Kur’an-ı kerim – Cennetin Bahçesi https://www.cennetinbahcesi.com Dini Paylaşım Sitesi Tue, 23 Jul 2019 02:34:30 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.0.7 110917297 Ateistin sorularına cevap https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/23/ateistin-sorularina-cevap/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/23/ateistin-sorularina-cevap/#respond Tue, 23 Jul 2019 02:34:30 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5730

Sual: Bir ateistin, cevap verilemez sanarak sordurulmuş olduğu soruları şöyledir:
(1- Şeytan, melek, cin, Tanrı ve nazar benzer biçimde şeyleri göstermek mümkün olmadığına bakılırsa hiçbiri yoktur. Aden ve Cehennem de öyledir. Gidip gelen mi vardır?
2- Evrimleşme devam etmekteyken, dine inananların, tutulmuş akıllarıyla evrime nokta koymaları kabul edilemez. Canlı cansız hiçbir oluşum ilk olduğu benzer biçimde değildir. Bir sinek yada bir insan on bin yıl önceki durumunda değildir. Bu evrimleşme inkâr edilebilir mi?
3- “İnsan, Tanrı’ın var etmiş olduğu ufak bir sineği dahi yapması imkansız” diyerek aklını kısıtlamış bir Müslümana, “Senin Tanrı’ın, bir Boeing yapmış olup 500 tonluk aracı, 5000 km yüksekte gezdiremez” diye cevap veren benim benzer biçimde eğitimli, kültürlü insana söyleyebilecek bir şeyin var mı? Hakikaten hepimiz, bizi geri bırakan dinimizden utanıyoruz.
4- Antropologlar 40 m uzunluğunda bir dinozorun 100 milyon yaşlarında iskeletini buldular. Sibirya’da bulunan mamut iskeleti de büyüklüğü ve ihtişamı ile başka bir yakın bulgu. 60 metrelik devasa dinozorlardan, 30 tonluk mamutlardan, bunların kökünü kurutan göktaşlarından niye asla bahis yoktur?
5- Müslümanların geri kalışı dine inanışlarından dolayıdır. Eğer Tanrı diye bir şey olsaydı Müslümanları en ileri seviyeye yükseltirdi. İnsanlar birbirleriyle boğuşmaz, bebekler ölmezdi. Tüm bunlar Tanrı’nın olmadığının açık alameti değil mi?)
CEVAPLAR
Sorulara sırayla cevap verelim:
1- (Melek, cin, şeytan benzer biçimde varlıkları göremiyoruz. Görülmeyen şey yoktur) sözü, fazlaca rahat, fazlaca yanlış, ilme [bilime] de aykırı olan ilkel bir sözdür. Bir şeyin yokluğunu kanıtlama etmedikçe, o şeye yok demek bilimsel değildir. Bir evin arkasında üç şahıs var dense, biz görmediğimiz için derhal yok dememiz ilmî [bilimsel] olmaz. Ateistlerin, en azından, (Göremediğimiz için yok da, var da diyemeyiz) demeleri gerekirdi. Bir kalemde, (Görülmeyen şey yoktur) demek, art niyetin, ateistliğin ürünüdür.

İkinci bir husus, göz tek başına daima bir ölçü olabilir mi? Göz neleri görür, neleri göremez? Görünüşe aldanmamalı. Akıl, fazlaca süre gözün yanlışını çıkarır. Gözle pencereden Güneş’e bakınca, Güneş, bir sini kadar görülür. Fakat akıl, Güneş’in Dünya’dan büyük bulunduğunu söylüyor. Gözümüzün aldandığı açıktır. Meleğe, şeytana, cine, nazara inanmayan, normal olarak, (Ben gözümüzün gördüğüne inanırım. Güneş, top kadar küçüktür) diyemez. Diyemediğine bakılırsa, göz daima ölçü olması imkansız. Görmediği şeye yok diyemez.

Gözle görülmeyen şeylerin yok bulunduğunu söylemek, akla değil, his uzuvlarına [duyu organlarına] tâbi olmak anlamına gelir. Hayvanlar duyu organlarına tâbi olur, insanoğlu ise, akla uyar. İnsanların duyu organları, hayvanlarınkinden daha geridedir. Köpek fazlaca güçlü koku alır. İnsan, bu kadar koku alamaz. Gecenin zifiri karanlığında yarasa benzer biçimde hareket edemez, kedinin görmüş olduğu benzer biçimde karanlıkta göremez.

Mıknatısın manyetik enerjisini gözümüzle göremiyoruz. Fakat demiri çekmesinden mıknatısta bir güç bulunduğunu anlıyoruz. Kumanda âletiyle, TV’yi yada arabayı açıp kapatıyoruz. Kumanda âletinde gözümüzle görmediğimiz bir güç, bu işleri yapıyor. O hâlde, hisse değil, akla kıymet vermek lazımdır.

Lazer ışınlarıyla çeşitli ameliyatlar yapılıyor, demir kesiliyor. Bu ışınları, manyetik dalgaları gözümüzle göremiyoruz. Göremediğimiz için bunlara yok demek akla, ilme uygun değildir.

Bir teldeki elektrik akımını gözümüzle göremiyoruz. Fakat yapmış olduğu işlerden, örnek olarak elimizi dokunduğumuz süre, bizi çarpmasından, içinde cereyan bulunduğunu anlıyoruz. Gözle görmediğimiz için cereyanı inkâr etmek mi gerekir?

Yer çekimini de gözümüzle göremeyiz. Fakat cisimlerin havaya doğru değil de, yere doğru düşmesinden yerde bir çekim kuvvetinin bulunduğunu anlıyoruz. Karanlıkta göremediğimiz benzer biçimde, fazlaca güçlü ışıkta da göremeyiz.

İnsandaki ruh doğrusu can denilen bir varlığı da göremiyoruz. Sadece insanları ayakta tutup hareket etmesini sağlamış olduğu için onun varlığını anlıyoruz. Ölünce, (Canı çıktı) diyoruz.

İyiyi kötüden ve hakkı bâtıldan ayıran insana akıllı diyoruz. Hâlbuki aklı da göremiyoruz. Görülemeyen şeyi inkâr etmek, ilme aykırı bir sapıklıktır. Bu ahmaklığı da, sadece ateist olan yapıyor.

Gözle görülmediği hâlde, mevcut olduğu akılla anlaşılan fazlaca şey vardır. Bazı kimseler, bir şeye bakıp beğendikleri süre gözlerinden çıkan şualar, canlı cansız şeylerin bozulmasına sebep oluyor. Fen, bir ihtimal bigün, şuaları ve tesirlerini daha iyi açıklayacaktır. Nazar gözle görülmez, fakat öteki etki eden şeyler benzer biçimde neticesinden anlaşılır. Toplumda, nazarı değen insanoğlu vardır.

Akıl göze değil, göz akla bağlıdır. Göz her şeyi göremez. Örneğin tecrübeler neticesinde havanın içinde çeşitli gazlar bulunduğunu biliyoruz. Gözümüzle havayı ve içindeki gazları göremiyoruz. Göremediğimiz için, aklımızı göze tâbi kılarak, (Hava ve gaz diye bir şey yoktur, olsaydı görürdük) demek aklı, tecrübeyi hiçe saymak olur.

Bugün fen yöntemiyle suyun, oksijen ve hidrojen denilen iki gazdan meydana geldiğini biliyoruz. Bu gazların biri yakıcı, diğeri de yanıcıdır. Suya bakınca, oksijeni de, hidrojeni de görmemiz mümkün değildir. Hattâ su renksiz olduğundan ağzına kadar dolu bir şişedeki suyu bile göremeyiz. Aklı göze tâbi kılarak, (Şişede su, suda da gaz yoktur) diyebilir miyiz?

Bazı zehirli gazlar, renksiz ve kokusuz olduğundan görülemez ve varlığı anlaşılması imkansız. Tüpteki bir gazın çıkıp da odadaki insanları zehirlememesi için gaza koku katılmaktadır. Bu sayede bir odadaki gazı gözümüzle görmediğimiz hâlde, kokusundan anlarız. Koku yoksa gaz da yok denir mi?

İki biberin birinin tatlı, ötekinin acı bulunduğunu gözümüzle anlayamayız. Gözün vazifesi bu değildir. Gözle ufak mikroplar görülemediği benzer biçimde, fazlaca uzaktaki koca bir insan da görülemez. Göremediğimiz için bunlara yok denir mi?

Göz her şeyi göremediği benzer biçimde, kulak da her sesi işitemez. Sağlam bir kulak, belli bir frekans ve belli bir uzaklıktaki sesleri işitebilir. Şu anda, Ankara’da insanoğlu konuştukları hâlde, biz onları duyamıyor, göremiyoruz. Biz duyamıyoruz diye, onların konuşmadığını iddia edebilir miyiz? Evimiz içinde çeşitli frekansta sesler bulunmuş olduğu hâlde, bir radyo olmadan bu sesleri duyamıyoruz. Biz bu sesleri duyamıyoruz diye, varlıklarını iyi mi inkâr edebiliriz?

Bu bakımdan ateist inkâr etse de, fenne inanan bir insan, göremediği şeyi inkâr edemez. Aslen var olup da, göremediğimiz şeyleri akıl reddedemez.

Bazı gezegenlerin varlığından haberdar değiliz. Bugünkü fen, bu tarz şeyleri anlayamadığı için başka gezegenlerin yokluğu iddia edilemez.

Misalleri çoğaltmak mümkündür. Fenden anlayan bir ateist, bir tek, (Gözümle görmediğim için, cin, şeytan, melek benzer biçimde varlıklar vardır diyemem ve araştırma alanına girmediği için yoktur da diyemem) derse, daha insaflı hareket etmiş olur. Fakat bunu hiçbir ateist demiyor, hepsi de körü körüne Tanrı’ı inkâr ediyor. Hâlbuki, bir yaratıcının varlığını kanıtlama eden sayısız deliller vardır. Bu gerçekleri sadece mutaassıp [bağnaz] ateistler inkâr eder. İnkâr etmesi de akla ve bilime aykırıdır.

