Doğru iman bilgileri>Kaza ve Kadere iman – Cennetin Bahçesi https://www.cennetinbahcesi.com Dini Paylaşım Sitesi Mon, 29 Apr 2019 00:42:15 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.0.7 110917297 Kaza ve kader ile ilgili çeşitli sorular https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/29/kaza-ve-kader-ile-ilgili-cesitli-sorular/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/29/kaza-ve-kader-ile-ilgili-cesitli-sorular/#respond Mon, 29 Apr 2019 00:42:15 +0000 Kaza ve Kadere iman]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5323

Sual: Şu Osmanlıca şiirde ne denmek isteniyor?
Hep kesbindendir ki bu belaları çekersin
Sa’yin deki noksanını atfı kader edersin
CEVAP

Başına gelen belalar, çektiğin sıkıntılar, hep dine uygun olmayan yanlış işlerindendir. Kısaca işlediğin günahlar sebebiyle başına bunlar geliyor. Sonrasında da kader böyleymiş dersin, suçunu kadere yüklersin.

Şans ve uğur
Sual:
Şans, uğur benzer biçimde şeyler hakikaten var mıdır? İslami açıdan bu benzer biçimde şeylere inanmanın bir mahzuru var mıdır?
CEVAP
Şans, Kader anlamına gelir. İnanmayan Müslüman olmaz.

Uğur da dinimizde vardır. Uğursuzluk yoktur. Bir vakası hayra yormakta sakınca yoktur. Fakat şerre, uğursuzluğa yormak uygun değildir. Dinimizde uğursuzluk yoktur. Bir şeyin, bir yerin uğursuz olması, Yahudilikte, Hristiyanlıkta vardır.

Hazret-i İkrime anlatır: Bir kuş ötüp geçtiğinde, oradakilerden biri hayra alamet bulunduğunu söylemiş oldu. İbni Abbas hazretleri de, (Hayra da, şerre de alamet değildir) buyurdu.

Kaderime küstüm
Sual:
Kaderime küstüm demek caiz mi?
CEVAP
Caiz değildir. Kader, Allahü teâlânın takdir etmiş olduğu alın yazısıdır.

Yazdıysa bozsun
Sual:
(Tanrı yazdıysa, bozsun) demek caiz midir?
CEVAP
Caiz değildir; fakat yakarış şeklinde olursa caizdir. Bir hiç kimseye takdir edilen bela, kaza-i muallak ise, doğrusu, o kimsenin yakarış etmesi de, takdir edilmiş ise, yakarış eder, kabul olunca, belayı önler. (Ecel-i kaza)yı da, iyilik etmek geciktirir; fakat (Ecel-i müsemma) değişmez.

Allahü teâlâ bilir
Sual:
Tam ilmihaldeki, (Belli bir kâfirin kâfir kalacağını, Allahü teâlânın bildiğini kimse söylemesi imkansız) ifadesinden sanki (Tanrı bilmez) benzer biçimde anlaşılmıyor mu?
CEVAP
O mevzu, hatta o paragraf tamamen okunursa öyleki bir şey anlaşılmaz. Tek cümle alınınca yanlış anlaşılabilir. Ondan bundan önceki cümle ise şöyledir: (Belli bir kâfirin sonsuz kâfir kalıp kalmayacağını Allahü teâlâ bilir.)

Demek ki, Allahü teâlâ biliyor ki, bu kâfir sonsuz kâfir kalacaktır diye kimse söylemesi imkansız; bundan dolayı Tanrı’ın takdirini asla kimse bilmesi imkansız. Kısaca Tanrı indinde, o kimse kâfir olarak mı ölecek, yoksa imanlı mı ölecek bunu kimse bilmesi imkansız denmek isteniyor.

Hepimiz eceliyle ölür
Sual: (Ecelin benim elimden olacak) demek caiz midir?
CEVAP
Ecel, takdir edilen ölüm zamanı anlamına gelir. Başkası tarafınca öldürülen de, intihar eden de, doğrusu hepimiz eceliyle ölür. (Ecelin benim elimden olacak) sözünü, (Ölümüne ben sebep olacağım, bir engel çıkmazsa seni ben öldüreceğim) anlamında söylemek caizdir, fakat (Ölüm zamanını ben belirlerim) anlamında söylemek caiz olmaz.

Dilerse yaratır dilemezse yaratmaz
Sual:
Sevab yada günah olan bir işi, bir insan isterse yapabilir, istemezse yapmayabilir mi? Kısaca Allahü teâlâ, o işi yapmamıza izin verir mi, yapmamıza engel olur mu?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Allahü teâlâ kullarına irade vermiş, bu iradelerini, dilemelerini, işleri yaratmasına sebep kılmıştır. Bir kul, bir şey yapmak isteyince, Allahü teâlâ da dilerse, o işi yaratır. Kul dilemezse, Allahü teâlâ da dilemez ve o şeyi yaratmaz. Görülüyor ki, insan kendi istekli işlerini, isterse yapar, istemezse yapmaz. (1/286)

Kul, meyhaneye gitmek isterse, Allahü teâlâ da bunu dilerse, kul gider. Kul, camiye gitmek isterse, Allahü teâlâ da dilerse, o kul camiye de gider. Kul meyhaneye gitmek istemezse, Allahü teâlâ da dilemez ve kul oraya gitmez. Kısaca Allahü teâlâ zorla günah işletmez. Günah işleyenin, kaderim böyleymiş diyerek suçu kadere yüklemesi yanlıştır.

Bu işin kaderi
Sual:
(Bu işin kaderinde şu vardır) demek, dine aykırı mıdır? Tedbire engel midir?
CEVAP
Hayır, dine aykırı değil, tedbire de engel değildir. Her işte belli olayların olması tabiî bir şeydir. Sözgelişi harpte kazanılabilir, önlem alınmasına karşın kaybedilebilir, gazi yada şehit olunabilir. (Savaşın kaderinde gazi yada şehit olmak var) denir, dine aykırı yönü de yoktur. Av hayvanı avlanabilir. (Gözü tanede olan, kuşun ayağı tuzaktan kurtulmaz) derler. Bu şekilde bir kuş, tuzağa yakalanabilir. Olgunlaşan meyve, ağacın altına düşer demek, tecrübeyle elde edilmiş bir bilgidir. Denize düşen ıslanır demek de böyledir. Denize düşenin kaderinde ıslanmak vardır demek, yanlış olmaz.

Trafik kilitlenebilir. Trafiğe çıkanın, bunu göze alması gerekir. Trafiğin kaderinde, tıkanmak olabilir. Ateş düşmüş olduğu yeri yakar deriz. Ateşin düşmüş olduğu yeri yakması, kaderinde var denir. Önlem alınsa da, oldukça yağmur yağarsa alçak bölgeleri sel basabilir. Binalar oldukça sağlam olsa da, şiddetli bir zelzele oldukça yeri yıkabilir. Denizde yüzen boğulabilir. Önlem alınsa da, yer altında çalışan, göçük altında kalabilir. Her mesleğin kaderinde bu şekilde şeylerin olması tabiîdir. Bunların hepsi düzgüsel ise de, istismarı düzgüsel değildir.

Kaderin cilvesi demek
Sual: Kaderin cilvesi demek sövgü müdür?
CEVAP
Hayır.

Fena hava şartları
Sual: (İnsana yada hayvana çirkin demek caiz olmadığı benzer biçimde, “fena hava şartları” demek yada kadere de “fena” demek caiz değildir. Zira bunların yaratıcısı Tanrı’tır. Tanrı, çirkin şeyler yaratıyor demek caiz olmaz) deniyor. Tanrı’ın yarattığı fena şey olmaz mı? Kötüye fena denmez mi?
CEVAP
Normal olarak kötüye fena, çirkine çirkin denir. İyi fena, güzel çirkin her şeyi yaratan Tanrı’tır. Hava fena ise, (Fena hava şartları) da denir. Kaderimiz fena ise fena denir. Buradaki incelik şudur:
Bir insanoğlunun başına fena işler gelirse, (Kaderim böyleymiş) yada (Bu alnımın kara yazısıdır, ne kadar fena kaderim varmış) demesinde sakınca yoktur. Burada niyetin önemi vardır. (Kaderim fena imiş) demek sövgü olmaz, bundan dolayı günahlarımız yüzünden kaderimiz fena olmuştur. Kısaca kaderimizin fena olmasına kendimiz sebep olduk. Kendi arzumuzla yapacağımız iyi yada fena işler kaderimizdir. Günahlarımızın durumuna gore, bu fena de olabilir, iyi de olabilir. Fakat (Fena işlerimizi fena olarak yazmamalıydı) diyerek, amellerimize gore kaderimizi belirleyen Rabbimiz suçlanırsa elbet sövgü olur.

Kaza ve kadere razı olmak
Sual: Başımıza gelen iyi yada fena her şeye razı olmamak, kaza ve kadere razı olmamak anlamına mı geliyor?
CEVAP
Başımıza gelen her şey, Allahü teâlânın takdiriyle olduğuna gore, bunlara isyan etmek kadere razı olmamak anlamına gelir. İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
Her gün insanoğlunun karşılaşmış olduğu her şey, Allahü teâlânın dilemesi ve yaratmasıyla var olmaktadır. Bunun için, iradelerimizi Onun iradesine uydurmalıyız! Karşılaştığımız her şeyi, aradığımız şeyler olarak görmeliyiz ve bunlara kavuştuğumuz için sevinmeliyiz! Kulluk bu şekilde olur. Kul isek, bu şekilde olmalıyız! Bu şekilde olmamak, kulluğu kabul etmemek ve sahibine karşı gelmek olur. Allahü teâlâ, hadis-i kudsîde buyuruyor ki:
(Kaza ve kaderime razı olmayan, beğenmeyen ve gönderdiğim belalara sabretmeyen, benden başka Rab arasın! Yeryüzünde kulum olarak bulunmasın!) [3/59 -Taberânî]

Başa gelen her şeyin, Tanrı’tan geldiğine inanıp sabredip güzel karşılayan kimse, dünyada da oldukça mutlu olur. Bunun, deneyim ile de durağan(durgun) olduğu kitaplarda yazılıdır. Bunun için, yakarış ederken, (Yâ Rabbî, kaza ve kaderine razı olan kullarından eyle!) diye yakarış etmeliyiz.

