmanlıda olduğu şeklinde, Osmanlıdan ilkin de halifelik vardı. İyi halifeler olduğu şeklinde zâlim halifeler de oldu. Fena halifeler geldi diye halifelik sistemini suçlamak yanlış olur.

Seçimle iş başına gelen sistemlerde de, iyi insanoğlu seçilirse, o kimselerin idaresinden halk memnun kalır, fena insanoğlu seçilirse, halka zulmeder.

Sultanlık, halifelik, şahlık kötülenmez. Başlarındaki sultan, halife yada şah iyi ise idaresi de iyi olur, fena ise idaresi de fena olur. İmparator da böyledir. İmparator iyi ise, imparatorluğu da iyidir, imparator fena ise imparatorluğu da kötüdür. Bizzat imparatorluk sistemine soygun düzeni demek isabetli olmaz.

Toplumcu ve paracı
Sual:
Komünist ve toplumcu oldukları hâlde, (Biz İslamcıyız) diyenler var. Bir insan hem toplumcu, hem Müslüman yada hem paracı, hem Müslüman olabilir mi?
CEVAP
Ilkin bunların özetlemek gerekirse bir tariflerini yapalım:
Komünizm: Dinleri inkâr esasına dayanan, tüm malların ortaklaşa kullanıldığı ve özel mülkiyetin olmadığı cemiyet düzenini korumak için çaba sarfeden felsefî görüş.

Sosyalizm: Komünizmin birinci aşaması olup, onun sulandırılmış şekli.

Kapitalizm: Dinlere karışmayan yada dinleri sömürebilen, üretim araçlarının sahipliğinin ve denetiminin kârını çoğaltmak amacındaki özel kesimin elinde olduğu, özel iyelik, seçim hürriyetine, sınırı olan devlet ve özgür rekabete dayalı tutumsal ve toplumsal sistem.

Bir Müslüman, paracı olursa kâfir olmuş olmaz. Günahkâr olur. Fakat komünist olursa, dinsiz olacağı için kâfir olur. Genel anlamda S. Kutup şeklinde toplumcu zihniyetli kimseler, Müslüman adını beğenmeyip kendilerine İslamcı diyorlar.

Hiçbir İslam âlimi, (İslamcıyım) dememiştir. Türkçede genel anlamda -ci, -cü, -cı, -cu ekleri isim ve ödat üreten bir ektir. İsim olarak, sütçü, balıkçı, müzisyen şeklinde o işin ticaretini icra eden hiç kimseye denir. Ödat olarak pilavcı, esrarcı, yakıcı, yıkıcı, bölücü şeklinde kelimeler, o şeyi yiyene ve o işten zevk alana denir. İslamcı, dinci de bu tarz şeyleri çağrıştırıyor. İslam’ı ve dini yiyip bitirmekle zevk alan yada onun ticaretini icra eden kimse gibidir. Bunun için de asla kimse dinci yada İslamcı olmamalı, bir tek Müslüman olmalı. Müslümanlığı, sosyalizme ve kapitalizme yakın görmemelidir.

Devlet mi, millet mi?
Sual:
Devletten mi, yoksa milletten mi yana olmalı?
CEVAP
Devletle millet, birbirinden ayrı olması imkansız. Millet olmadan devlet olmaz. Devlet yoksa millet de yok anlama gelir. Onun için devlete sahiplenmek, her Müslümanın görevidir. Merhum Enver Abimiz, devleti bir otobüse, hükümetleri de şoföre benzetirdi. (Şoföre kızıp, otobüsün camı kırılmaz, lastiği patlatılmaz, kaportası delinmez. Gücü yeten, otobüsü durdurup, usulüne bakılırsa şoförü değiştirir) derdi.

Kuvvetli devlet rahatlık getirir. Devlet zaafa uğramış olduğu süre, sokağa düzensizlik başat olmaya adım atar. Atalarımız boşuna, (Ya devlet başa, ya kuzgun leşe) dememişler. Uzaydaki gezegenlerden biri yörüngesinden çıksa paramparça olacağı şeklinde, devlet zaafa uğrar ve yörüngeden çıkarsa, Tanrı muhafaza etsin, kimin kimi, niçin öldürdüğünün farkına varamayız. Onun için daima devletten, müesses nizamdan ve istikrardan yana olmalı. Devlete, topluma zarar veren çapulculara fırsat vermemelidir.

İslâmiyet; dini, vatanı, mezhebi ve inanışı değişik olanların, canlarını, mallarını ve namuslarını korumayı emreder, bunlara saldırmayı, herhangi bir teşkilat kurarak, devlet işlerine karışmayı kesinlikle yasaklar. Allahü teâlâ, devlete yardım etmeyi, fitne çıkarmamayı emreder. (S. Ebediyye)

Türkiye’de her çeşit din kitabı yazmak serbesttir. Müslümanlara bu hürriyeti veren devlete yardım etmek, her Müslümana lazımdır. (İslam Ahlâkı)

İyi insan, her insana iyilik eder. Kimsenin malına, canına, ırzına, namusuna saldırmaz. Devlete, kanunlara karşı gelmez. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (İslamiyet, kılıçların gölgeleri altındadır) buyurdu. Bunun mânâsı, (İnsanlar, devletin, kanunların idaresi, himayesi altında, rahat yaşarlar. İbadetlerini rahat yaparlar) anlama gelir. Devlet ne kadar güçlü olursa, rahat ve rahatlık da o denli artar. (Kıyamet ve Âhiret)