Âhirete giden var
Ateist, (Âhirete gidip gelen mi var?) diyor. Evet, âhirete gidip gelen vardır. Yalan söylemediği, dost düşman, dinli dinsiz hepimiz tarafınca kabul edilen, lakabı Güvenli olan biri vardır. Muhammed-ül-emin, güvenilen, doğru söyleyen Muhammed anlamına gelir (sallallahü aleyhi ve sellem). Müslümanlar ve müşrikler, (Bu kesinlikle asla yalan söylemedi) demişlerdi. Adı Güvenli olarak meşhur olmuştu.

(Peygamberim) söylediği süre, bir tek o devrin müşrikleri doğrusu ateistler inkâr etmişlerdi. Müslümanlar da, yalan söylemediğini, hep doğru sözlü bulunduğunu bildikleri için onay etmişlerdi. (Ben aniden Cenneti, Cehennemi ve diğer âlemi dolaşıp geldim) dedi. O devrin ateistleri, (Bu iyice delirdi) dediler. Fakat akıllı insanoğlu, akıllı iş adamı Hazret-i Ebu Bekir gibiler, (O demişse doğrudur) dediler. Müşrikler, imtihana kalkıştılar. (Kudüs’e de gittiğine bakılırsa, Kudüs’teki caminin kaç penceresi, kaç direği var?) diye sordular. Hepsine doğru cevap verdi. Fakat ateistin aklı, inkârla örtülü olduğundan, gene yaratıcıyı kabul edemedi.

Güneş’in, Ay’ın, ağaçların, meyvelerin, hayvanların, balıkların, denizlerin yalanı olur mu asla? Bunlar nereden geldi? Bilimsel bir cevap vermek mümkün mü? Ateist yoktan bir meyve yaratamıyor, sayısız nimetler verilmiş, vereni göremiyor, inkâr ediyor. Yapıt meydanda, Güneş açıkta, yapanını, ustasını inkâr etmekle bunlar yok sayılmaz. İnsan vücudundaki harikaları hangi güç, hangi teknik yapabilir?

Asırlardır, bilim inceliyor, (Hepsi doğrudur) diyor. Bu doğrular, vücudun mükemmel işleyişi kendiliğinden mi oluyor? Bunu bir meydana getiren yok mu? Bunlar, evrimle, devrimle olacak şeyler değildir. Diyelim teknik fazlaca ilerledi, bir karınca yapılmış oldu, fakat can verilemez. İnsan ve teknik fazlaca âcizdir. Ateist Nazım Hikmet, (Turum turum makineleşmek isterim) diyordu. Makine olsan, gümbür gümbür çalışsan ne olacak? Bir çocuk düğmene basıp susturur. Makine insandan iyi mi üstün olabilir? İnsan olmak yerine cansız makine olmak istemek ne kadar basittir. Evrimci de, insandan gelmek yerine, hayvandan gelmeyi tercih ediyor. Ne ahmaklık…

Teknik ve bilim fazlaca ilerlediği hâlde, bırakın bir kuş, bir balık yaratmayı, insan bir domates, bir buğday tanesi bile yaratmaktan âcizdir. O hâlde kâinattaki bu çok büyük işler kendiliğinden iyi mi oldu? Ateist bunu düşünmekten âcizdir.

(Dünya Güneş’ten koptu) deniyor. Güneş nereden geldi? Dünyadaki su, hava, madenler nereden geldi? Kör bir tesadüfün eseri diyemezsin, desen de, ilme aykırı olur. Asırlardır bilim inceliyor, tesadüfle hesaplı kitaplı çok büyük işlerin kendiliğinden bulunduğunu söyleyemiyor. Kendiliğinden, tesadüfen olduğuna iyi mi inanıyorsun? Aklı olan buna şaşkınlık etmez mi? Ateistin biri, bunu meydana getiren bir güç var dese, acaba dinsizliğine bir ziyanı olur mu? Ziyanı yoksa doğrusunu söylemekten niçin bu kadar çekiniyor? O inkâr etse de, mızrak çuvala sığmaz, minareye kılıf bulamaz ve güneş balçıkla sıvanamaz.

İnkârcıların, bu gerçekleri inkâr etmesi yadırganmaz.

(Bilim adamlarının çalışmalarına nokta konmaz) diyor. Noktayı koyan kim de bu şekilde kara çalma ediliyor? Diyelim ki biri noktayı koydu. Bu nokta koymak, bir yaratıcıyı inkâr için geçerli bir sebep olabilir mi? İnsan, hayvan, nebat ve cansız varlıklar, inkâr edilebilir mi? Bunların tesadüfen olduğu söylenebilir mi?

2- Evrimleşme yalanı
Evrimleşmenin devam etmiş olduğu bilimsel değildir. İnsanın iki gözü zaman içinde üçe mi çıktı yada çıkacak? On binlerce asırlar geçti, elde bilimsel ne var ki? İnsan evrimleştikçe gözü yada kulağı mı çoğaldı? Eli parmaksızdı da, beş parmak mı meydana geldi? Maymun benzer biçimde, tilki benzer biçimde kuyrukluydu da, kuyruğu mu koptu? Dişi tilki, adam mi oldu? Adam maymun, dişi maymun mu oldu? Hayvanlarda ve insanlarda bu dişilik erkeklik iyi mi evrimleşti de, arzu edilen biçim meydana çıktı? Niye dişi, yavru yapabiliyor da, adam yapamıyor? Kâinattaki bu çok büyük seviye niye görülemiyor?

Adam maymun, evrimleşerek bir karı mı oldu, yüzünde sakalı evrimleşerek döküldü mü? Dişi maymun, evrimleşti, adam insan mı oldu, yüzünde sakal mı çıktı? İlk maymun adam miydi, dişi miydi? Bir kısmı insan oldu da, öteki kısmı niye maymun olarak kaldı? Bu evrimciler niye insandan değil de hayvandan, maymundan geldiğini savunur? Maksatları bellidir. Bir yaratıcıyı inkâr için, körü körüne bu şekilde safsatalar üretiyorlar. İtalyan bir profesör, yeni bir kuram çıkarmış, insanoğlunun maymundan değil, ayıdan geldiğine dair üç kanıt ortaya atmıştı:
1– Ayı, yavrusunu döverken insan benzer biçimde tokatlar, maymun ise ısırır.

2- Ayı dişisiyle, yavrularının görmediği bir yerde çiftleşir. Hâlbuki maymunda böyle bir durum yoktur. Yavrularının yanında da çiftleşir.

3- Oyuncak dükkânına giden bebekler, ayı oyuncaklarını tercih ederler. Bu deliller insanların ayıdan geldiğini gösterir.

Diyelim ki ateistin söylediği benzer biçimde, devamlı bir evrim var. Maymundan insan oldu, ayıdan ateist oldu. Peki bu evrimleşme kendiliğinden mi oluyor? Bunu meydana getiren biri yok mu? Niye hep pozitif yönde gelişen bir evrim oluyor? Örneğin zaman içinde insanoğlu niye gözsüz kulaksız olmuyor?

Ateistlerin söylediği benzer biçimde, insan, maymundan yada ayıdan geldiğini kabul edelim. Bu ayıyı, maymunu kim yarattı? Bu gerçek iyi mi inkâr edilir? Evrimcilerin hepsi niye gerçek düşmanı? Yoksa kör mü, aklını asla mi kullanamıyor? İlk adam yada dişi maymun nereden geldi? Sudan geldi diyen evrimciler de var. Su nereden geldi? Havadaki gazlar oksijenle hidrojen bilinmeyen bir laboratuvar ortamında birleşti su meydana çıktı. Hava ve havadaki gazlar nereden geldi? Diyelim buna da bir kulp bulunmuş oldu. Evrimciyi ve yalanını ortaya çıkarmamak için, diyelim bunların hepsi hakkaten bu şekilde oldu. Kısaca bir insanoğlunun gözü çoğaldı, başının her tarafı göz doldu, üç beş kuyruk meydana çıktı. Hanımefendilerin sakalı çıktı, adamların sakalı yok oldu. Hepsi gerçekleşti diyelim. Peki, bunlar, bir yaratıcıyı inkâr için bir sebep olabilir mi? Kâinattaki varlıkların kendiliğinden bulunduğunu kabul etmek düzgüsel akıl ve zekâ işi midir? Düzgüsel akıl ve zekâ sahibi, tesadüfen oldu diyenlere gülmez mi? İnkârcılar benzer biçimde komik duruma düşmemeli, bilimsel konuşmalı. Bilim düşmanı olmamalı.

Koca evrenin ve içindeki şeylerin kendiliğinden bulunduğunu söylemek tutulmuş akıl ve zekâ değil mi? Düzgüsel akıl bunu iyi mi kabul eder?

Diyelim ki evrim var. Fakat evrimleşen şey nereden geldi? Başlangıcı ne? Bilimsel bir cevap veremezsen, aklî bir cevap ver! Bu da mümkün değil normal olarak. Fakat sırf bu tarz şeyleri yoktan yaratanı inkâr etmek için evrim diye direnme etmek anormal bir şey değil mi?

İlk oluşum nereden geldi? İlk oluşumu evrimci mi, yoksa devrimci mi yapmış oldu? Bu koca evren, nereden geldi? Güneş’in ışığını söndüremiyorsun, Dünya’yı tersine döndüremiyorsun, sonrasında da bunu yapana kafa tutuyorsun.

Yerin altı, yerin üstü, kendiliğinden mi meydana geldi? On bin yıl ilkin onları kim yarattı? Zaman içinde değişince ne oluyor? Yaratıcıyı inkâra sebep olur mu bu?

3- Dünya mı, Boeing mi ağır?
Ateistin, Müslümana, “aklını kısıtlamış” demesi, tamamen iftiradır. Kısıtlanan ne ki? Niye durup dururken kara çalma ediliyor? Hem kel, hem fodul diye buna derler, hem sinek yaratamıyor, yaratanı da inkâr ediyor. Sinek kendiliğinden iyi mi oldu? Buna ne denir? Aslolan, aklını kısıtlayan kendisi fakat, bu ahmağa, aklı kısıtlanmış demek bile yetersizdir, akılsız demelidir. Aklı olsaydı önündeki eserin bir sahibi bulunduğunu düşünebilirdi.