Kadere inanmak, çalışmamak değildir
Sual: Bazı kimseler, din kaderciliği savunduğu için, ilerlemeyi değil, geri kalmayı teşvik ediyor diyorlar. Kısaca İslâmiyet kadere inanmayı emrettiği için çalışmaya, ilerlemeye engel mi olmuş oluyor?

Yanıt: Peygamber efendimiz; (İlim sahibi olan, Müslüman olur. Bilgisiz olan, din düşmanlarına aldanır) buyurarak, bilgili olmayı tavsiye buyurmaktadırlar. İslâmiyet, kadere inanmak ve kanaat etmektir. Fakat kader, bazı cahillerin zannettiği benzer biçimde çalışmamak, fazla istememek değildir. Kader, insanların ne yapacağını, Allahü teâlânın evvelinde bilmesi anlamına gelir. Allahü teâlâ, emek harcamayı emrediyor, çalışanları övüyor. Nisâ suresinin 94. âyetinde mealen; (Cihad edenler, çalışanlar, uğraşanlar, oturmuş olduğu yerde yakarma edip cihad etmeyenlerden daha üstündürler, daha kıymetlidirler) buyuruldu. Resulullah efendimiz; (Çalışıp kazananları Allahü teâlâ sever) buyuruyor. İslam âlimlerinin hazırladığı kitapları dikkatli bir halde okuyanlar, İslâmiyetin, çalışmak, kazanmak dini bulunduğunu daha iyi anlarlar. Resûlullah efendimiz; (İki gün bir derecede bulunan, ilerlemeyen aldandı), (İşlerinizi yarına bırakmayınız. Sonrasında yok olmuş olursunuz!) ve (Yabancı dil öğrenin. Düşmanın şerrinden böylece kurtulursunuz!) buyurarak, emek harcamayı, her gün ilerlemeyi, yükselmeyi emretmektedir.

Sual: İyi, fena ne var ise hepsini yaratan Allahü teâlâ mıdır?
Yanıt:
Allahü teâlâ, insanları yarattığı benzer biçimde, insanların işlerini de, O yaratıyor. İyi ve kötü, fena şeylerin hepsi Onun takdiri, dilemesi iledir. Fakat, iyi işlerden razıdır, beğenir, fenalardan razı değildir, beğenmez.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/29/kaza-ve-kader-ile-ilgili-cesitli-sorular/feed/ 0 5323
Kaderi inkâr edenler https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/28/kaderi-inkar-edenler/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/28/kaderi-inkar-edenler/#respond Sun, 28 Apr 2019 19:42:05 +0000 Kaza ve Kadere iman]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5322

Sual: Mutezile, imanın altı esasından önde gelen kaderi inkâr ediyor. Kaderi inkâr eden hepimiz Mutezile midir?
CEVAP
Genel anlamda öyleki ise de, yalnız Mutezile değil, dinsizler de kaderi inkâr ediyor. Örnek olarak, (Ülkeyi kaderine terk etmeyeceğiz) diyorlar. İbni Sebeciler de, kaderi inkâr ediyorlar.

Yazgı, Allahü teâlânın ileride olacak her şeyi ezelde bilmesidir. Kaza, bu bildiklerini Levh-il mahfuz’da göstermesidir. (Emali şerhi, Seyyid Ahmed Asım Efendi)

İnsanların ne yapacağını bilmeyen ilah olur mu asla? Her insanın ne yapacağını bilen Allahü teâlâ, bu tarz şeyleri yazdığını bildiriyor. Bu âyetler iyi mi inkâr edilir? Bir âyet-i kerime meali:
(Biz, yeryüzünde vuku bulacak ve başınıza gelecek her musibeti, yaratmadan ilkin, bir kitapta [Levh-i mahfuz’da] yazdık. Elbet bu, Tanrı için kolaydır.) [Hadid 22]

Yazgı hakkında birçok âyet-i kerime var. Birkaçının meali:
(Yaptıkları minik büyük her şey, satır satır kitaplarda yazılmıştır.) [Kamer 52, 53]

(Tanrı her canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. Hepsi açık bir kitapta [Levh-i mahfuz’da]dır.) [Hud 6]

(Tanrı her şeyin yaratıcısıdır.) [Zümer 62] (Hayrı, şerri, imanı, küfrü de yaratan Allahü teâlâdır.) [Beydâvî tefsiri]

(Tanrı her şeyi bilir.) [Hucurat 16]

(Yaratan asla bilmez mi?) [Mülk 14]

(Emrullahi kaderen makdura) âyetinin mânâsı, (Tanrı’ın emri yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir) anlamına gelir. (Ahzab 38)

Meşhur Amentü hadisinde, imanın altı şartından biri şu şekilde bildiriliyor:
(Hayrın ve şerrin Tanrı’tan olduğuna inanmaktır.) [Buhârî, Müslim, Nesâî]

Yazgı hakkında hadis-i şeriflerden bazıları da şöyledir:
(Kaderin, hayrın ve şerrin Tanrı’tan olduğuna inanmayan, mümin değildir.) [Tirmizî]

(Kadere inanç etmeyen, başa gelecek olanın asla şaşmayacağına, başa gelmeyecek olanın da asla gelmeyeceğine inanmayan, inanç etmiş olmaz.) [Tirmizî]

(Kaderi inkâr edene, tüm peygamberler lânet eder.) [Taberânî]

(“Şer takdir edilmedi” diyenin İslam’dan nasibi yoktur.) [Beyhekî]

(Âhir zamanda, kaderi inkâr edenler çıkacaktır.) [Tirmizî]

Kaderin değişeni de, değişmeyeni de vardır. Örnek olarak değişmeyen ecele, ecel-i müsemma denir. Bir âyet-i kerime meali:
(Ecel bir an gecikmez ve vaktinden ilkin de gelmez.) [Araf 34]

İnsanın işine nazaran, ömrü ve rızkı değişebilir. Bir âyet-i kerime meali:
(Tanrı, dilediğini siler, dilediğini değiştirmez. Ümm-ül-kitab [Levh-i mahfuz] O’ndadır.) [Ra’d 39]

Ümm-ül kitap, öncesiz olan kelam-ı ilahinin yazılı olduğu kitaptır. Melekler, bunu anlayamaz. Zamanlı değildir. Tanrı’tan başka, kimse bilmez. Asla yok olmaz. Levh-i mahfuz’da değişim olur. Bunu melekler görür. İnsanın, işine nazaran, ömrü ve rızkı değişmiş olur. İyiler fena, kötüler iyi olarak değiştirilebilir. Bir başka âyet meali:
(Bir canlıya verilen yaşam ve ömrünün azaltılması da ne olursa olsun bir kitaptadır.) [Fatır 11]

Değişebilen kaza kadere kaza-i muallak denir. Bir kimse, iyi amel yapmış olup duası kabul olursa, o kaza değişebilir. Üç hadis-i şerif:
(Kaza-i muallakı, hiçbir şey değiştiremez. Yalnız yakarış değiştirir ve ömrü, yalnız kayra, iyilik arttırır.) [Hâkim]

(Yazgı, tedbirle, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan yakarış, o bela gelirken korur.) [Taberânî]

(Sıla-i rahm ömrü uzatır.) [Taberânî]

Kaderin Levh-i mahfuz’da yazılması kazadır. Bir hiç kimseye takdir edilen bela, kaza-i muallak ise, o kimsenin yakarış etmesi de takdir edilmişse, yakarış eder, kabul olunca belayı önler. Duanın belayı önlemesi de kaza ve kaderdendir. Şemsiye yağmura siper olduğu şeklinde, yakarış da belaya siper olur.

Ecel-i müsemma değişmez, fakat Ecel-i kaza değişebilir. Bir örnek: İki şahıs, Hazret-i Davud’a birbirini şikâyet etti. Azrail aleyhisselam gelip, (Bu iki kişiden birinin eceline yedi gün kaldı. İkincisinin ömrü de, yedi gün ilkin bitmişti, fakat ölmedi) dedi. Hazret-i Davud, şaşkınlık edip sebebini sorunca cevaben dedi ki:
(İkincisinin bir akrabası vardı. Buna dargındı. Bu, gidip onun gönlünü aldı. Bunun için Allahü teâlâ, onun ömrünü 20 yıl uzattı.) [Levh-i Mahfuz ve Ümm-ül-kitab risalesi]

Birkaç hadis-i şerif:
(Kadere inanmak, inanç esaslarındandır.) [Ebu Davud, Tirmizî]

(Kadere inanç etmek, tevhidin nizamıdır.) [Deylemî]

(Kaderi inkâr etmeyin! Hristiyanlar kaderi inkâr eder.) [Cami-us-sagir]

(Ümmetim kaderi inkâr etmedikçe dinde sabittir; inkâr edince helâk olur.) [Taberânî]

(Âhirette kaderi yalanlayana rahmet edilmez.) [İ. Adiy]

(Âhir zamanda kaderin inkâr edilmesinden korkuyorum.) [Taberânî, İbni Asakir, Hatîb]

(Âlimin sürçmesinden, münafıkların “Kur’an bu şekilde diyor” diyerek münakaşaya girişmesinden ve kaderin inkâr edilmesinden korkuyorum.) [Taberânî]

(Yazgı, Rahman olan Tanrı’ın elindedir. Kimini yükseltir, kimini alçaltır.) [Bezzar]

(Allahü teâlâ buyurdu ki: “Bana inanç edip de, kadere, hayır ve şerrin benim takdirimle olduğuna inanç etmeyen, benden başka Rab arasın.”) [Şirâzî]

(Irkçılık, kaderi inkâr ve nakle saygınlık etmemek ümmetimi helâk eder.) [Taberânî]

(Allahü teâlâ, öncelikle Kalem’i yaratıp, “Kaderi, olanı ve sonsuza kadar olacak olanı yaz” buyurdu.) [Tirmizî, Ebu Davud]

(Hepimiz, sana yarar vermek için çalışsalar, Allahü teâlânın senin için takdir ettiğinden fazlasını yapamazlar. Hepimiz, sana zarar vermeye kalksa, Allahü teâlânın takdir etmiş olduğu zarardan fazlasını veremez; zira artık kaderi yazan Kalem kurudu, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşti.) [Tirmizî]

(Allahü teâlâ, “Ben âlemlerin rabbiyim, hayrı da, şerri de ben tâyin ederim” buyurdu.) [İbni Neccar]

İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Kaza ve yazgı bilgisini, oldukca kimseler anlayamadığından doğru yoldan ayrılmıştır. Bunlardan bir kısmı, insanların isteyerek yapmış olduğu işlerin zorla bulunduğunu sanmış, çokları da, insanların her işi yaratarak yaptığını, isteyerek meydana getirilen işlere Allahü teâlânın karışmadığını söylemiştir. Üçüncüsü de, doğru yoldakilerin, İslamiyet’i iyi anlayanların sözüdür ki, bunlar, Fırka-i naciyye ismiyle müjdelenmiş olan Ehl-i sünnet vel-cemaat âlimleridir. Bunlar, birinci ve ikinci bölümde olanlar şeklinde taşkınlık yapmamış, orta yolu seçmişlerdir.