Oy kullanmamak veballi iştir
Sual: (Dünyadaki seçimlerde oy kullanmak, partilerin Müslümanlığa aykırı icraatlarını onaylamak olacağı için, küfürdür, şirktir) diyorlar. Bu doğru olabilir mi?
CEVAP
Hayır, bu sözleri oldukça yanlıştır. Oy kullanmak sövgü değildir. Mecelle’nin 29. maddesinde (Ehven-i şerreyn yaşlanmış olunur) buyuruluyor. İki şerden minimum zararlısı tercih edilir. Şu demek oluyor ki iki zararı dokunan şeyden birini tercih etmek mecburiyeti hasıl olursa, daha azca zararı dokunan olanı tercih edilir. Daha kötüsünü önlemek için, ondan daha azca zararlıyı tercih etmek günah olmaz. En kötünün başa geçmemesi için, elbet ziyanı azca olana oy vermek gerekir. Hattâ kazanamayacağı malum yararlı olan partiye oy vermek, oyların bölünmesine ve kötülerin iş başına geçmesine sebep olacaksa, daha azca zararı dokunan olanın başa geçmesi için, yararlı olana oy vermemek gerekir. Bir iş, neticesiyle ölçülür. Şu demek oluyor ki netice önemlidir. Bu inceliği iyi düşünmeli. Ülkeye, dünyaya zarar verecek fena kimselerin söz sahibi olmasına sebep olmak, veballi bir iştir. Bu vebale girmemek için oy kullanmalı, zarar, gücümüzün yettiği nispette önlenmelidir.

Kanuna uymakla karşı gelmemek ayrıdır. Bir kimse, kanunu beğenmiyor, fakat karşı da gelmiyorsa, kanuna aykırı hareket etmiş sayılmaz. Bir de kanunun zorladığı işleri yapmak günah olmaz. İkrah, bir insanı, istemediği bir şeyi yapması için, haksız olarak zorlamak anlama gelir. Bu durumda, zorluk çeken işi yapmak yoksulluk olur. Hapis, dayak, nafakayı kazanmaya ve çalışmaya mâni olmak şeklinde hususlar birer ikrahtır. Sultanın [kanunların] emirleri de ikrah anlama gelir. (Redd-ül-muhtar, Dürer-ül-hükkam)

(Müminin başına iki bela gelirse, hafifini seçsin!) hadis-i şerifine benzeyen mecelle maddeleri de şöyledir:
(Şiddetli zarar, minimum, en hafifçe zarar ile önlenir.) [m. 27]

(Birbirine zıt iki zarardan büyük olanınkinden kurtulmak için azca zararı dokunan olanını tercih etmek gerekir.) [m. 28]

Önümüze çıkan şer iki de, beş de olabilir. Bizi ölüme mahkum edebilirler. (Ölümlerden ölüm beğen) diyebilirler. Ya da işkenceye tâbi tutabilirler. Elbet bunlardan bizlere tercih imkânı verilirse, en hafifini kabul etmekte fayda vardır.

Şer grubunun içinden iyi niyetli biri de çıkabilir. Fakat kuvvetliler mevcut iken, iyi niyetlinin yanına gitmek, hem bizim, hem de iyi niyetlinin felaketine sebep olur. Hayrı yapmadan ilkin şerrin yok edilmesi gerekir. Mecelle’de buyuruluyor ki:
(Def-i mefâsid, celb-i menafiden evladır.) [m. 30]

Şu demek oluyor ki mevcut zarardan korunmak, bozgunculuğu yok etmek, çıkar sağlamaktan ilkin gelir. Şu demek oluyor ki ilkin zarar yok edilir. Zarar yok edilmeden yarar temin edilemez. Farzla haram, sünnetle mekruh çakışınca, haram işlememek için farz tehir edilir. Mekruha düşmemek için sünnet de tehir yada terk edilir.

Dünya sevgisini kalbden çıkarmadan Tanrı sevgisini koymak mümkün olmaz. Kalbine Tanrı sevgisini koymak isteyenin, haramlardan kaçarak dünya sevgisini kalbinden çıkarması gerekir. Kalbden dünya sevgisi çıkınca, Tanrı sevgisi kendiliğinden girer.

İman ile sövgü birbirinin zıddıdır. İki zıt bir arada bulunamaz. Şu demek oluyor ki hem Tanrı sevgisi, hem de Ebu Cehil’in sevgisi bir kalbde bulunamaz. (Ben hayrın tâ kendisiyim) söylediği hâlde, şerle ittifak kurup harâmîlerin bağlanmış ellerini açan, hayrı da, şerri de bilmeyen gâfil kimsedir. Küfre hizmet etmek, gafletin ötesinde hainliktir.

Önemli bir husus da şudur: Sevdiğimiz birkaç kişinin hatırı, menfaati için birçok hiç kimseye zarar vermek yada zarara razı olmak asla doğru olmaz. Aksine bu birkaç sevdiğimizi feda etmek yerinde olur. Şu sebeple Mecelle’de buyuruluyor ki:
(Oldukça kimseyi zarardan kurtarmak için bir yada birkaç hiç kimseye zarar yapılabilir.) [m.26]

Birkaç şahıs zarar görecek diye, tüm milletin zararına razı olmak akıl kârı değildir. Geçmiş tecrübelerden öğrenek almak lazımdır.

Bir önceki yazımız olan Çoğunluğa uymak gerekir mi? başlıklı makalemizde gerekir ve uymak hakkında bilgiler verilmektedir.

Kontrol Et

Şık ve güzel giyinmek

Sual: Zenginin eski elbise giymesi uygun mudur?CEVAP Resulullah efendimiz, eski elbiseli birine, (Malın yok mu?) …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.