Dünyanın ağırlığı Boeing’den fazla değil mi? Iyi mi havada uçuruyor onu? Hem de gazı benzini bitmeden? Boeing uçağı havada kaç ay, kaç yıl kalabilir. Yakıtı biter pat diye düşer. Gezegenlerin ağırlığı daha fazladır, iyi mi asırlardır parçalanmadan, gazı benzini bitmeden döndürüyor? Gezegenlerin dönüşü, Ay’ın Güneş’in hareketi ile uçağınki iyi mi karşılaştırma edilebilir. Düzgüsel akıl karşılaştırma edemez. Ateist yapabilir, fakat bu ise gerçek olmaz.

Uçağı meydana getiren, Tanrı’ın yarattığı demir, tahta, boya, çivi, tutkal benzer biçimde şeylerden meydana getiriyor. Hiçbir maddesini yoktan yaratmıyor. Dünya’yı direksiz boşlukta döndüren, içindeki her şeyi de yoktan yaratmıştır. Uçağı meydana getiren ise, Tanrı’ın yarattığı malzemeleri bir araya getirerek yapmıştır, ikisi iyi mi karşılaştırma edilir? Aklı olan karşılaştırma edemez. İkinci ve mühim bir husus da, tayyare mı mühim, yoksa uçağı meydana getiren mı? Uçağı meydana getiren insandır. İnsanı da Tanrı yarattı. Tayyare, söylediğin kadar mühim ise, onu meydana getiren daha mühim değil mi? İnsanı görmeyip de uçağı görmek ne kadar rahat bir şey…

Diyelim teknik fazlaca ilerledi insanoğlu ışınlanarak ABD’ya götürülüp getirilse, yoktan mı yapılıyor? Yoksa mevcut yaratılan şeyler vesilesiyle mı yapıyor? Bu tarz şeyleri meydana getiren insan değil mi? İnsanı meydana getiren kim? Bu tarz şeyleri görememek akıllı insan için mümkün değildir.

Peki, bu koca evren kendiliğinden mi meydana geldi? Neresi bozuk? Kim yapabilir bunu? Teknik bilim şimdiye kadar kaç tane Güneş yarattı? Yaratana ve yarattıklarına bu şekilde hücum etmek bilimsel midir? Yoksa cahilce, ahmakça küfrünü kusmak mıdır?

Yakıcı ve yanıcı iki gazdan suyu yaratması rahat bir şey mi? Yoktan yaratan ve bilimin yapamadığı şeyleri meydana getiren bir güç, niye aniden yaratamasın ki? Aklı olan buna ne der?

Görüyorsun ne çok büyük bir evren. Buna kendiliğinden iyi mi oldu denir ki? Sahipsiz yapıt, sahipsiz mahluk olur mu? Özgür akıl doğrusu ateistin aklı, bu gerçekleri niye kabul edemiyor?

Güneş bir gerçek, Ay bir gerçek, gezegen bir gerçek. Bitkiler hayvanlar bir gerçek. Bu gerçekleri görmemek, (Hepsi kendiliğinden oldu) demek özgür akılsa, o şekilde akla, gerçek akıl sahipleri neler demez ki? Onlar kendiliğinden mi oldu? Niye yaratıcısı inkâr ediliyor?

Dinozoru da, mamutu da yaratanı inkâr etmek akıl işi mi? Aslanı kaplanı kim yaratmışsa, dinozoru da o yaratmıştır. Bunda şaşılacak ne var ki? Birinin neslini tüketmiş, ötekini devam ettiriyor. Bu kadar rahat… Fakat ateist dini inkâr için dinozoru kullanmaya çalışıyor.

Yer altında fazlaca soğuk ve fazlaca sıcak sular var. Her çeşit maden var. Petrol var, organik gaz var. Var da var. Bunlar kendiliğinden mi oldu? İnsanların istifadesi için yaratıldı.

4- Dinozor ve Mamut
Deveyi, fili yaratan, dinozoru da mamutu da yaratır ve yaratmıştır da. Dinozoru kim yarattı? Darwin mi, yoksa İtalyan profesör mü?

Ateistlerin, dinozor ve mamutu, iki de bir gündeme getirmelerinin sebebi nedir? O varlıklar da, öteki hayvanlar da, kendiliğinden olmamıştır. Bunların gündeme gelmesinin sebebi nedir? Kur’an-ı kerimde tüm hayvanlardan ve tüm meyvelerden bahsedilmiyor ki onlardan bahsedilsin. Birkaç örnek verilmiş o denli. Nuh aleyhisselamın gemisine alınan hayvanların da adı yok. Öteki hayvanlardan bahsedilmemesi, bir yaratıcıyı inkâr için bir sebep olabilir mi?

Göklerdeki taşları yaratan kim? Kim koymuş o taşları? Ben kati olarak biliyorum, evrimciler koymadı o taşı. Peki, ateist onların iyi mi yaratıldığını bilir mi? Akla ve ilme aykırı olarak kendiliğinden oldu der. Bu dinozorları kim yarattı?

Peygamber efendimizin binlerce mucizesi görüldü. Parmağından sular aktı, ordu içti bitmedi. Musa aleyhisselamın bastonu sihirbazların yaptıklarının hepsini yuttu. Her peygamber mucize getirdi.

Peygamber, fen adamı değil ki fenden bahsetsin! Peygamberler fenden bahsetmezler, gerekseme olsaydı onları da Tanrı bildirirdi. İhtiyaç kadar olanları da aslına bakarsan bildirmiştir.

5- Müslümanların geri kalışı
Geri kalmışlığın Müslümanlıkla ne ilgisi var? Çalışan kazanıyor. Hristiyanlar fazlaca ileride. Bunun dinleriyle ne alakası var? Japonlar da ileridedir. Çalışan kazanır. Suçu Müslümanlığa bulmak düzgüsel akıl işi değildir.

Kısaca Tanrı çabalamayın, yatın mı diyor? Niye Müslümanlığa kara çalma ediyorsun ki? Çin ileriyse komünist olduğundan mi ileri? Çalışan normal olarak ilerler.

Eski hükümetler azca çalıştı ilerleyemedi, şimdiki birazcık çalışmaya başlayınca, dünya atak ediyor. Geri kalmışlığın dinle ne alakası var? Kim çalışmıyorsa geri kalır. Bunu dine yüklemek insafsızlık değilse nedir? Yalnız kör ateistin toslamasıdır.

Halkı Müslüman olan ülkelerin geri kalış sebebini, ateistler benzer biçimde, Hristiyanlar da Müslümanlığa bağlıyorlar.

İslamiyet, tüm fen kollarında, her çeşit emek vermeyi önemle emretmektedir. Bunlara çalışmak, farz-ı kifâyedir. Hattâ bir İslam şehrinde, tekniğin yeni bulmuş olduğu bir alet, bir araç yapılmayıp, bu yüzden bir Müslüman zarar görürse, o şehrin idarecilerini, âmirlerini, İslamiyet sorumlu tutmaktadır.

İslamiyet bilimsel, tekniği, emek vermeyi teşvik ve emretmektedir. Ateistler ve papazlar, İslamiyet’e alçakça kara çalma ediyor. İslamiyet, (Emek vermeyi frenlemektedir) diyerek, açıkça yalan söylüyorlar. İslam memleketlerinde avladıkları, aldattıkları, bilgisiz, soysuz ajanlara, bolca para ve mevki sağlayarak, onları da, bu şekilde konuşturuyorlar. İlmi ve emek vermeyi emreden, çalışanları öven âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler karşısında, bu alçak, hayâsızca iftiralar, Güneş’i balçıkla sıvamaya benziyor.

İslam dini, ilim, fen, teknik, mimarlık, sanat ve ticareti emreder.

Avrupa, Hristiyanlıktan uzak kalmış olduğu için kalkınmıştır. Hristiyanlık dininin, devletlerin idaresine hiçbir tesiri yoktur. Hristiyanlık kalkınmaya zarar verdiği için laik olmaya çalışmışlardır. Kısaca Avrupalı, Hristiyanlığı devlet idaresine karıştırmamıştır. Esasen Hristiyanlıkta devleti yönetecek kanunlar, kurallar yoktur. Bir muhtarlığı bile yönetim edecek maddelerden yoksundur.

Müslümanların geri kalış sebebi de, dinlerinden doğrusu İslamiyet’ten uzaklaşıp Batı’yı körü körüne öykünmek etmelerindendir. Osmanlı İslâmiyet’e sarılmış olduğu zamanlar, cihan devletiydi. İslamiyet’ten uzaklaşınca, daha doğrusu hainler tarafınca uzaklaştırılınca yıkıldı.

İslamiyet’in emrine uygun çalışan, kâfir de olsa kalkınır. Müslüman da, İslâmiyet’in emrine uymazsa normal olarak geri kalır. İslamiyet’te ilerlemeye mâni olan bir yargı olmadığı benzer biçimde, Hristiyanlıkta da ilerlemeyi emreden bir yargı yoktur. Bozuk İnciller, hikâyelerle doludur, içinde ne uygar hukuka, ne de ceza hukukuna dair madde vardır.

Müslümanların yanlış hareketleri İslâmiyet’e yüklenemeyeceği benzer biçimde, Hristiyanların İslam dininin emrettiği şekilde emek harcayarak teknikte ileri olmaları da, Hristiyanlığa mal edilemez.

Müslümanların geri kalış sebebi, dinlerinin icaplarına uymamalarındandır. Hristiyanların maddî refaha kavuşmaları ise, dinlerinden uzak kalmalarındandır. Müslümanlıkta bilgisiz olan dinden çıkar, Hristiyanlıkta ise, âlim olan Hristiyanlığı bırakır.