Kula bela gelmez, Hak, yazmadıkça,
Hak, bela göndermez, kul azmadıkça
.

Mutezile, (Hepimiz kaderini kendi belirler. Yazgı diye bir şey yoktur) der. Birinci mısra buna cevaptır. Şu demek oluyor ki (Allahü teâlâ dilemedikçe, insan bir şey yapması imkansız) deniyor.

Cebriye ise, (Tanrı dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini sapıklıkta bırakır) âyet-i kerimesini yanlış anladığı için, (Her şeyi bizlere zorla yaptıran Tanrı’tır) der. İkinci mısrada, (Tanrı’ın takdiri insanların amellerine göredir, Tanrı hiç kimseye zulmetmez) deniyor.

(Biz her şeyi bir kadere, bir ölçüye nazaran yarattık) mealindeki âyet-i kerime için, bir Mutezile sapığı diyor ki:
(Bu âyette olduğu şeklinde, öteki âyetlerde geçen yazgı kelimeleri ölçü anlamına gelir. Ehl-i sünnet’in bildirdiği anlamda Kur’an’da yazgı diye bir şey yoktur. Tanrı, insanların işleyeceklerini bir yere yazmamıştır. Kaderini hepimiz kendi belirler.)

Görüldüğü şeklinde Mutezile meddahı, bu konudaki tüm âyet ve hadisleri inkâr etmekten çekinmiyor. Buna Resulullah efendimizin şu hadis-i şerifini gösteriyoruz:
(Kaderi inkâr edenlere, “Yeryüzünde vuku kabul eden ve başınıza gelen bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan ilkin, bir kitapta [Levh-i mahfuz’da] yazmış olmayalım. Elbet bu, Tanrı için kolaydır” [mealindeki] âyet-i kerimeyi açıklayın!) [Deylemî] (Bu âyet: Hadid 22)

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/28/kaderi-inkar-edenler/feed/ 0 5322
Kadere rıza göstermek https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/28/kadere-riza-gostermek/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/28/kadere-riza-gostermek/#respond Sun, 28 Apr 2019 14:38:58 +0000 Kaza ve Kadere iman]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5321

Sual: (Elimizde olmadan başımıza gelen her şey kaderdendir. Vâki olanda hayır vardır) deniyor. Başımıza fena bir iş gelse yada biri bizlere hakaret etse veya treni kaçırsak üzülmeyecek miyiz? Üzülürsek Tanrı’ın kaderine razı olmamış mı oluruz?
CEVAP
(Vâki olanda hayır vardır) sözü, lüzumlu tüm sebeplere yapıştığımız hâlde, irade ve tercihimizin haricinde, başımıza gelene, şikâyetçi olmadan sabretmek, neticesinin hayırlı olacağını bilmek anlama gelir. Yoksa, kendi irademizle bir günahı işledikten sonrasında, (Nasıl yapsak, kaderim böyleymiş, vâki olanda hayır vardır) demek yanlıştır.

İkinci bir husus, insan, bir işin sonucunun iyi mi, fena mü olacağını bilmesi imkansız. Hayır zannettiği şey, şerle sonuçlanabilir. Şer zannettiği şey de, hayırla neticelenebilir. Bir âyet-i kerime meali:
(Hoşlanmadığınız şey, sizin iyiliğinize; sevdiğiniz şey de, kötülüğünüze olabilir. Siz bilmezsiniz, Tanrı bilir.) [Bekara 216]

Müslüman, her hayrın ve şerrin Tanrı’tan bulunduğunu bilir. Her işi yaptıran Allahü teâlâdır. O hâlde, bir Müslüman olarak, başa gelen işe rıza göstermeliyiz. Rıza göstermesek de, o iş, gene olacaktır. O hâlde, bu işe razı olmaktan başka umar yoktur. Olacağı kati olan bir işe, itiraz etmek ahmaklık olur.

Vâki olan bir işle, karşı karşıya kalanın, ne kadar zor, ne kadar acı olursa olsun, buna rıza göstermesi, imtihanı kazanmak için sabretmesi gerekir. Bir hadis-i şerif:
(Allahü teâlâ, sabredeni sever.) [Taberanî]

Başa gelene sabreden, büyük nimetlere kavuşur. Sabretmeyen ise felakete maruz kalır. Bundan dolayı Allahü teâlâ, hadis-i kudsîde buyuruyor ki:
(Kaza ve kaderime razı olmayan, beğenmeyen ve belaya sabretmeyen, benden başka Rab arasın!) [Taberanî]

O hâlde, kaderimize, razı olmaktan başka umar olmadığına bakılırsa, buna istemeyerek değil, isteyerek razı olmalıyız. Kadere razı olmak oldukca kıymetlidir. Birkaç hadis-i şerif:
(Kadere rıza, mutluluk alametidir.) [Tirmizî]

(Şunları yapmak imanı zirveye çıkarır: 1- Tanrı’ın hükmüne karşı sabretmek, 2- Kaza ve kadere rıza göstermek, 3- Tam tevekkül sahibi olmak, 4- Tanrı’a tam teslim olmak.) [Ebu Nuaym]

(Allahü teâlâ buyurur: Kaza ve kaderime razı olan, rızkıma kanaat eden, benim için şehvetini terk eden genç, bazı melekler benzer biçimde kıymetlidir.) [Deylemî]

(Şu 3 şeyi icra eden, dünya ve âhiret hayrına kavuşur: Kazaya rıza, belaya sabır, rahatlıkta, bollukta yakarış.) [Deylemî]

(Şu 3 şeyi icra eden 40 evliyadan biri olur: Kazaya rıza, haram işlememeye sabır, buğdi fillah.) [Deylemî]

(“Ya Rabbî, kaderine rıza göstermemi nasip et” diye yakarış et!) [Taberanî]

(Kadere rıza göstermek mutlu olmaya, rızasızlık ise mutsuzluğa alamettir.) [Tirmizî]

(Razı olan kadere, kolay düşmez kedere) buyuruluyor. Gelen belaya sabredenin, ya günahı affolur yada derecesi yükselir.

Cennetlik insanoğlunun nişanı şudur: O şahıs, Hak teâlânın kaderine razı olur. Şakî [kötü, cehennemlik] olmanın da nişanı şudur: O şahıs, kadere razı olmaz, bir musibet ulaşınca, bağırıp çağırır, oldukca ağlar, sızlar. (İslâm Ahlakı)

İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Her gün insanoğlunun karşılaşmış olduğu her şey, Allahü teâlânın dilemesi ve yaratmasıyla var olmaktadır. Bunun için, iradelerimizi Onun iradesine uydurmalıyız! Karşılaştığımız her şeyi, aradığımız şeyler olarak görmeliyiz ve bunlara kavuştuğumuz için sevinmeliyiz! Kulluk bu şekilde olur. Kul isek, bu şekilde olmalıyız! Bu şekilde olmamak, kulluğu kabul etmemek ve sahibine karşı gelmek olur. Allahü teâlâ, (Kaza ve kaderime razı olmayan, beğenmeyen ve gönderdiğim belalara sabretmeyen, benden başka Rab arasın!) buyuruyor. (3/59)

Demek ki, kadere rıza gösteren mutlu oluyor. Karşımıza ne çıkarsa, (Kaderim böyleymiş) diyerek itiraz etmemeli. Örneğin treni kaçırsak, (Hakkımda hayırlısı buymuş) diyerek üzülmemeli. Acil bir yere yetişmek için giderken, bir kaza yapsak, zamanında hastaneye yetişemesek, şu demek oluyor ki tüm olumsuzluklar üst üste gelse de, düzgüsel bir vaka benzer biçimde, karşılayanın rahat ve mutlu olacağını dinimiz bildiriyor.

Mutlu olmak için, gülün yanında diken var diye üzülmemeli, dikenler içinde gül var diye sevinmeli.

Mutluluğun sırrı, sevilen şeyleri yapmakta değil, hayata geçirmeye zorunlu olunan şeyleri sevmektedir.

İnsan sevdiğini, olmasını istediği benzer biçimde değil, olduğu benzer biçimde, o hâliyle sevmelidir. Bu şekilde sevmezse mutlu olması imkansız.

Çölde yaşayan bir bedevî ve ailesinin, bir horozu, bir köpeği ve bir de merkebi vardı. Horoz, sabahları öterek, onları namaza uyandırır. Bigün tilki, horozu alıp götürür. Çoluk evladı üzülür. Bedevî, (Hakkımızda bir ihtimal bu hayırlıdır) diyerek onları teselli eder. Bir kurt, merkebi parçalar. Bedevi, üzülen çoluk çocuğunu gene teselli eder. Bir süre sonra kendilerine bekçilik eden köpekleri de ölür. Bedevî gene ailesini teselli eder. Bir sabah, ilerideki birkaç çadırda yaşayanlar, tutsak alınarak götürülür. Hayvanlarının sesleri, merkep anırması, horoz ötmesi ve köpek havlaması, çadırda yaşayanları ele verir. Bedevînin hayvanları olmadığı için, onların varlığından haberdar olamazlar. (İhya)

Bir dost söyledi: Ortaokul son sınıfta iken, öğretmenler, (Ne yaparsan yap, seni sınıfta bırakacağız) demişlerdi. Mecburen başka bir ilçeye gitmek zorunda kalmıştım. Okul idaresi, arkamdan bir rapor göndermiş, (Bu, oldukca tehlikelidir, ders çalışmaz, öğretmenleri döver, anarşist biridir) demiş. Müdür, oradaki öğretmenleri topluyor. (Bu, tehlikeli biriymiş, bizlere ziyanı dokunabilir. Sınıfta bırakmayalım, mezun edip kurtulalım) diyor. O ilçeye benimle gelen başka bir dost vardı, o ikmale kaldı, beni direkt geçirdiler. Hakkımda niye bu şekilde fena rapor verdiler diye kızıyordum. Meğer hakkımda hayırlısı bu şekilde imiş…

Başka bir dost söyledi: (Treni yada otobüsü kaçırıyorum, üzülüyorum. Sonrasında unuttuğum bir şey kalmış, gitsem de geri dönmem gerekiyordu. Bu şekilde oldukca vaka başıma geldi. Artık kaçırdığım şeye üzülmüyorum.)