Bugün, aklı başlangıcında olan hepimiz, maddî ilim ile fennin ilkin Müslümanlar tarafınca kurulduğunu kabul etmektedir. Batılı ilim adamları da, bunu onay etmektedir. İslam ülkelerine sızarak ve Müslüman görünerek, sözlerini dinletmek imkânını gören bazı İslam düşmanları, ajanlar, provokatörler, fennin yeni buluş ve imkânlarını, yaptıkları yeni silahları anlatıp (Bunlar gâvur icadıdır, bu tarz şeyleri kullananlar kâfir olur) diyerek, cahilleri aldattılar. Allahü teâlânın (Her şeyi öğreniniz!) emrini unutturdular. Bu hâl, Müslümanların ilimde ve fende geri kalma sebeplerinden biri oldu. Batı, yeni alet ve silahlarla üstünlük kazanmıştır. İslam düşmanları, bir taraftan Müslümanları, bu şekilde, aldattılar. Öteki taraftan da, (Müslümanlar fenni beğenmiyor, maddî ilimleri istemiyorlar, Müslümanlık gericiliktir, yobazlıktır) diyerek, gençleri İslamiyet’ten ayırmaya, İslamiyet’i içerden yıkmaya çalıştılar.

Bugün Hristiyanların refah içinde olmasına karşı, Müslüman memleketlerinde bulunan halkın fukara ve perişan olmasına ulaşınca, doğru olan bu keyfiyetin din ile hiçbir alakası yoktur. Aklı başlangıcında olan hepimiz, bugün Müslümanların sorun içinde olmalarında, suçun İslamiyet’te değil, bu dinin esaslarını bilmeyen yada bilmiş olduğu hâlde uygulama etmeyen kimselerde bulunduğunu görür. Hristiyanların fen sahasında ilerlemesine ise, Kitab-ı Mukaddes’in, Tevrat ve İncil’in değil, inanç etmedikleri hâlde, Kur’an-ı kerimin gösterdiği mutluluk yoluna sarıldıkları, böylece kendi çalışkanlıklarının, gayretlerinin, doğruluklarının ve sebatlarının sebep bulunduğunu derhal farkına varır. Bizim dinimizde, çalışmak, dürüst ve sebat sahibi olmak, her şeyi öğrenmek önemle emrolunduğu hâlde, bunu yapmayanlar şüphesiz ki, Allahü teâlânın gazabına maruz kalacaklardır. Yoksa Müslümanların geri kalmalarının sebebi, Hristiyan yada ateist olmadıklarından değil, tam tersine, hakiki Müslüman olmadıkları içindir.

Japonlar Hristiyan olmadıkları hâlde, Kur’an-ı kerimin emrettiği çaba, emek harcama azmi ve dürüstlük neticesi olarak optikte Almanları, otomobil sanayiinde Amerikalıları geçtiler. 1985 senesinde, Japonya’da beş buçuk milyon otomobil yapılmış oldu ve tüm dünya buna şaşkınlık etti. Japon halkı, maddî refah içindedir. Elektronik sanayiinde de, dünyayı geçmiştir. Yalancı misyonerler acaba buna ne derler? Dünyayı kaplayan, Japonların yapmış olduğu bisikletlerin, mikroskopların, bilgisayarların, teleskopların, fotoğraf makinelerinin Hristiyanlıkla bir alakası var mı?

Görüldüğü benzer biçimde dinli dinsiz çalışan kazanıyor, çalışmayan da geriliyor.

Ateist, (Dinimizden utanıyoruz) diyor. Kısaca (Müslümanlar, sizin dininiz utanılacak bir dindir) diyor. Kendi dini yok ki, niye utansın? Güya bizim adımıza utanıyor. Bizim de, utanacak bir şeyimiz yok. Dinimiz, çabalamayın demiyor. Dinimizden niye utanalım ki? Çalışmayanlar ve Müslümanları çalıştırmayanlar, Müslümanlığa kara çalma edenler utansın.

Osmanlı çalıştı, dünya devleti olmuştu. İçimizdeki masonlar ve dinsizler yıktılar. Bu hükümeti de yıkmaya uğraşabilirler. Kabahat dinde değil. Kabahat, çalışıp çalışmamaktadır. Din emek harcama dese, o süre dini suçlarsın. Asla sebepsiz dini suçluyorsun. İnanmanın çalışmaya ne ziyanı olur?

Suçlaman bilimsel değil, tamamen duygusaldır ve maksatlıdır. Sen Ay’a gitmeye kalktın da din engel mi oldu? Kalkınmaya çalıştın da din mâni mi oldu? Dinimizi suçlamaktaki art niyetin ne? Dinin kalkınmaya ne ziyanı olur?

İnsanları boğazla diyen kim? Dinsizler, memleket ilerlemesin diye boğazlıyorlar. Onların boğazlamasını yakıp yıkmasını Müslümanlara niye mal ediyorsun?

Yaratan ile mahluk karşılaştırma olmaz. Tanrı sana bakılırsa mi seviye kuracak? Düzeninde bir eksiklik yok.

Her şeyi yoktan yaratana bu şekilde kafa tutmak, güya ona akıl vermek ne kadar çirkindir. İnsan kul bulunduğunu bilmeli. Yaradan’a kafa tutsa neyi değiştirebilir? Seviye devam eder, (İt ürür, kervan yürür) demişlerdir.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/23/ateistin-sorularina-cevap/feed/ 0 5730
Dantecilerin tanrısı https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/23/dantecilerin-tanrisi/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/23/dantecilerin-tanrisi/#respond Mon, 22 Jul 2019 21:34:23 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5729

Sual: Tarımı bilmeyenin ziraat hakkında hitabı örneğin, (Kabak ağaçlarının budama zamanı geldi) demesi şeklinde, din cahili bir muhabir de, (Hac, bu yıl da, Kurban Bayramı’na denk geldi) demişti. Dini bilmeyenin de, din hakkında yazı yazması bu şekilde komik oluyor. 13. yüzyılda yaşamış İtalyan ozan ve yazar Dante’nin üç ciltlik İlahi Komedya kitabını mühim bir yapıt zannederek birkaç kez okuyan deist bir yazar, bu kitabın tesirinde kalmış olarak saçma sapan şeyler yazmış. Özetle diyor ki:
(1- Tanrı konuşmaz.
2- Tanrı, kimin Cennete, kimin Cehenneme gideceğini söylemez.
3– Kimse de bunu bilmez.
4- Bazıları Cehenneme gönderme yetkisini kendinde görür.
5– İnsanlar yanlış iş yapınca tanrının canı acır.
6- Ömrünü tanrılara ibadetle geçiren papa, Cehenneme gitmez.
7- Gerçek Müslümanlar bu anlatılanları oldukca iyi bilirler.)
Bunlara İslâmiyet’e uygun bir yanıt verilebilir mi?
CEVAP
Dinden haberi olmayanlar nedense, oldukca tanrıdan bahsediyorlar. Yer tanrısı, gök tanrısı, aşk tanrısı, laiklik tanrısı, zındıklık tanrısı… Bir de bunlar, tanrıça doğrusu dişi tanrı diyorlar. Hristiyanların üç tanrısı var. Bu deistlerin sayılamayacak kadar adam ve dişi tanrıları var. Oldukca tanrı olunca, oldukca iş yapılır sanıyorlar. Bir de tanrıyı âciz insana benzetiyorlar. İnsan, ne kadar güçlü olursa olsun bir şey yaratamaz ve ölmeye mahkûmdur. Bunların tanrı dedikleri ile Tanrı ayrıdır. Deistler Tanrı’ı tanrı sanıyorlar. Bu oldukca yanlıştır. Her şeye gücü yeten Allahü teâlânın hâşâ suçluları cezalandıracak gücü olmadığını sanıyorlar. Din denilince Dante’nin anladığı şeklinde safsataları din sanıyorlar. Onun saçmalarını okumayı artam olarak görüyorlar. Deist yazar, dinden bahsediyor, fakat nedense Müslümanlıktan ve Kur’an-ı kerimden asla bahsetmiyor. Ya İslamiyet’i bilmiyor yada asla inanmıyor.

İslâmiyet’e nazaran, Müslümanlığa inanan hepimiz Cennete, inanmayanlar doğrusu gayrimüslimlerin hepsi Cehenneme gider. Bunu Tanrı bizzat bildiriyor. Müslüman olmak için imanın altı şartına inanmak şarttır. Birine bile inanmayan Müslüman olması imkansız. Örneğin meleklere inanmasa Müslüman olması imkansız. Meleklere inanır, fakat onları kız olarak bilirse gene inanç olmaz. Meleklerde erkeklik dişilik yoktur. Nurani varlıklardır. İmanın öteki şartlarını da Müslüman şeklinde bilmek gerekir.
Şimdi bildirilen saçmalara dinimize nazaran yanıt verelim:

Tanrı konuşur:
1-
(Tanrı konuşmaz) diyor. Dante’nin tanrısı sessizmiş, doğrusu o, putu tanım ediyor. Elbet putlar sessizdir, iyiye kötüye karışmaz. Fakat Allahü teâlâ konuşuyor. Zati sıfatlarından biri (Kelam) sıfatıdır. Kur’an-ı kerim, kelam sıfatıdır. Allahü teâlâ, emirlerini yasaklarını Kur’an-ı kerimde açıkça bildirmiştir. Hazret-i Âdem’den beri gelen resullere de, kitaplar göndermiştir. (Tanrı, komut ve yasak göndermedi) demek bu kitapları inkâr etmek olur. Peygamberlere vahiy gönderdiğini ve onlarla konuştuğunu bilmeyen azdır.