Hikmet Baba adlı bir derviş, (Bunda da bir hikmet var) dermiş. (Her şeyde hayır olur mu, hikmet olur mu?) diyen birkaç serseri, dervişin ineğini götürüp ormanda bir ağaca bağlarlar. Akşamüstü sığırtmaç, sığır sürüsünü köye getirir. Hikmet baba, ineğini görmeyince gene, (Bunda da bir hayır var) diyerek, çoluk çocukla ineğini aramak suretiyle ormana giderler. Gece, geç saatlere kadar ineği ararlar. Sonunda bir ağaca bağlı bulurlar. Fazlaca yoruldukları için, orada uyuya bırakılırlar. Sabah olunca köylerine gelirler. Ne görsünler, köyde zelzele olmuş, evler yıkılmış, oldukca kimse ölmüş. Hikmet baba gene, (Gördünüz mü, Allahü teâlâ bizi depremden korumak için ineğimizi bağlatmış) der.

Görüldüğü benzer biçimde, şer zannedilen şey, hayrımıza olabiliyor. Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin şiirini hatırlıyoruz:
Hak, şerleri hayreyler,
Zannetme ki gayreyler,
Ârif onu seyreyler,
Mevlâ görelim n’eyler,
N’eylerse, güzel eyler.

Sual: Allahü teâlâdan razı olmanın özetlemek gerekirse alameti, şekli nedir, nasıldır?
Yanıt:
Rıza demek, Allahü teâlâdan gelen her şeye razı olmak anlama gelir. Allahü teâlâdan bir yıkım gelse, ona da rıza gösterir. Hiç kimseye şikâyet etmez. Bu, her insanoğlunun yapabileceği bir iş değildir. Fakat, bunu yapabilen, büyük bir insandır. Bu şekilde insanlarda, Peygamberlere mahsus sabır ve tahammül var anlama gelir. Allahü teâlânın ebatlarına inanılmış olduğu derecede insan, bu tahammülü ve bu rızayı izah edebilir. Gıpta edilecek, imrenilecek bir meziyettir.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/28/kadere-riza-gostermek/feed/ 0 5321
Takdir-i ilahi https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/28/takdir-i-ilahi/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/28/takdir-i-ilahi/#respond Sun, 28 Apr 2019 09:38:57 +0000 Kaza ve Kadere iman]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5320

Sual: Bir zelzele, bir sel felaketi, bir yangın oluyor, bir trafik kazası yada iş kazası oluyor. Kazara bomba patlıyor, insanoğlu ölüyor. Bunlara takdir-i ilahi denir mi? Dinî mevzularda bilgisiz bir yazar, (Bu şekilde kazalara takdir-i ilahi demek densizliktir) diyor. Lüzumlu önlem alınmadan kazaya sebep olunmuşsa, gene buna takdir-i ilahi denir mi?
CEVAP
Önlem almak dinimizin emridir. Sadece önlem alınsa da, alınmasa da, her şey takdir-i ilahi ile olur. Çürük bina yapılıp depremde yıkılırsa, sel yatağına ev yapılıp, evi sel alırsa, ormanda kebap yapmak için ateş yakılıp, ormanın yanmasına sebep olunursa, 150 kilometre hızlıca gidip kaza yapılırsa, bunların hepsi tedbirsizlik neticesinde olmuşsa da gene takdir-i ilahidir. (Falanca 150 kilometre hızla gidince kaza yapacak) diye alnımıza yazılmış, doğrusu kaderimiz olmuş, ikimiz de onu görüyoruz. Önlem almadığımız için günaha giriyoruz, o ayrı bir şeydir. Fakat her şey takdir-i ilahi ile oluyor. Her vakası yaratan sadece Tanrı’tır. İki âyet-i kerime meali şöyledir:
(Her şeyi yaratan Tanrı’tır.) [Zümer 62]

(Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Tanrı’tır.) [Saffat 96]

Amentü’nün altı şartından biri, Kaza ve kadere inanmaktır. Yazgı, takdir-i ilahi anlama gelir. Mutezile kafalılar kaderi inkâr etse de, bir şey değişmez. Bir insanoğlunun intihar etmesi yada birinin ötekini alnında vurması birer takdir-i ilahidir. Kabahat işleyince takdir-i ilahi olmaktan çıkmaz. Takdir-i ilahi, insanların önlemli yada tedbirsiz yapacağı her işi Tanrı bilir anlama gelir. (Falanca kimse, önlem almayacak, şu kazaya sebep olacaktır yada filanca, kasten şu suçu ya da şu günahı işleyecektir) diye alnımıza yazar. Buna alınyazısı yada takdir-i ilahi diyoruz. Suçu yada günahı işleten Tanrı değildir. Tanrı onun işleyeceğini bilmiş olduğu için yazmıştır. Kısaca o yazdı diye bu vakalar olmuyor. Cahiller yada dinsizler takdir-i ilahiyi bilmedikleri için, (Bu bir takdir-i ilahidir) diyenleri eleştiri edip, densizlik diyorlar. Tanrı’ın takdirini kabul edene densizlik demek dinsizlik olur.

İnsan bilmediği mevzuda konuşmamalı. Atalarımız, (Bilgisiz yürekli olur) buyuruyor. Kısaca (Düşünmeden konuşur, patavatsızca konuşur) diyor. Din cahilleri de, yanlış sözler edip küfre girmekte fazlaca cesurlar. Hepimiz haddini bilmeli, bilmediği mevzulara burnunu sokmamalıdır.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/28/takdir-i-ilahi/feed/ 0 5320
Kâfiri cezalandırmak https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/28/kafiri-cezalandirmak/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/28/kafiri-cezalandirmak/#respond Sun, 28 Apr 2019 04:37:50 +0000 Kaza ve Kadere iman]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5319

Sual: Kur’anda, (Kâfirlerin kalblerini mühürledik, onlar göremez, işitemez ve anlayamaz) buyuruluyor. Kalbleri mühürlendiği için kâfirler inanç edemez. İman etmemeleri kendi ellerinde olmadığına bakılırsa, âhirette niye cezalandırılıyorlar?
CEVAP
Bu soru, kaza ve kaderi bilmememizden kaynaklanıyor. Allahü teâlâ hiç kimseye zulmetmez, kimseyi haksız yere Cehenneme atmaz. Allahü teâlâ, ezelî ilmiyle onların kâfir olacaklarını biliyordu. Iyi mi olsa kâfir olacaklar diye, onları dünyaya göndermeden Cehenneme atsaydı, (Bizi dünyaya getirseydin, biz oldukça iyi ameller işlerdik) diyeceklerdi. Onun için, onlar dünyaya getiriliyor, akıl veriliyor, eşit şartlarda imtihana tâbi tutuluyor. Dağda çölde kalıp duymayanları aynı imtihana tâbi tutmuyor. İnanmayacakları ezelî ilmiyle bilmiş olduğu için, (Onlara ne söylense inanç etmezler) deniyor. Allahü teâlâ, ezelî ilmiyle biliyor ki, onlar kendi iradeleriyle küfre girecekler. Bunun için, (Kalbleri mühürlü ve kâfir olarak ölecektir) denmiş oluyor. Cenab-ı Hakk’ın, onların kâfir olarak öleceklerini bilmesi, kâfir olarak ölmelerini gerektirmiyor. Kendi arzularıyla kâfir oluyorlar. Birkaç âyet meali:
(Tanrı onların kalblerini de, kulaklarını da mühürlemiştir. Gözlerinde de perde vardır.) [Bekara 7]

(Onlar sağır, dilsiz ve kördür, bu hâllerinden dönerek inanç etmezler.) [Bekara 18]

(Kalblerini mühürleriz de, onlar işitmezler.) [Araf 100]

(Kalbleri var, fakat anlamazlar; gözleri var, fakat görmezler; kulakları var, fakat işitmezler. İşte bunlar hayvan gibidir, hattâ daha da aşağıdır.) [Araf 179]

(Onları doğru yola çağırsan işitmezler. Sana bakarlar, fakat görmezler.) [Araf 198]

([Müşrikler, Resulullah’a] dediler ki: Çağrı ettiğin şeye [İslâmiyet’e] karşı kalplerimiz kapalı, kulaklarımızda da bir ağırlık [sağırlık] vardır. Seninle mutabık olmamıza engel bir de perde [küfür perdesi] vardır.) [Fussilet 5]

(Onların kalblerine mühür vuruldu. Bu yüzden anlamazlar.) [Tevbe 87, Münafikun 3]

Sağır, dilsiz, kör, kalbi mühürlü ifadeleri ne anlamına gelir? Özetlemek gerekirse açıklayalım:
Onlar, sağırdır işitmezler: Neyi işitmezler? Hakkı işitmezler. Ezanı işitmezler, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği detayları işitmezler. Âhiret için yararlı olan hiçbir şeyi işitmezler.

Dilsizdir, söylemezler: Neyi söylemezler? Kelime-i şehadeti söylemezler, Tanrı’a inanmazlar. (Kâinatın bir yaratıcısı vardır) demezler. Hak olan gerçeklerin hepsini inkâr edip söylemezler.

Kördür, görmezler: Neyi görmezler? Hak olan hiçbir şeyi göremezler. Sözgelişi Güneş’i göremezler. Eğer görseler, (Bu Güneş’in ısısı niye asla bitmiyor, niye dünyaya oldukça yakınlaşmıyor, niye dünyadan uzaklaşmıyor? Demek ki bir yaratıcısı vardır) diye düşünmeleri gerekir. Sayısız hayvan çeşitlerini, bitkileri ve göklerdeki nizamı göremedikleri benzer biçimde, kendi vücutlarındaki harikaları da göremiyorlar. Camileri, Cennete giden yolları, Ehl-i sünnet âlimlerini ve kitaplarını görmezler, göremezler. Bunun benzer biçimde öğrenek alınması ihtiyaç duyulan varlıkları, vakaları göremiyorlar.

Kalbleri mühürlüdür, anlamazlar: Kalbleri niye mühürlüdür, neleri anlamazlar? İyiyi kötüyü, imanı küfrü, hayrı şerri, kârı ziyanı, faydalıyı zararlıyı, Cenneti Cehennemi, dostu düşmanı anlamazlar. Anlama yeri olan kalbleri kilitlidir, kapalıdır. Göz, ne kadar bakarsa baksın, kulak ne kadar açık olursa olsun, eğer içeride bir işitme yada görme işi eğer olmazsa, baksa da görmez, işitse de duymaz, bundan dolayı duyuracak olan kulak değil, Cenab-ı Hak’tır.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/28/kafiri-cezalandirmak/feed/ 0 5319
Tedbir, takdir ve spiral https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/28/tedbir-takdir-ve-spiral/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/28/tedbir-takdir-ve-spiral/#respond Sat, 27 Apr 2019 23:37:41 +0000 Kaza ve Kadere iman]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5318

Sual: (Doğum kontrolü için Spiral kullanılsa da, Tanrı dilerse çocuk verir. O dilemezse önlem yarar vermez. Alınyazısı da değişmez. O hâlde spiral kullanmak dine aykırıdır) deniyor. Önlem almak dine aykırı mıdır?
CEVAP
Yukarıdaki dört cümlenin ilk üçü doğrudur. Yargı olan dördüncü cümle yanlıştır. Alınyazısı normal olarak değişmez.

Bir kimsenin Cennete yada Cehenneme gideceği takdir edilmiştir. Eğer bir kimse, (Ben cennetliksem de, cehennemliksem de ibadete gerek yok. Iyi mi olsa gideceğim yer kesindir) diyerek, inanmaz ve yakarma etmezse, o şahıs Cehenneme gider.

İnsan, Cennete yada Cehenneme gideceğini bilmesi imkansız. Fakat Tanrı’a inanç eder, Müslümanlığa uyarsa ve imanlı ölürse, Cennete gider.

Evladı veren de, vermeyen de Allahü teâlâdır. Evlenmeyene Allahü teâlâ çocuk vermez. Her evlenene de vermez. Çocuk olması için sebebe yapışmak şarttır. Birinci koşul evlenmektir.

Çocuk olmaması için evlenmeyen kimse önlem almış olur. Çocuk istemeyen evli kimse, çocuk olmaya mâni olan tedbirleri alması gerekir. Önlem almak takdiri değiştirmez, fakat önlem almak da dinin emridir.

İlacın tesir kuvvetini de, Allahü teâlâ yaratır. İlaçsız da şifa verebilir. Sadece ilaçla şifa vermek âdetidir. Onun için Peygamber efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Ey Tanrı’ın kulları, ilaç kullanın!) buyurdu. Musa aleyhisselam hastalanınca, (İlaç istemem, Allahü teâlâ şifasını verir) dedi. Hastalık uzayıp ağırlaştı. Yine, (Bu hastalığın ilacı deneyim edilmiştir, şifalı olduğu meşhurdur, ilacı kullanırsanız azca zamanda iyileşirsiniz) dedilerse de, (Hayır, ilaç istemem) dedi ve hastalığı arttı. O vakit (İlaç kullanmazsan, şifa kayra etmem) diye vahiy geldi. İlacı alıp iyileşti. Fakat sebebini merak etti. (Ya Rabbî, hastalıklara şifa veren sensin, niye ben ilaçla şifa buldum?) diye arz edince, Allahü teâlâ, (Sen tevekkül etmek için, benim âdetimi, hikmetimi mi değişiklik yapmak istiyorsun? İlaçlara, yararlı tesirleri kim verdi? Elbet ben yaratıyorum) buyurdu. (K. Mutluluk)

Allahü teâlâ, ilaçları hastalıkları gidermeye sebep yapmıştır. Tüm sebepleri yaratan, bunlara etki kuvveti veren, Allahü teâlâdır.

Allahü teâlânın 99 isminden biri Rezzak‘tır, her insanoğlunun, her varlığın rızkını vericidir. Tüm rızıklar Allahü teâlâya aittir. Bir âyet-i kerime meali: (Her canlının rızkı, Tanrı’a aittir.) [Hud 6]

Allahü teâlâ, her insanın rızkını ezelde takdir etmiş, ayırmıştır. Her insanoğlunun rızkı bellidir. Rızık asla değişmez, azalıp çoğalmaz. Asla kimse rızkını yemeden ölmez. Rızkı, azca yada fazlaca veren Tanrı’tır. Bir âyet-i kerime meali: (Rabbin, rızkı dilediğine bolca verir, dilediğininkini daraltır.) [İsra 30]

Rızkımızın muhakkak verileceği âyet-i kerimeyle sabitken, niye bir işte çalışıyoruz? Çalışmasak da rızkımız gelir, fakat çalışmak, rızık için sebebe yapışmak dinin emridir. Birkaç hadis-i şerif:
(Çalışıp kazanmak her Müslümana farzdır.) [Taberânî]

(Hiç kimseye muhtaç olmamak için çalışmak cihaddır.) [İ. Asakir]

(Cebrail aleyhisselam her vardığında, “Tanrı’ım, bana helâl rızık ve iyi bir iş nasip et” diye yakarma etmemi söylerdi.) [Hâkim]

Bir gencin sabah erken işe gitmesini uygun görmeyenlere, Peygamber efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki:
(Öyleki söylemeyin! Eğer hiç kimseye muhtaç olmamak, ana babasını ve aile efradını muhtaç etmemek için işine gidiyorsa, her adımı ibadettir.) [Taberânî]

Yalnız rızkı değil, her işi yaratan, hasta eden ve iyileştiren de Tanrı’tır. Fakat hasta olmamak için önlem almak dinimizin emridir. Biz önlem alsak da takdir yerini bulur. Takdiri değiştirebilmek için değil, dinin emrine yapışmak için önlem alıyoruz. Çocuk olması yada olmaması için önlem almak da böyledir. Önlem almayı dine aykırı sanmak fazlaca yanlıştır. Dinini bilmememizden oluşur. Her işin sebeplerine yapışmak lazımdır. Buradaki en mühim nokta şudur: Allahü teâlânın emri olduğundan sebebe, tedbire yapışmalı, fakat bu sebeplere, bu tedbirlere güvenmemelidir.

Vebadan kaçılır mı?
Sual:
İmam-ı Rabbanî hazretleri, veba olan yerden kaçmanın uygun olmadığını söylüyor. Bu, dinimizin ruhuna aykırı değil midir? Dinimiz, tedbiri emretmiyor mu?
CEVAP
Sual, dine, edebe uygun olmalıdır. Bu şekilde bir sual sormak Resulullah’ın vârisleri olan âlimlere hakaret olur. İmam-ı Rabbanî hazretleri benzer biçimde, ikinci bin senenin müceddidi olan, büyük bir âlim ve evliya zatın bir sözü için, (Dinimizin ruhuna aykırı değil mi?) denir mi? Dinin ruhu denilen şey ne ise, onu İmam-ı Rabbanî hazretleri bilmiyorsa, biz nereden bileceğiz ki?

İmam-ı Gazalî hazretleri buyuruyor ki:
Halife Hazret-i Ömer, bir kafileyle Şam’a gidiyordu. Şam’da veba hastalığı bulunduğunu işittiler. Kimi, (Şam’a girmeyelim) dedi. Kimi de, (Allahü teâlânın kaderinden kaçmayalım) dedi. Halife de, (Allahü teâlânın kaderinden, gene Onun kaderine kaçalım, şehre girmeyelim) buyurdu. Abdurrahman bin Avf da dedi ki: Ben Resulullah’tan işittim, şu şekilde buyurmuştu:
(Veba bulunduğunu işittiğiniz yere gitmeyin! Siz bir yerde iken orada veba meydana çıkarsa, oradan çıkmayın!) [Buhari, Müslim, Taberani]

Halife Hazret-i Ömer de, (Elhamdülillah, benim sözüm, hadis-i şerife uygun oldu) diyerek, Şam’a girmediler. Veba bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebep, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helâk olurlar. Veba bulaşıcı hastalıktır. Bu hastalık, [veba basilleri], her insanın içine yerleşince, kaçanlar, [hastalığı başka yerlere götürüp bulaştırmış olurlar ve kendileri de] hastalıktan kurtulamazlar. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Veba hastalığı bulunan yerden kaçmak, muharebede kâfir karşısından kaçmak benzer biçimde, büyük günahtır.) [Taberani] (İhya)

İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:
Veba olan yerde, ölümden kaçıp da kurtulanlara yazıklar olsun! Kaçmayıp da ölenlere müjdeler olsun! Bunlar şehit sevabına ulaşırlar. Vebadan ölen muharebede ölen şehit gibidir. Ona sual sorulmaz. (1/299)

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/28/tedbir-takdir-ve-spiral/feed/ 0 5318
Âyetler, âyetleri açıklar https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/27/ayetler-ayetleri-aciklar/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/27/ayetler-ayetleri-aciklar/#respond Sat, 27 Apr 2019 18:37:20 +0000 Kaza ve Kadere iman]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5317

Sual: Kur’anda, (Tanrı, dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini sapıklıkta bırakır) deniyor. Madem sapıklıkta bırakan Tanrı ise, sapıkları Cehenneme niye atıyor?
CEVAP
Başka âyet-i kerimelerde bunun açıklaması var. Hadis-i şerifler, Kur’an-ı kerimi açıklamış olduğu benzer biçimde, bazı âyetler de, öteki âyetleri açıklar. Bazı mezhepsizler de, imanın altı şartından dördünü inkâr etmek için, bir âyeti ele alıp, (Bak, imanın şartı burada iki deniyor) diyorlar. Örneğin Bekara sûresi 62. âyetini ele alıp, bir tek Tanrı’a ve âhirete inanan Yahudi ve Hristiyanların Cennete gideceğini söylüyorlar. Galiba işbölümü yapıyorlar, kimi Hristiyanlığı, kimileri de Yahudiliği şirin göstermeye çalışıyorlar. Hâlbuki tefsir kitaplarında bildirildiğine gore, bu âyette Cennete gideceği bildirilenler, Hazret-i Musa zamanında, ona inanan Musevîler ve Hazret-i İsa zamanında ona inanan İsevîlerdir. Günümüzde Musevî ve İsevî yok, Yahudi ve Hristiyan var. Bir tek bir âyeti ele alıp, kitapların ve peygamberlerin hepsine imanı bildiren âyetleri âdeta gizliyorlar. Kur’an-ı kerime inanmayan ve son peygamberi kabul etmeyen, Cennete giremez.