Kâfirlerin Cehenneme gideceğini Tanrı bildiriyor:
2-
(Tanrı, kimin Cennete, kimin Cehenneme gideceğini söylemez) diyor. Kur’an-ı kerimde, kimin Cennete, kimin Cehenneme gideceğini açık olarak bildirmiştir. Deistlerin tanrısı normal olarak bir şey bildiremez. Fakat Müslümanların Tanrı’ı birçok âyette bunu bildirmiştir. Mümin sûresinin 1-11. ve Mearic sûresinin 22-35. âyetlerinde Cennete gideceklerin vasıfları bildiriliyor. Birkaç âyet-i kerime meali:
(Kâfirlerin cami yapmaları ve öteki tüm iyi işleri, boşa gidecek, Cehennemde sonsuz kalacaklar.) [Tevbe 17]

(Tanrı’a ve Resulüne karşı isyan edip sınırlarını [dinin hükümlerini] aşanı Tanrı ebedî kalacağı bir ateşe sokar.) [Nisa 14]

(Resule karşı gelip, müminlerin yolundan ayrılanı Cehenneme sokarız.) [Nisa 115]

(Tanrı, Meryem oğlu Mesîh’tir diyenler kâfir olmuştur. Tanrı, kendine ortak koşana Cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir.) [Maide 72]

(Ehl-i kitabından [Yahudi ve Hristiyan] olsun, müşriklerden olsun, tüm kâfirler Cehenneme gidecektir.) [Beyyine 6]

Demek ki Müslüman olmayanların doğrusu kâfirlerin hepsi Cehenneme gidecektir.

Müslümanların Cennete gideceğini Tanrı bildiriyor:
Kâfirlerin Cehenneme gideceğini bildiren oldukca âyet olduğu şeklinde, Müslümanların da Cennete gideceğini bildiren oldukca âyet vardır. Birkaçının meali:
(Rablerine karşı gelmekten sakınan Müslümanlar için, Tanrı tarafınca bir ikram olarak, altlarından ırmaklar akan, ebedî olarak kalacakları cennetler vardır.) [Âl-i İmran 198]
(Kim Tanrı’a ve Resulüne itaat ederse, Tanrı onu, Cennete koyar.)
[Nisa 13]
(İman edip güzel işler yapanları, imanları sebebiyle Rableri nimet dolu cennetlere koyar.)
[Yunus 9]
Deist yazar, Dante’ye değil, Tanrı’a ve Onun resulü Muhammed aleyhisselama bir kulak verseydi bu tarz şeyleri bilirdi. Peygamber efendimiz, (Cennete yalnız Müslüman olan girer) buyuruyor. (Buhârî, Müslim)

3- Hristiyanlar ve Dante’nin deistleri, kimin Cennete kimin Cehenneme gideceğini bilmezse de, Müslümanlar, Kur’an-ı kerimden öğrendikleri için bilirler.

4- (Bazıları Cehenneme gönderme yetkisini kendinde görür) deniyor. Bazılarından kasıt Müslümanlar değildir. Zira her Müslüman bu yetkinin yalnız Tanrı’a mahsus bulunduğunu bilir. Eğer Dante’nin adamları kast ediliyorsa, onun da asla önemi yoktur.

5- (İnsanlar yanlış iş yapınca tanrının canı acır) demek de yanlıştır. Tanrıdan kastı sessiz olan doğrusu konuşamayan, bilmeyen put ise, putun canı yok ki acısın. Eğer Tanrı kastediliyorsa, Tanrı’ı insan şeklinde sanmak da yanlış olur. Bu şekilde söylemenin sövgü olduğu Kur’an-ı kerimde yazılıdır. Doğrusu Tanrı, kendini yaratılmış bir varlık şeklinde görenlerin kâfir bulunduğunu bildiriyor.

6- (Ömrünü tanrılara ibadetle geçiren papa, Cehenneme gitmez) demek de yanlıştır. Cennete ve Cehenneme gitmenin şartlarını bu tarz şeyleri yaratan Tanrı koymuştur. (Müslüman olmayan Cennete giremez) buyuruyor. Müslüman olmayan kâfirdir. Kâfirin de gideceği yer bellidir.

7- (Gerçek Müslümanlar bu anlatılanları oldukca iyi bilirler) deniyor. Yazının tamamından, Dantecinin kastettiği gerçek Müslüman, içki içen, namaz kılmayan, tesettüre inanmayan, papanın ve Hristiyanların Cennete gideceğini sanan kimse anlamına gelir. Bu şekilde inananın, gerçek Müslüman değil, gerçek bir kâfir bulunduğunu Kur’an-ı kerim açıkça bildiriyor.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/23/dantecilerin-tanrisi/feed/ 0 5729
Şeytana saygı mı? https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/22/seytana-saygi-mi/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/22/seytana-saygi-mi/#respond Mon, 22 Jul 2019 16:33:55 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5728

Sual: Bir ateist, (Şeytan, hiçbir çıkar beklemeden, insanların cehennemlik olmaları için çalışıyor. Bu, bir özveridir, saygıya layıktır. Şeytana tapanlar haklıdır. Kötülenmesi, lanetlenmesi yanlıştır) diyor. İnsanları Cehenneme sürüklemeye çalışan lanetli biri, iyi mi saygıya layık olur?
CEVAP
Şeytan, bu şeytanlığını, birkaç sebepten yapıyor:
1- Lanetlenmesine ilk insan Âdem aleyhisselam sebep olduğundan, Âdemoğullarından intikam almak istiyor. Günahları cazip göstererek onları suça teşvik ediyor.

2- İnsanlar Cehenneme girmese, orada kendisi arkadaşsız kalacaktır. Kendine dost bulmak için insanları kandırmaya çalışıyor.

3- Şeytan sadisttir. Sadist, başkalarına acı çektirmekten zevk duyan zâlim anlamına gelir. Bu sadistlik bazı insanlarda da bulunur. Sözgelişi, Roma’yı ateşe veren, sonrasında da yüksek bir yerden yanmasını zevkle seyreden faşist diktatör Neron bir sadist idi. Bunların menfaati, o duydukları zevktir. Bu şekilde birine (Menfaatsiz iş yapıyorsun) diye saygı duyulur mu?

Parasız zina meydana getiren birine, (Bu işi menfaatsiz yapmış olduğu için takdire layıktır) denir mi? Onun menfaati zinadan zevk almasıdır. Çıkar hep para, mal olmaz. İnsan zevk almış olduğu şeyi yaparken kimseden ücret istemez, hattâ zevkini doyum için para da verir.

Başkalarını kandırmaktan zevk duyan birine, (Parasız kandırıyor) diye saygı duyulur mu?

Birinin ayakkabısını saklayıp onu aratmaktan zevk duyana, parasız yapmış olduğu için saygı duyulur mu?

(Parasız sadistlik yapıyor, özveride bulunuyor) diyerek şeytana saygı duymak yada ona tapmak kadar yanlış başka bir şey olur mu?

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/22/seytana-saygi-mi/feed/ 0 5728
Getirilen din https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/22/getirilen-din/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/22/getirilen-din/#respond Mon, 22 Jul 2019 11:29:37 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5727

Sual: S. Ebediyye kitabında, (Mektubat-ı Rabbânî) kitabının 259. mektubunda, (Şimdi, yeryüzünde, değiştirilmemiş bulunan hak din, yalnız Muhammed aleyhisselamın getirmiş olduğu İslam dinidir. Bu dinin, Kıyamete kadar bozulmayacağını, doğru olarak kalacağını Allahü teâlâ söz vermiştir) deniyor. Bir ateist, (Bunlar da, dini peygamberin kendi meydana getirdiğini söylüyor) diyor. Getirmek, kendi meydana çıkarmak mı anlama gelir?
CEVAP
Getirmek, yoktan meydana getirmek, çıkarmak demek değildir. Bir yerden alıp getirmek anlama gelir. Nitekim din kitaplarında, din tanım edilirken, (Bir peygamberin Allahü teâlâdan getirmiş olduğu inanılacak şeylere din denir) buyuruluyor. Demek ki din Allahü teâlâdan getirilmiştir. Onlar Tanrı’a inanmadıkları için, (Peygamberler dini kendileri ortaya koymuştur) diyorlar. Başka bir ateist de, (Semavî din) tâbirine takılmış. (Din semadan mı getirildi?) diyor. Bir Vehhabi de, (Din semadan getirildiğine nazaran, Tanrı’ın semada olduğu anlaşılır) diyor. Onlar, anlama özürlü olduğundan, bu şekilde yanlış şeyler söylüyorlar. Allahü teâlâ, mekândan münezzehtir. Semada [gökte] değildir. Semavî tâbiri, insan eseri olmayan, vahiyle gönderilen, Allahü teâlâdan gelen anlama gelir. İnsanın elinde olmayan hastalıklara da semavî özür denir. Bu özürler gökten gelmiyor! Vahiy getiren melek Cebrail aleyhisselam, semada olduğundan, onun Tanrı’tan getirmiş olduğu dinlere (Semavî din) denir. Yoksa hâşâ, Tanrı semada olduğundan değildir. Bunlar dînî tâbirdir. Vehhabi’nin ve ateistin anlayamaması yadırganmaz.

Gene İmam-ı Rabbânî hazretleri, (Peygamberlik Nedir?) isminde kitabında buyuruyor ki:
(Peygamber, insanların ahlakını güzelleştiren, kalb, ruh hastalıklarının ilacını sunan, üstün insan anlama gelir. İnsanların bir çok, nefislerinin esiridir. Ruhları hastadır. Bu tarz şeyleri tedavi edecek bir ruh ve terbiye mütehassısı lazımdır. Muhammed aleyhisselamın getirmiş olduğu din, bu hastalıklara ilaç oldu. Kalblerdeki kötülükleri, bozuklukları kökünden temizledi. Bu hâl, onun Tanrı’ın peygamberi bulunduğunu ve peygamberlerin en üstünü bulunduğunu kesinlikle göstermektedir.)