Cebriye denilen bid’at fırkası da, sualdeki âyeti ele alıp, (Tanrı istediğine hidayet verir, istediğini de kâfir yapar, sevab işleten de, günah işleten de Odur, insanoğlunun hiçbir görevi yoktur) diyor. Mutezile fırkası da, tam aksini korumak için çaba sarfediyor. (Tanrı hiç kimseye hidayet vermez, Tanrı bu işlere karışmaz. İnsan işini kendisi yaratır) diyor. İkisi de yanlış söylüyor. Sualdeki âyet, Mutezile’nin yanlış bulunduğunu açıkça beyan ediyor. Şu mealdeki âyet-i kerimeler de, Cebriyenin yanlış bulunduğunu bildiriyor:
(Zerre kadar hayır işleyen ve zerre kadar şer işleyen, karşılığını görür.) [Zilzal 7, 8]

(İsteyen inanç etsin, dileyen inkâr etsin!) [Kehf 29]

Allahü teâlâ, hayrı ve şerri zorla işletseydi, (Zerre kadar hayır işleyen ve zerre kadar şer işleyen, karşılığını görür) buyurmazdı. İman, hidayet mevzusunda da, imanı zorla veren, zorla dini inkâr ettiren hâşâ Allahü teâlâ olsaydı, (Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin) buyurmazdı. (Kula bela gelmez Hak yazmadıkça/Tanrı bela vermez kul azmadıkça) beytindeki birinci mısra, Mutezile’ye cevaptır. Tanrı dilemedikçe hiçbir şey olmaz. İkinci mısra ise, Cebriye’ye cevaptır. Kul, hak etmedikçe, ona ceza vermez.

(Tanrı, dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini sapıklıkta bırakır) mealindeki âyeti kerime, tüm işleri yapanın Allahü teâlâ bulunduğunu bildiriyor. Buradaki sapıklığını dilemek; o kişinin sapıklığına razı olmak, onu beğenmek değildir. Hepimiz sevabı da, günahı da, kendi iradesiyle işliyor. Fakat ona bu kuvveti veren Allahü teâlâdır. Bunu bir örnekle açıklayalım:
Hepimiz âhiret yolcusudur. Allahü teâlâ, dünyada her insanın görmüş olduğu bölgelere, Cennete ve Cehenneme giden iki tayyare koymuştur. Birinin üstünde, (Bu tayyare Cennete gider), diğerinde ise, (Bu tayyare Cehenneme gider) yazılıdır. Bu uçakları Cennete ve Cehenneme götürmüş olan Allahü teâlâdır, fakat insanoğlu, kendi iradeleriyle bu uçaklara biniyorlar. Asla kimse zorla bindirilmiyor. Üstelik, (Bu tayyare Cehenneme gidiyor, buna binmeyin) diye sürekli ikâz ediliyor. Dolayısıyla, asla kimsenin, Allahü teâlâya, (Cehenneme tayyare kaldırmasaydın, ikimiz de binmezdik) demeye hakkı olmadığı benzer biçimde, (Biz kâfirleri Cehenneme sokarken, sâlih Müslümanları niye Cennete soktun?) demeye hakkı olmaz.

(Zerre kadar hayır ve şer işleyen karşılığını görür) mealindeki âyeti kerime, (İman edip, hayır işleyeni Cennete, inanmayıp fenalık işleyeni de Cehenneme koyarım) anlamına gelir. Şahıs kendi iradesiyle inanç edip çeşitli hayırlar işliyor, fakat bu kuvveti veren Allahü teâlâdır. Onun imanını ve ibadetini kabul ediyor. Kendi iradesiyle inkâr edene de, çeşitli haramları işleyene de, inkâr ve haram işleme kuvvetini veren, gene Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, hangi işleri yapanların Cennete yada Cehenneme gideceğini açıkça bildirmiş, asla hiç kimseye özür, bahane kalmamıştır. İnkâr eden kimse, (Ben bilseydim, Tanrı’ı, Cenneti, Cehennemi inkâr etmezdim, haramlardan kaçıp hep iyilik işlerdim) diyemeyecektir.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/27/ayetler-ayetleri-aciklar/feed/ 0 5317
Her işin yaratıcısı https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/27/her-isin-yaraticisi/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/27/her-isin-yaraticisi/#respond Sat, 27 Apr 2019 13:37:18 +0000 Kaza ve Kadere iman]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5316

Sual: Kur’an-ı kerimde, (Sizi de, işlerinizi de yaratan Tanrı’tır) buyuruluyor. Hadis-i şerifte de, hayrı da, şerri de yaratanın Tanrı olduğu bildiriliyor. Bu bildirilenlerden, Allahü teâlânın, kâfirin sövgü işlemesine izin verdiği anlaşılıyor. Bunun hikmeti ne olabilir?
CEVAP
İzin vermek razı olmayı göstermez. İmam-ı Begavî hazretleri buyuruyor ki: Kaza ve alınyazısı bilgisi, Allahü teâlânın kullarından saklamış olduğu bir sırdır. Bu bilgiyi, en yakın meleklere ve din sahibi olan peygamberlerine bile açmadı. Bu data, büyük bir deryadır. Kimsenin bu denize dalması, kaderin inceliklerinden hitabı caiz değildir. Şu kadar bilelim ki, Allahü teâlâ, insanları yaratıyor. Bir kısmı şakidir, Cehennemde kalır. Bir kısmı da saiddir, Cennete gider. Bir kimse, Hazret-i Ali’den kaderi sorunca, (Karanlık bir yoldur. Bu yolda adım atma!) buyurdu. Yine sorunca, (Derin bir denizdir) buyurdu. Yine tekrar sorunca, (Yazgı, Allahü teâlânın sırrıdır. Bu bilgiyi senden sakladı) buyurdu. (S. Ebediyye)

Şerefüddin Ahmed bin Yahya Müniri hazretleri de buyuruyor ki: Kudüs’te, Mescid-i Aksa’da ömrünü senelerce tesbih ve ibadetle geçiren bir kimse, ibadetin şartlarını ve ihlâsı öğrenmediği için, bir secdeyi terk edince, öyleki zarar etti ki, helak oldu. Eshab-ı Kehf’in köpeği ise, kirli olduğu hâlde, Sıddıkların arkasında birkaç adım yürümüş olduğu için, öyleki terfi etti ki, asla düşmedi. [Cennete girecektir.] Bu hâl, insanı hayrete düşürmektedir. Asırlar süresince, âlimler bu sırrı çözememiştir. İnsanın kısa aklı, bunun hikmetini anlayamıyor. Âdem aleyhisselama buğdaydan yeme dedi ve yiyeceğini ezelde bilmiş olduğu için, yemesini diledi. Şeytanın Âdem aleyhisselama secde etmesini emreyledi ve secde etmemesini diledi. (Beni arayın!) buyurdu, fakat ihlâsı olmayanın kavuşmasını dilemedi. İlahi yolun yolcuları, (Asla anlayamadık) demekten başka bir şey söyleyemediler. (70. mektup)

Allahü teâlânın da ezelî ilmiyle, kulların kendi istekleriyle günah yada sevab işleyeceklerini bilmesi, kulların işlerine zorla bir müdahale değildir. Sevab işleyen de, günah işleyen de kendi arzusuyla, kendi iradesiyle işlemektedir. Aslına bakarsan öyleki olmasaydı, sevab işleyene mükâfat, günah işleyene ceza verilmesi anlam ifade etmeyen olurdu. İşte kaza ve alınyazısı mevzusunda, bu kadar bilmek yeterlidir.

Sapıklıkta kalan kimse
Sual: (Tanrı, dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini sapıklıkta bırakır)
mealindeki âyetin açıklaması nasıldır? Tanrı, bizi niye sapıklıkta bırakıyor? (Sapıklıkta bırakan Tanrı) yada (Saptıran Tanrı) demek caiz mi?
CEVAP
Ehl-i sünnet âlimleri, bu âyet-i kerimeyi, (Allahü teâlâ, iradesini doğru yolda kullananı hidayete kavuşturur, iradesini fena yolda kullananı da sapıklıkta bırakır) şeklinde açıklıyorlar.

Görüldüğü şeklinde hidayeti veren de, saptıran da Allahü teâlâdır, sadece bunu kulun iyi yada fena ameline bakılırsa yapıyor. Asla kimseyi zorla saptırmıyor. Onun için yanlış anlaşılacağı, hattâ Tanrı suçlanacağı için (Sapıklıkta bırakan Tanrı) yada (Saptıran Tanrı) denmez. Şu sebeple İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
İyi ve fena her iş, Allahü teâlânın yaratmasıyla oluyorsa da, Onu yalnız, fena şeyin yaratıcısı olarak adlandırmak edepsizlik olur. (Kötülüklerin yaratıcısı) dememeli. (İyi ve kötünün yaratıcısıdır) demelidir. Örnek olarak, (Her şeyin yaratıcısıdır) demeli. Fakat (Pisliklerin) yada (Domuzların yaratıcısı) dememelidir. (2/67)

Allahü teâlânın fena işleri yaratması, kulun kendi iradesiyle olmaktadır. Buna birkaç örnek verelim:
1- Yargılanma neticesinde bir hırsızın suçu durağan(durgun) olunca, egemen onu cezalandırır. Hırsızın, ceza veren hâkimi suçlaması yanlıştır. Cezalandıran egemen ise de, suçlu olan hırsızdır. Bunun şeklinde, Allahü teâlâ da, kendi iradesini fena yolda kullananı sapıklıkta bırakıyor, suçsuz olanı sapıklıkta bırakmıyor.

2- İstanbul havaalanından Mekke’ye ve Paris’e giden uçaklar var. İnsan hangi kent için bilet almışsa, o uçağa binip oraya gider. Paris için bilet alıp Paris’e gittikten sonrasında, (Ben haccetmek için Mekke’ye gidecektim, Paris’e beni niye getirdiniz?) demeye kimin hakkı olur? Götürmüş olan pilot ise de, o uçağa kendi iradesiyle binmiştir. Bunun şeklinde, dünyadan âhirete giden iki tayyare var. Birinin üstünde, (Bu tayyare Cennete gider), diğerinde ise, (Bu tayyare Cehenneme gider) diye yazılıdır. Bu uçakları yürüten, Cennete ve Cehenneme götürmüş olan Allahü teâlâdır, fakat insanoğlu, kendi iradeleriyle bu uçaklara biniyorlar. Kimse zorla bindirilmiyor. Asla kimsenin (Cehenneme tayyare kaldırılmasaydı, ikimiz de binmezdik) demeye hakkı olmaz. Uçakları meydana getiren, yürüten ve belli bölgelere götürmüş olan Allahü teâlâ ise de, gideceği yer için bilet alan [inanıp iyi iş yapan veya inanmayıp kötü iş yapan] kişinin kendisidir. Bunun için asla kimsenin Tanrı’ı suçlamaya hakkı yoktur.

3- Bir yerde bir meyhane, bir de cami olsa, hepimiz kendi iradesiyle ikisinden birine gider. Meyhaneye giderek içki içip sarhoş olan ve zararı olan işler meydana getiren kimsenin, (Sapıklıkta bırakan Tanrı olduğuna bakılırsa, beni buraya getiren, bana zorla günah işleten, beni sapıklıkta bırakan Tanrı’tır. Kaderimi bu şekilde yazmış) demesi oldukca yanlıştır. Allahü teâlâ, asla hiç kimseye zulmetmez. Bir beyit:
Hâşâ, asla zulmetmez, kula Huda’sı,
Her insanın çekmiş olduğu, kendi cezası.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/27/her-isin-yaraticisi/feed/ 0 5316
Ömür, ecel değişir mi? https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/27/omur-ecel-degisir-mi/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/27/omur-ecel-degisir-mi/#respond Sat, 27 Apr 2019 08:36:32 +0000 Kaza ve Kadere iman]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5315

Sual: Ecel değişebilir mi?
CEVAP
Şeyh-ül-İslam Ahmed bin Süleyman bin Kemal paşa buyuruyor ki:
Rad suresindeki, (Allahü teâlâ, dilediğini siler. Dilediğini değiştirmez. Ümm-ül-kitab, Ondadır) mealindeki âyette, levh-i mahfuz bildirilmektedir. Ümm-ül kitab, öncesiz olan kelam-ı İlahinin ismidir. Melekler, bunu anlayamaz. Zamanlı değildir. Allahü teâlâdan başka, kimse bilmez. Asla yok olmaz. Levh-i mahfuzda değişim olur. İnsanın, işine gore, ömrü ve rızkı değişir. İyiler fena, kötüler iyi olarak değiştirilebilir. Böylece biri ölümüne yakın, iyi işler yapmış olup, son nefeste inanç ile gider. Bir başkası fena amel işler, imansız gider. Bunun için, Resulullah efendimiz devamlı, (Allahümme, ya mukallibelkulub, sebbit kalbi, ala dinik) duasını okurdu. Hadis-i kudside, (İnsanların kalbi Rahmanın kudretindedir. Kalbleri, dilediği şeklinde çevirir) buyurulmuştur. Doğrusu, Celal ve Cemal sıfatları ile, kötüye ve iyiye çevirir. Levh-i mahfuza, kıyamete kadar gelecek insanların iyileri, said olarak, kötüleri de, şaki olarak yazıldı.

Yazgı değişmez. Kaza, kadere uygun olarak meydana gelir. Kaza, her gün fazlaca değişip, sonunda kadere uygun olunca, yaratılır. Kaza-i muallak şeklinde yaratılacağı yazılmış olan bir şey, kulun iyi ameli ile değişip yaratılmaz. İmam-ı Gazali hazretleri, (Kaza-i muallak, Levh-i mahfuzda yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel yapmış olup, duası kabul olursa, o kaza değişir) buyurdu. Hadis-i şerifte, (Yazgı, önlem ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan yakarış, o bela gelirken korur) buyuruldu. [Taberani]

Duanın belayı önlemesi de kaza ve kaderdendir. Kalkan oka, şemsiye yağmura siper olduğu şeklinde, yakarış da belaya siper olur. Bir hadis-i şerifte, (Kaza-i muallakı, hiçbir şey değiştiremez. Yalnız yakarış değiştirir ve ömrü, yalnız kayra, iyilik arttırır) buyuruldu. [Hakim]

Allahü teâlânın takdirinin, kısaca kaderin, Levh-i mahfuzda yazılması kazadır. Bir hiç kimseye takdir edilen bela, kaza-i muallak ise, kısaca, o kimsenin yakarış etmesi de, takdir edilmiş ise, yakarış eder, kabul olunca, belayı önler. (Ecel-i kaza)’yı da, iyilik etmek geciktirir. Fakat, (Ecel-i müsemma) değişmez.

Ecel-i kazaya bir örnek verelim:
Bir kimse, eğer iyi iş yapar, veya sadaka verir, hac ederse ömrü 60 yıl, bu tarz şeyleri yapmazsa 40 yıl takdir edilmişse, zaman tamam olunca, eceli bir an gecikmez. Birinin 3 gün ömrü kalmış iken akrabasını, Tanrı rızası için ziyaret etmesi ile, ömrü 30 yıla uzar. 30 yıl ömrü olan da, akrabasını terk etmiş olduğu için, ömrü 3 güne iner.

Takdir, ezelde Levh-i mahfuzda yazılmıştır. Doğrusu, Levh-i mahfuzda olacak değişimler ve ömürlerin artması ve kısalması da, ezelde yazılmıştır ki, buna kaza-i muallak denir. (Lübab-üt-te’vil)

Allahü teâlânın kaderi [ezeldeki ilmi] iyi mi ise, Levh-i mahfuzdaki değişimler, ona uygun olur.

Hazret-i Ömer yaralanınca, Ka’bül-ahbar, “Ömer daha yaşamak isteseydi, yakarış ederdi. Bu sebeple onun duası normal olarak kabul olur” buyurdu. İşitenler şaşırıp, “(Ecel, bir an gecikmez ve vaktinden ilkin gelmez) mealindeki âyet-i kerimeye ne dersin” denilince, buyurdu ki: “Evet, ecel hazır olunca, gecikmez. Fakat, ecel hasıl olmadan ilkin, sadaka ile, yakarış ile, iyi amel ile, yaşam uzar. Fatır suresinde, (Her insanın ömrü ve ömürlerin kısalması yazılıdır) buyuruluyor.”) [Levh-i Mahfuz ve Ümm-ül-kitab]

Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Tüm hayvanların ecelleri, tesbihlerine bağlıdır. Tesbihleri bitince, Allahü teâlâ onların ruhunu kabzeder.) [Beyheki]

(Her şeyin belli bir eceli vardır.) [Buhari]

Emali‘deki, (Öldürülen kişinin eceli, o anda, ömrü ortadan kesilmiş değildir) ifadesini Ahmed Asım efendi şöyleki açıklamaktadır:
(Öldürülen kimsenin [ve intihar edenin] o anda eceli gelmiştir. Ömrü ortadan kesilmemiştir. Her insanın eceli bir tanedir.)

Öldürülen kimse, eceli geldiği için ölür; fakat bunu öldüren de, cezasını görür. İntihar eden de eceli geldiği için ölür. Hepimiz, eceli ulaşınca ölür. Araf suresi 34. âyetinde mealen, (Ecelleri ulaşınca, onu azıcık ileri-geri alamazlar) buyuruldu. Şahıs doğmadan ilkin, ne kadar yaşayacağı takdir edilmiştir. Şahıs, nerede ölür, tevbe ile mi ve tevbesiz mi, hangi hastalıktan, inanç ile mi, imansız mı gider, hepsi levh-i mahfuza yazılmıştır. (Miftah-ül-cenne)

Eceli gelen ölür
Sual:
Bir kimse, başka birini öldürdüğünde, öldürmeseydi o hâlâ hayatta olurdu yada başka bir sebeple ölürdü diye düşünmek doğru olur mu?
CEVAP
İkisi de yanlıştır. Katilin, kendi arzusuyla, o kimseyi, ne maksatla ve iyi mi öldüreceğini Allahü teâlâ öncesiz bilimsel ile bilmiş olduğu için, kaderini o şekilde yaratmıştır. Bu, değişikliğe uğramaz. Bir de, Tanrı öyleki yazdığı için öldürdü demek de yanlış olur. Allahü teâlâ, bilmiş olduğu için, olacak şeyi kaderine yazmıştır. Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri, (Yazgı, Allahü teâlânın öncesiz bilimsel ile bilmesidir. Zorla yaptırması demek değildir) buyuruyor.

Kaderi değişiklik yapmak
Sual:
(Trafik kazasında ölmek, intihar etmek yada makineye bağlı hastanın hortumunu çekmek, nefesler sayılı olduğundan, kaderi değişiklik yapmak olur. İntihar etmeseydi, kazaya kurban gitmeseydi, hortumu çekilmeseydi daha fazlaca yaşardı) deniyor. İnsan, kaderini değiştirebilir mi?
CEVAP
İntihar etmek ve hastanın hortumunu çekmek caiz değilse de, kaderi değiştirmekle alakası yoktur. Yazgı, insanların iyi mi yaşayıp iyi mi öleceğini, Cennete yada Cehenneme gideceğini, Allahü teâlânın bilmesi anlama gelir. Demek ki alınyazısı, Allahü teâlânın, olacak şeyleri ezelde bilmesidir, zorla yaptırması değildir. Kaza ise, kaderde bulunan şeyleri, zamanı ulaşınca yaratmasıdır. Saygın din kitaplarındaki bilgiler şöyledir:
Eceli gelmeden kimse ölmez. Her türlü ölüm, eceli gelmiş olarak, kaderiyle ölmektir. Doğrusu intihar eden yada öldürülenin ömrü ortadan kesilmiş olmaz. O anda eceli gelmiştir, kısaca ömrü biterek ölmüştür. Her insanoğlunun bir tek eceli vardır.