Muhammed aleyhisselam, dinimizi, Cebrail aleyhisselamdan alıp getirdi. Cebrail aleyhisselam da Tanrı’tan getirdi. Getirmek, kendi meydana çıkarmak demek değildir.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/22/getirilen-din/feed/ 0 5727
Aklın ermediği şeyler https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/22/aklin-ermedigi-seyler/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/22/aklin-ermedigi-seyler/#respond Mon, 22 Jul 2019 06:29:30 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5726

Sual: (Tanrı, canlı, cansız hiçbir şeyi sebepsiz yaratmamıştır. Ağaç, meyve, sebze, ot benzer biçimde her bitkinin, denizdeki, karadaki ve havadaki her hayvanın, taş, toprak, maden, soğuk sıcak su, petrol, gaz benzer biçimde cansız şeylerin hiçbiri faydasız yada gereksiz değildir) deniyor. Fakat birçok galaksiler, gezegenler var. Bunların lüzumlu olduğuna bir kanıt bulamadım. (Eğer evren tesadüfen yaratılmamışsa, bu şekilde gereksiz şeylerin olması evrenin tesadüfen meydana geldiğini gösteriyor) diyenler haklı değil mi?
CEVAP
(Tesadüfen olmuştur) diyen beyinsizler iyi mi haklı olur? Tesadüfen ne olur ki? Sitemizde kâinatın yaratılışında tesadüflere yer olmadığı aklî ve nakli ilimlerle kanıtlama edilmiştir. Akl-ı selim sahibi olan, kâinatta yaratılmış gereksiz bir şey olmadığını anlamış olur. İki âyet-i kerime meali şöyledir:
(Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Onlara Cehennemde şiddetli azap vardır.) [Sad 27]

(Sizi boş yere yarattığımızı ve huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız) [Müminun 115]

Göklerdeki gezegenlerin ve öteki varlıkların hikmeti bugün için anlaşılmayabilir. Bundan dolayı akıl bunu anlamaya uygun değildir. Bunun için Ziya Paşa şu şekilde demiştir:
İdrak-i meali bu ufak akla gerekmez,
Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.

Bir karıncayı yada bir buğday tanesini yaratmaktan âciz olan bir ateist, (Benim aklım, Ziya Paşa’nın söylediği benzer biçimde ufak değil, aklımla her şeyi ölçer, tartarım) diyor. Güneş’e ısı ve ışık nereden gelmiştir? Güneş ve Dünya boşlukta iyi mi durabiliyor? Belli bir hızla bu tarz şeyleri asırlardır kim döndürüyor? Yokken iyi mi var olmuş? Tüm bunların kendiliğinden olamayacağı, çok önemli bir gücün bu tarz şeyleri yarattığını iyi mi inkâr edilir? Güneşin ısısını her yıl bir miktar azaltan kim? Güneş, Dünya ve gezegenler bigün tamamen yok edilecektir. Bu tarz şeyleri kim yok edecektir? Yok olmasına kim engel olabilir?

Havadaki oksijen, karbondioksit benzer biçimde gazları belli oranda kim tutuyor? Oranları değişse yaşam olmaz. İnsan, bir canlıyı yaratmak şu şekilde dursun, ondaki ruhun mahiyetini bile bilmekten âcizdir. Ruhun mahiyetini anlatsın bakalım. Haddini bilmemek kadar küstahlık olmaz.

Başka bir ateist de, (İnsan maymundan geldi) diyor. (Maymun nereden geldi?) diye sorsanız, (Hücreden geldi) der. (Hücre nereden geldi?) denince, (Sudan geldi) der. (Su nereden geldi?) denince büyük (!) aklıyla yanıt vermekten âciz kalır. Her ateist bilsin ki, (Bu terazi bu sıkleti [ağırlığı] çekemez.)

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/22/aklin-ermedigi-seyler/feed/ 0 5726
Düşünmez misiniz? https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/22/dusunmez-misiniz/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/22/dusunmez-misiniz/#respond Mon, 22 Jul 2019 01:29:01 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5725

Sual: Bir ateist, (İslam dini, insanı düşünmemeye ve aklını kullanmamaya iter, kitap ne derse ona inanılır. Bu durum ilerlemeye ve bilime engel olur) diyor. Bu bir kara çalma değil midir?
CEVAP
Evet, İslâmiyet’e cahilce bir saldırıdır. Dinimizde aklın, ilmin ve düşünmenin önemi büyüktür. Aklın önemi hakkında birkaç hadis-i şerif:
(Aklı olmayanın dini de yoktur.) [Tirmizî]

(Şahıs, bilimsel ve aklı yardımıyla kurtulur.) [Deylemî]

(Akıllı kimse kurtuluşa ermiştir.) [Buhârî]

(Akıl imandandır.) [Beyhekî]

(Tanrı indinde en kıymetliniz, akılca en üstün olanınızdır.) [İ. Gazâlî]

İslamiyet, bu şekilde bildirirken, (Akla ehemmiyet verilmiyor) demek oldukça yanlış olur. Fakat akıl her şeyi bilmesi imkansız. Aklın da sınırı vardır. Sınırından öteye gidilirse akıl çalışmaz, yanlış karar verir. Akıl bir ölçü aletidir. Allahü teâlâya ilişkin bilgilerde ölçü olmaz. Akıl, her insanda farklıdır. Bazıları dünya işlerinde isabet etmiş olduğu hâlde, bazıları yanılabilir.

Gözün belli sahası olup, gözün anlayamadıklarını akıl anladığı benzer biçimde, aklın da belli bir sahası vardır. Bunun dışındakileri ölçmeye, anlamaya gücü yetmez. Akıl, herkeste eşit değildir. En yüksek akılla en aşağı akıl içinde oldukça fark vardır. Şu hâlde (Aklın yolu birdir) demek oldukça yanlıştır. Her işte ve hele dînî işlerde akla güvenilmez. Din işleri, akıl üstüne kurulamaz. Şu sebeple akıl, bir kararda kalmaz. En akıllı denilen kimse, din işlerinde değil, uzman olduğu dünya işlerinde bile, oldukça hata eder. Oldukça yanılan bir akla, her sahada iyi mi güvenilebilir?

Demek ki akıl, kendi sahasında kıymetlidir. Bu sahanın dışına çıkınca yanılır. Akla uygun olan ilme, dinimiz oldukça ehemmiyet verir. Üç âyet meali:
(Asla bilenle bilmeyen bir olur mu? Elbet bilen kıymetlidir.) [Zümer 9]

(Tanrı, ilim sahiplerinin derecelerini yükseltir.) [Mücadele 11]

(Geceyi gündüzü, Güneş’i, Ay’ı sizin istifadenize vermiştir. Yıldızlar da, Onun emrine boyun eğmiştir. Bunlarda, aklını kullanan, düşünen bir cemiyet için ibretler vardır.) [Nahl 12] (Geceyle gündüzün meydana gelişinde, Ay’ın, Güneş’in insanlara sağlamış olduğu faydalarda, yıldızların Tanrı’ın talimatıyla var oldukları, hareket ettikleri mevzusunda, akıl eden, düşünebilen kimseler için alınacak öğrenek dersleri vardır) deniyor. Bunlar ile alakalı ilimlerin öğrenilmesi teşvik ediliyor. Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(İlim öğrenmek, hanım adam her Müslümana farzdır.) [Beyhekî]

(Beşikten mezara kadar ilim öğrenin!) [Şir’a]

(Allahü teâlâ, İbrahim aleyhisselama “Ben ilim sahibiyim, ilim sahiplerini severim” buyurdu.) [İbni Abdilber]

(Asla kimse, cehaletle aziz, ilimle zelil olmaz.) [Askerî]

(İlim, peygamberlerin mirasıdır.) [Deylemî]

(İlim ve edebden yoksun olanı Tanrı rezil eder.) [İbni Neccar]

(Bir saat ilim öğrenmek yada öğretmek, sabaha kadar ibadetten daha sevabdır.) [Deylemî]

(Ya öğreten, ya öğrenen, ya dinleyen yada bu tarz şeyleri seven ol! Yoksa helak olursun.) [Beyhekî]

(Âlim yada ilim talebesi olmayan bizlerden değildir.) [Deylemî]

(İlimle meydana getirilen azca iş yararlı olur, ilimsiz oldukça işin kıymeti olmaz.) [Deylemî]

(İlim olan yerde Müslümanlık vardır, ilim olmayan yerde sövgü vardır.) [H. L. O. İman]

(Âlimin bildiğini söylememesi, cahilin de bilmediğini sormaması helâl değildir. Şu sebeple Allahü teâlâ, “Âlimlere mesele” buyuruyor.) [Taberanî]

(Fen ilmini al, çıkmış olduğu kap sana zarar vermez.) [Künuz-ül hakaik]

(Fen ve sanat müminin kaybetmiş olduğu malıdır. Nerede bulursa alsın!) [İbni Asakir]

(İlim Çin’de de olsa alın!) [Deylemî]

Çin’den alınacak ilim, elbet fen bilimsel ve her türlü teknolojidir. Bu hadis-i şerifler, dünyanın en uzak yerinde, hattâ kâfirlerde bile olsa bilimsel almayı emretmekte, Doğu’dan yada Batı’dan gelme diyerek fenni reddetmemek, aksine ilme sarılmak icap ettiğini bildirmektedir. (Mevduat-ül-ulum)

Bu vesikalar karşısında, normal olarak ateistin, (İslam dininde akla ve ilme ehemmiyet verilmiyor) diyerek yapmış olduğu cahilce saldırısının hiçbir ilmî kıymeti yoktur. İftiradan ibarettir.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/22/dusunmez-misiniz/feed/ 0 5725
Yaratmak ve diriltmek https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/21/yaratmak-ve-diriltmek/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/21/yaratmak-ve-diriltmek/#respond Sun, 21 Jul 2019 20:28:40 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5724

Sual: Bir ateist dedi ki:
Kemikleri bile çürümüş olan ölüler dirilmez.
– Peki, asla yokken insanların, hayvanların, bitkilerin, suyun, toprağın yaratılmasına ne diyorsun?
– Hepsi tesadüfen olmuştur.
– Peki, bu şekilde çok önemli şeyler tesadüfen olabiliyorsa ve rastlantı her şeyi yapıyorsa, niye tesadüfen ölüler dirilemez?
Tesadüfen ölü dirilmez.
– Evet, tesadüfen dirilmek elbet olmaz, yoktan yaratılan bir şey yok olursa, onu eskiden yoktan kim yaratmışsa, gene yaratılmasını akıl iyi mi inkâr eder? Bazı ateistler de, “Bu tarz şeyleri tabiat yaratıyor” diyor. Peki, tabiat hâşâ öncekini yaratıyor da, sonrakini niye yaratamasın? Öncekini kabul edip, sonrakini kabul etmemek, ateistin sakat aklına uygunsa da, düzgüsel akla uygun mudur? Asla yokken denizler meydana geliyor. Denizler kuruyunca, yeniden denizlerin yaratılması niye imkânsız olacak ki? Bu durum bitkiler, hayvanlar ve insanoğlu için niye mümkün olmaz?
Bu suali da yanıtsız bırakmamak için, (Olanağı olmadığı için olanaksızdır) dedi. Mantıklı bir yanıt veremedi. Aklı olan insan, bu kadar iyi mi kör olur? Eğer (Bu evreni tabiat meydana getirdi) sözünde samimiyseler, çürüyenler, niye yeniden eski hâline gelemesin ki? Birini icra eden güç, ötekini niye yapamasın?
CEVAP
Allahü teâlâ, (Ateistler düşünemez, göremez) buyuruyor. Bir âyet meali:
(Kalbleri var fakat anlamazlar, gözleri var fakat görmezler, kulakları var fakat işitmezler. İşte bunlar hayvan gibidir, hattâ daha da aşağıdır.) [Araf 179]

Ateistler neyi anlamazlar? İyiyi kötüyü, imanı küfrü, hayrı şerri, kârı ziyanı, Cenneti Cehennemi anlamazlar. Canlıları ayakta tutan ruhu, canlılara ruh vereni anlayamazlar. Bir sinek bile yaratamazlar. Başka bir âyette mealen, (Tanrı’ı bırakıp da, yalvardığınız [putlar] bir araya gelse, bir sineği bile yaratamazlar. Sinek konup bir şey alsa, onu sinekten geri alamazlar. İsteyen de, kendinden istenen de [putlar] âcizdir.) buyuruluyor. (Hac 73)

Bir sineği bile yaratmaktan âciz ateist, her canlıya can veren çok önemli kudret sahibini elbet anlayamaz. Basireti kapalıdır. Gözleri var, fakat görmez. Koca Dünya’nın iyi mi direksiz durduğunu, Güneş’in asırlardır devam eden ışık ve ısısını göremez. Yerdeki ve göklerdeki nizamı göremediği şeklinde, kendi vücudundaki harikaları da göremez. Camileri, Cennete giden yolları, Ehl-i sünnet âlimlerini ve kitaplarını görmezler, göremezler. Bunun şeklinde öğrenek alınması ihtiyaç duyulan varlıkları, vakaları göremezler.

(Kâfirlerin kulakları var, fakat işitmezler) buyuruluyor. Her gün beş kere okunan ezanı işitmezler. Okunan Kur’an-ı kerimi işitmezler, kısaca ona inanmazlar. Hak sözleri işitmezler.

(Dilsizdirler, söylemezler) buyuruluyor. Kelime-i şehadeti söylemezler. (Kâinatın bir yaratıcısı vardır) demezler. Ne kadar gerçek var ise, hepsini inkâr edip söylemezler.

Ateist, tüm kâinatın yoktan meydana geldiğini, her şeyi yaratanın tabiat bulunduğunu söylediği hâlde, yok olanların, çürüyenlerin ve ölülerin yeniden dirilebileceğini aklı almıyor. Bu iyi mi tabiat ki, gezegenleri, Dünya’yı, Ay’ı, Güneş’i, insanları, hayvanları, karaları ve denizleri asla yokken meydana getiriyor, bunlar yok olunca eski hâline getiremiyor? Tabiat ananın eski gücüne ne oldu? Bu kadar ahmaklık iyi mi oluyor?

Tabiat demeyip başka güç olsa, asla yokken gerçekleştiren, yok olduktan sonrasında da meydana getiremez mi? Önceki enerjisini nereden almışsa, gene aynı yerden niye alamıyor?

(Tesadüfen meydana geldi) diyenin bile, bundan kuşku etmemesi lazım. Eskiden tesadüfen olmuşsa, tekrardan de tesadüfen olması imkansız mı?

Hâlbuki tesadüfen ne olur ki? Bu varlıkları ilk kere kim yaratmışsa, gene onun diriltmesi, niye imkânsız olsun? Bir âyette mealen buyuruluyor ki:
(Biz ilk yaratırken güçlük mu çektik, âcizlik mi gösterdik? Onları tekrardan yaratırken niye âcizlik gösterelim?) [Kaf 15]

Ateist ne kadar kafasız ki, Güneş’i, Dünya’yı ve kâinattaki her şeyi görüyor. Kendiliğinden olamayacağını da biliyor. Bu tarz şeyleri yaratanın, yeniden yaratmasını [diriltmesini] imkânsız görüyor. Bu kadar akılsızlık olur mu?

Bir müşrik, çürümüş insan kemiğini ufalayıp üfler, (Bu çürümüş kemik, iyi mi dirilir?) der. Resulullah, (Elbet, kâinatı yaratan Tanrı, onu canlandırır, seni de öldürüp, diriltir ve Cehenneme atar) buyurur. Sonrasında şu âyetler iner:
(Ey Resulüm “Şu çürümüş kemikleri kim diriltir” diyene de ki: “O kemikleri elbet, asla yokken var eden diriltir.”) [Yasin 78, 79]

Dirilişi bildiren üç âyet-i kerime meali:
(“Öldükten sonrasında bizi kim diriltir” derler. De ki, “Sizi ilk kere yaratan Tanrı, can verip, diriltir.” Bunun üstüne onlar sana alaylı bir tarzda başlarını sallayıp “Ne süre?” derler. De ki, “Yakındır.”)
[İsra 51]

(Tanrı, ölüleri diriltir ve her şeye hakkıyla kâdirdir. Kıyamet vakti de gelir, bunda asla kuşku yoktur. Tanrı kabirdekileri diriltip kaldırır.) [Hac 6-7]

(O gün yer yarılıp, halk kabirlerinden hızlıca çıkar. Bu tarz şeyleri diriltip haşretmek bizim için kolaydır.) [Kaf 44]

Yoktan var olduğuna inanıp da, yok olduktan sonrasında yeniden var olacağına inanmamak kadar ahmaklık olur mu? Bu ateist, ateşe, ineğe, puta tapanlardan daha ahmaktır.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/21/yaratmak-ve-diriltmek/feed/ 0 5724
Dogma, format ve reform https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/21/dogma-format-ve-reform/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/21/dogma-format-ve-reform/#respond Sun, 21 Jul 2019 15:26:59 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5723

Ateistler, dini hükümlere, âyet ve hadislere, doğrusu nasslara dogmadiyerek karşı çıkarlar. Dogma, kelime olarak, emsalsiz kabul edilen informasyon, inanç anlama gelir. Örnek olarak hepimiz Hazret-i Âdem’den gelmiştir. Hazret-i Âdem de topraktan yaratılmıştır. Bu nassla durağan(durgun) kati bir inançtır. Ateistler “Bu bir dogmadır, bilimsel olmayan dogmalara inanmayız” derler. Şimdi mezhepsizler türedi. Ateistlerin dogma, dinimizin nass söylediği yada edille-i şeriyye denilen hükümlere, mezhepsizler, format diyorlar.

Dinde yenilik yaptığını söyleyen bir mezhepsiz, fakirin lehine diyerek zenginlikteki nisap miktarını 96 gramdan 80’e indirmiş. (Önceleri İslam âlimlerine uyarak altının nisabının 96 gr bulunduğunu açıklamıştım. Fakat fakirin lehine olduğundan şimdi 80 gramı esas alıyorum) diyor.

Fakirin lehi dinde ölçü olur mu? Madem ölçü oluyorsa, ne diye 70 gr değil de, 80 gr alınıyor? 10 gr alınsa fakirin daha lehine değil mi? Hatta bu ölçüyü temelli kaldırsa, fakirlerin lehine olmaz mı? Âlimlerin bildirdiği ölçüye uymadan fakirin lehine diyerek altının nisabını değişiklik yapmak dinde reform olur.

Başka bir mezhepsiz de, aşağıda bildirilen 5 maddedeki hükümler için, “Bu çözüm değildir, formatlara takılıp kalmadan, hükümleri tekrardan değişik bakış açılarına bakılırsa yorumlamak gerekir. Format şudur: Ribaı nesie’de fazlalık şartı yoktur. Kadr ve tür illetlerinden biri var ise, faiz olur. Doğrusu 5 gün sonrasında geri almak kaydıyla 5 altın verir gene, 5 altın olarak geri alırsanız faiz olur. Eğer formatlara uyarsanız, gelişmeyi durdurursunuz; korumak istediğiniz değerlerle yaşam arasındaki bağları zaafa uğratır, hep Molla Kasım’larla karşı karşıya gelirsiniz” diyor. Molla Kasım da gelse, biz Format reformcusuna değil, edille-i şeriyyeye uyarız, yeni formatla dinimizi sulandırmayız.

Ödünçte faiz olabilir

Bey ve Şirâ Risalesi şerhinde, (Ödünç verirken, vakit atama etmek, malı, misli ile veresiyle satmak olur. Bu ise faizdir, büyük günahtır) buyuruluyor. Genel anlamda ödünç verilen paralar için gün tayini lazım oluyor. Faize bulaşmadan gün atama etmenin birkaç yolu şöyledir:
1- Ödünç vereceği kimseden kefil ister. Kefilden de senet alır. Borçlu da, senetteki tarihte öder.

2-
Borçlu, borcunu kendine borcu olan birine havâle eder. O da, borcunu günü erişince öder.

3-
Bin lira ödünç isteyene, ucuz bir şeyi, örneğin bir kalemi, belli tarihte ödemek suretiyle bin liraya satar. Sonrasında bu kalemi bin liraya o kişiden peşin alır. Senedin günü erişince parasını ister.

4-
“Falana olan borcuma kefil ol” dese, o da kabul edip ödese, kefil borçluya, “Şu tarihte bana öde” diyebilir.