İnsan yapmış olduğu işleri kendi yaratmıyor. İrade-i cüziyye ile meydana getirilen işlerin yaratıcısı kısaca hayrın ve şerrin yaratıcısı Allahü teâlâdır. Hayrın ve şerrin Tanrı’tan bulunduğunu inkâr etmek, (İntihar eden takdir-i ilahiyi değiştirir) demek küfürdür. Allahü teâlâ, onun intihar edeceğini normal olarak bilir. (Yaratan asla bilmez mi?) buyuruyor. Tanrı’ın verdiği ömrü kimse değiştiremez. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Tanrı’ın takdir etmiş olduğu ecel [ölüm] ulaşınca artık o ertelenmez.) [Nuh 4]

(Sizi yaratan, sonrasında ölüm zamanını takdir eden sadece Odur.) [Enam 2]

(Her ümmetin bir eceli vardır, ulaşınca ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gider.) [Araf 34]

Demek ki, (İntihar etmeseydi, kazaya kurban gitmeseydi, hortumu çekilmeseydi daha fazlaca yaşardı) demek yanlış olur.

İlaç kullanmak ve ecel
Sual:
İlaç almak, yakarış okumak, ameliyat olmak ölüme engel olur mu? İnsanın ömrünün uzamasına sebep olur mu?
CEVAP
İlaç almak, âyet-i kerime ve yakarış okumak, üflemek ve yanında taşımak, insanoğlunun ömrünü uzatmaz, ölüme engel olmaz. Eceli geciktirmez. Ömrü olanın dertlerini, ağrılarını giderip, sağlıklı, rahat ve neşeli yaşamasına sebep olurlar. Kalb nakli ve beyin, böbrek, ciğer şeklinde ameliyatlar, aşılar, serumlar, ölüme engel olmaz. Ömrü olanlara yararlı olur. Eceli gelen fazlaca kimsenin ameliyat esnasında öldüklerini bilmeyen yoktur.

Ecel ve rızık
Sual: Rızık ve ecel değişir mi? Örneğin gömü gören kimsenin rızkı artmış mı olur? İntihar eden yada vurularak öldürülen, eceliyle ölmemiş mi olur?
CEVAP
Hayır, ecel de, rızık da değişmez. Bunlar ezelde takdir edilmiştir, kısaca her insanın rızkını ve ecelini Allahü teâlâ ezelî ilmiyle bilir. Gömü bulacaksa, ezelde, gömü bulacak, varlıklı olacak diye takdir edilmiştir. Takdir edilenden fazla yada noksan olmaz. Ecel de öyledir. İntihar edecekse yada trafik kazasında ölecekse, gene öyleki takdir edilmiştir. Takdirin dışına çıkılamaz. Ecelsiz ölüm olmaz. (Eceliyle öldü) yada (Eceliyle ölmedi) şeklinde sözler fazlaca yanlıştır. Iyi mi ölürse ölsün, hepimiz kesinlikle eceliyle ölür. Bir âyet-i kerime meali:
(Ecel bir an gecikmez ve vaktinden ilkin de gelmez.) [Araf 34]

Rızık da, aynen ecel gibidir. Asla kimse, takdir edilen rızkını tüketmedikçe ölmez. Eceli takdir eden şeklinde, rızkı da gönderen Allahü teâlâdır. İki âyet-i kerime meali:
(Yeryüzündeki her canlının rızkı, Tanrı’a aittir.) [Hud 6]

(Nice canlı, rızkını kendisi elde edemez. Sizin de, onların da rızkını Tanrı verir.) [Ankebut 60]

Yoksul gömü bulsa, varlıklı batkı etse, takdir edilen rızkı gene değişmez.

Sual: Bazı hastalara ve kaza geçirenlere, hastaneye yetiştirilseydi, hekim bulunsaydı ölmezdi deniyor. Bu şekilde söylemek ve düşünmek, dinimiz açısından doğru mudur?
Yanıt: Hekim ve ilaç bulmak, takdire bağlıdır. Allahü teâlâ, takdirine gore sebepleri yaratmaktadır. Bir yeri kesilen insanoğlunun eceli gelmedi ise, damarı bağlanır, ilaç verilir, ölmez. Eceli gelmiş ise, damarı bağlayacak biri bulunamaz, kanı akar, mikrop kapar ve ölür. Kalbi, yüreği hasta olana, ölmek suretiyle olan bir başkasının sağlam yüreği takılıp takılmaması da, ecelin gelip gelmemesine bağlıdır. Kalbin değiştirilmesi de hastayı muhakkak iyi yapmıyor, çoklarının hayatını kaybetmesine de sebep olmaktadır.

İnsanın ömrü değişebilir mi?
Sual: İnsanların ömürlerinde değişim olur mu, eğer oluyorsa, bu hâl, hepimiz için geçerli midir?
Yanıt:
Bir kimsenin ömrü bitince, zaman tamam olunca, ecel bir an gecikmez. Birinin üç gün ömrü kalmış iken akrabasını, Tanrı rızası için ziyaret etmesi ile, ömrü otuz seneye uzar. Otuz yıl ömrü olan kimse de, akrabasını terk etmiş olduğu için, ömrü üç güne iner. Tefsîr-i Hâzin kitabında diyor ki:
“Takdir, ezelde Levh-i mahfûzda yazılmıştır. Sonradan bir şey yazılmaz. Levh-i mahfuzda; olacak değişimler, ömürlerin artması ve kısalması, ezelde yazılmıştır ki, buna kazâ-i mu’allak denir. Allahü teâlânın kaderi, kısaca ezelde bilimsel iyi mi ise, Levh-i mahfûzdaki değişimler, ona uygun olur. Hazret-i Ömer yaralanınca, Ka’bül-ahbâr hazretleri buyurdu ki: ‘Ömer radıyallahü anh daha yaşamak isteseydi, yakarış ederdi. Zira onun duası normal olarak kabul olur.’ İşitenler şaşırıp, ‘Iyi mi bu şekilde söylüyorsun, Allahü teâlâ meâlen, (Ecel, bir an gecikmez ve vaktinden ilkin gelmez) buyurdu’ dediklerinde, ‘Evet, ecel hazır olduğu zaman gecikmez. Fakat, ecel hasıl olmadan ilkin, sadaka, yakarış ve amel-i salih ile, yaşam uzar. Zira Fâtır sûresinde meâlen; (Her insanın ömrü ve ömürlerin kısalması hep yazılıdır) buyurulmaktadır’ dedi.”

Sual: Hasta olan bir kimsenin, ilaç kullanımı ve yakarış etmesi ile ömrü değişir mi?
Yanıt: İlaç almak, âyet-i kerime ve yakarış okumak, bu tarz şeyleri yanında taşımak, insanoğlunun ömrünü uzatmaz, ölüme engel olmaz, eceli geciktirmez. Ömrü olanın dertlerini, ağrılarını giderip, sağlıklı, rahat ve neşeli yaşamasına sebep olurlar. Kalp nakli ve beyin, böbrek, ciğer şeklinde ameliyatlar, aşılar, serumlar, ölüme engel olmaz. Ömrü olanlara yararlı olur. Eceli gelen fazlaca kimsenin ameliyat esnasında öldüklerini bilmeyen yoktur.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/27/omur-ecel-degisir-mi/feed/ 0 5315
Nasip meselesi https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/27/nasip-meselesi/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/27/nasip-meselesi/#respond Sat, 27 Apr 2019 03:34:01 +0000 Kaza ve Kadere iman]]> http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5314

Sual: (Müslüman olmak, doğru yolu bulmak, nasip meselesidir) deniyor. Nasibi yaratan Tanrı olduğuna nazaran, ötekileri niye nasipsiz yaratıyor? Nasipsiz yaratmak adalete uygun mu?
CEVAP
Allahü teâlâ asla kimseyi nasipsiz, kâfir olarak yaratmamıştır. Allahü teâlâ geçmiş ve gelecek her şeyi, ezelî ilmiyle bilir. Örnek olarak, bir kâfirin sonsuz kâfir kalıp kalmayacağını bilir. Olacak şeylerin iyi mi olacağını bilir. Allahü teâlâ da, insanların başlarına ne geleceğini bilmiş olduğu için, bu tarz şeyleri levh-i mahfuza yazmıştır. Allahü teâlânın, bazı kimselerin nasipsiz olacaklarını bildirmesi, onların, kendi arzularıyla sövgü suretiyle kalmayı istedikleri ve inanç etmek istemedikleri içindir. Yoksa bunların kâfir olması, Allahü teâlânın haber verdiği için değildir. Kur’an-ı kerimde buyuruyor ki:
(Nefse iyilik ve fenalık [isyan ve itaat kabiliyeti yani bunlardan birini seçme hakkı, irade-i cüziyye] veren Allahü teâlâya ant olsun ki, nefsini tezkiye eden, sövgü ve isyandan temizleyen, kurtuldu. Nefsini bunlarda bırakan da, ziyan etti.) [Şems 7-10]

İnsan, irade-i cüziyyesini kullanmakta serbesttir, zorunlu değildir. Şu demek oluyor ki irade-i cüziyye, iyiliğe kullanılırsa Allahü teâlâ iyilik yaratır, kötülüğe kullanılırsa, fenalık yaratır. Kul irade-i cüziyyesini kullanıyor, Allahü teâlâ da yaratıyor. (İrade-i cüziyye risalesi)

Demek ki, iyilik isteyene iyilik veriyor, o nasipli oluyor. Fenalık isteyene fenalık veriyor, o da nasipsiz oluyor. Burada bir zorlama yoktur. Şu demek oluyor ki Allahü teala zorla günah işletmiyor, zorla Cehenneme atmıyor. Günah işleyenin suçu kaderine yüklemesi yanlıştır.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/04/27/nasip-meselesi/feed/ 0 5314