5-
Maliki mezhebi yansılamak edilirse senede tarih konur. [En kolayı budur.] [Samimi tanıdıklar arasında, daha kolay bir yol vardır: Mesela, bin lira ödünç isteyene, “5 Ocakta bana bin lira hediye edersen, şu bin lirayı sana hediye ederim” denir, Bin lira hediye edilir.]
Nass dogma değildir
Sual:
Batıdan gelme kelimeleri kullanmayı bir artam sananlar, Nass yerine dogma diyorlar. Dogma Nass yerine kullanılabilir mi? Bir de dogmacılık var. Bunun da Nass ile bir ilgisi var mı?
CEVAP
Türk Dil Kurumunun sözlüğünde, dogma’nın tarifi şöyledir:
(Doğruluğu sınanmadan benimsenen, bir öğretinin yada bir ideolojinin temeli meydana getirilen sav, nas)

TDK
’ye bakılırsa, Dogmacılık kelimesinin anlamı da şöyledir:
(Öne sürülen öğreti ve ilkeleri eleştirmeden doğru olarak benimseyen ve benimsediği var sayımlardan katı bir yöntemle önermeler türeten anlayış, dogmatizm.)

Dinimizde Nass, manaları açık olan âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere denir. Doğrusu Tanrı ve Resulünün sözlerine denir. Dogma ile dogmacılıkla ilgisi yoktur. Ateistler, Müslümanlara, siz körü körüne inanıyorsunuz anlamında, “Siz dogmalara inanıyorsunuz” diyorlar. Müslümanlar dogma kelimesini Nass anlamında kullanmamalıdır.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/21/dogma-format-ve-reform/feed/ 0 5723
İnsan başı boş değildir https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/21/insan-basi-bos-degildir/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/21/insan-basi-bos-degildir/#respond Sun, 21 Jul 2019 10:26:52 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5722

Bir okuyucu, ateist bir bayanın şu görüşlerini yazmış:
“İnsanın et yemeye gereksinimi [ihtiyacı] vardır. İslam dini domuzu yasaklamakla bizi bu gıdadan yoksun ediyor. İnsanın cinsel gereksinimi vardır. İslam, yabancılarla yada kendi yakınları ile birlikte olmayı yasakladığı için bekarlar cinsel gereksinimden yoksun kalıyor. Vücudun güneşe doğrusu D vitaminine gereksinimi vardır. D vitamini eğer olmazsa raşitizm hastalığı olur. Bayanları kapatmakla D vitamininden yoksun bırakıyor. Bunun şeklinde yasaklar kalkıp Müslümanlar özgürlüğe kavuşturulmadıkça İslamiyet çağdaş din olması imkansız.”
Okuyucu soruyor: Bu şekilde düşünenlerin sesini kesmek için bunlar düzeltilemez mi?
CEVAP
Biz okuyucuyu daha oldukça yadırgadık. Dini biz mi kurduk da, biz değiştirelim. Kanunları bile kim yapmışsa, gene onlar değiştirmiyor mu? Millet meclisi koymuşsa, gene meclisin değiştirmesi gerekir. Hepimiz dini değiştirirse, ortaya insan sayısı kadar din çıkar. Artık buna da din denmez.

Ateistin iddiaları ilimden yoksundur. Domuz eti yemeyince gıdasız kalmayız. O Tanrı, besmelesiz kesilen kuzu etini de yasaklıyor. Kim buyruk dinleyecek diye sınav ediyor. Domuz eti, serçe eti şeklinde leziz olsa da, imtihanı kazanmak için Tanrı’ın emrine uymak gerekir.

Ateist, nikaha da saldırıyor. İnanmayan toplumlarda bile, nikah belli bir seviye sağlar. Hayvanlar şeklinde düzensiz yaşamayı korumak için çaba sarfetmek oldukça tuhaftır. Nikah kalkınca ana baba mefhumu kalkar.

Ateistin tesettürü, D vitaminine engel şeklinde göstermesi de oldukça gülünçtür. Soğuk ülkelerde yaşayan insanoğlu ister istemez kapalı geziyorlar. D vitamini alamadıkları için hasta mı oluyorlar? İslam ülkelerindeki tesettürlü bayanlar, kapandıkları için, raşitizm hastası mı oluyorlar? Uzmanların bildirdiğine nazaran, yüzün yeteri kadar güneş ışığına maruz kalması sonucunda lüzumlu olan D vitamini alınır. Fazla D vitamini zehirlenmelere, mühim zararlara neden olur. Sıcak bölgelerdeki insanların esmer yada siyah olması D vitamininin yeterinden fazla meydana gelmesine engel olur. D vitamini ne olursa olsun güneşten alınması gerekmez. Birçok gıdada D vitamini vardır. Örnek olarak, balık, et, süt, tereyağı yumurta şeklinde gıdalarda D vitamini vardır. Tesettürü D vitamini almaya engel göstermek çürük bir iddiadır.

Büyük İslam âlimi İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın mubah etmiş olduğu, izin verdiği şeylerin çeşidi ve sayısı pek çoktur. Haram etmiş olduğu, yasak etmiş olduğu şeyler ise, pek azdır. Mubahlardaki yarar ve lezzet haramlardan oldukça fazladır. Allahü teâlâ mubah işleyeni sever, haram işleyeni sevmez. Aklı olan kimse, acele geçen bir lezzet için, Allahü teâlâyı gücendirmeyi normal olarak istemez. (m.163)

Allahü teâlâ kullarına oldukça acıma ve ikram ederek, mubahlarla zevklenmeye izin vermiş ve pek oldukça şeyi mubah etmiştir. Helal olan bu sayısız zevkleri, lezzetleri bırakıp da, haram edilen birkaç zevke sapmak, Tanrı’a karşı, ne kadar edepsizlik olur. Hem de, haram etmiş olduğu lezzetleri, daha fazlası ile mubahlarda da yaratmıştır. Helal olan çeşitli nimetlerin zevkleri bir yana, insanoğlunun işinden, Rabbinin razı olmasından daha büyük zevk olur mu? Bir kölenin işini, efendisinin beğenmemesinden daha büyük sorun olur mu? Biz kuluz, sahibimiz olan Tanrı’ın emrindeyiz. Başı boş değiliz. (m.73)

Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, kullarına zulmetmez, onlar kendilerine zulmediyorlar. [Yani onları azaba, sürükleyen çirkin işleridir.]) [Nahl 33]

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/21/insan-basi-bos-degildir/feed/ 0 5722
Dini kurallara şekilcilik denmez https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/21/dini-kurallara-sekilcilik-denmez/ https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/21/dini-kurallara-sekilcilik-denmez/#respond Sun, 21 Jul 2019 05:26:37 +0000 http://www.cennetinbahcesi.com/?p=5721

Sual: Bir ateist, “Müslümanlık şekilcilik dinidir. Namazın, orucun, haccın belli şekilleri vardır. Kâbe çevresinde dönmek, şeytan taşlamak, kurban kesmek tam bir şekilciliktir” diyor. Çağa ayak uydurularak Müslümanlıktaki bu şekilcilik atılamaz mı? Dinde yeni gelişmelere uyulsa, fikir sınırlandırılmasa, her insanın görüşüne uygun bir çözüm getirilemez mi?
CEVAP
Ateistin, şekilcilikten maksadı, dini kurallardır. Dini kurallara şekilcilik denmez. Kuralsız bir din olamayacağı şeklinde, kuralsız bir dernek bile olmaz. Hatta kuralsız oyun bile olmaz. Bir futbol oyununda birçok kaide vardır. Sözgelişi kale olmasa iyi mi oynanır? Kuralsız, düzensiz yaşam olmaz. Dünyanın dönüşü, Ay’ın ve yıldızların hareketleri belli bir kurallar içindedir. Kurallara tam uyana saat şeklinde çalışıyor deriz.

İnsan ve hayvanların vücudu iyi mi bir kurallar zinciri içinde ise, İslamiyet’te de belli kurallar vardır. Kuralsız yakarma olmaz. Namazların vakti, rekat sayısı, kıyam, rüku ve secdelerin iyi mi yapılacağı, her yerde nelerin okunacağı bir kaide halinde bildirilmiştir. Zaman girmeden namaz kılınamaz. Sabahın farzı ikidir, üç olarak kılınırsa kabul olmaz. Akşamın farzı üçtür, iki yada dört rekat kılınırsa kabul olmaz. Dini değiştirdiği için bid’at çıkarmış olur, öteki ibadetleri de kabul olmaz. Orucun hangi ayda tutulacağı, nelerin orucu bozacağı bir kaide hâlinde bildirilmiştir.

Haccın iyi mi yapılacağı, tavafta iyi mi dönüleceği, şeytanın ne vakit ve iyi mi taşlanacağı, şükür kurbanının nerede ve ne vakit kesileceği ve ihrama bürünen hacıların, ihramlı iken neler yapamayacağı bir kaide halinde bildirilmiştir. Zekâtta zenginliğin ölçüsü ve ne oranda kimlere verileceği bir kaide halinde bildirilmiştir.

Kimlerin kimlerle evleneceği yada evlenemeyeceği bir kaide halinde bildirilmiştir. Sözgelişi bir kimse mahremleri ile evlenemediği şeklinde, başkasının nikahlısı ile de evlenemez. Evlenirse, bir kargaşa çıkar.

Dinimizde hangi şeyin haram, hangisinin helal olduğu da bir kaide halinde bildirilmiştir. Şekilsiz, kuralsız din arayan bulamaz. Amirsiz cemiyet olmaz. Bir köyde bile bir muhtar bulunur. Hatta bir ailede bile bir aile reisinin bulunması gerekir. Bir yerde iki reis, iki amir olması imkansız. Bir âyet meali:
(Tanrı’tan başka bir ilah olsaydı, kâinattaki düzen bozulur, karmakarışık olurdu.) [Enbiya 22]

Ateiste verilen bu cevaptan sonrasında, şimdi sizin sualinize gelelim. (Dinin bildirdiği şekilciliği dinden çıkaralım) diyorsunuz. Doğrusu, dini kuralları kendimiz koyalım, beğendiğimizi alalım, beğenmediğimizi atalım demek istiyorsunuz. Dini biz mi kurduk da, değiştirmeye yetkimiz olsun. Dünya kanunlarını bile kim yapmışsa, gene aynı kimseler değiştirmiyor mu? Millet meclisi koymuşsa, gene aynı meclisin değiştirmesi gerekir. Her insana bu değişiklik yapma hakkını vermiyorlar. Hepimiz dini değiştirirse, ortaya insan sayısı kadar din çıkar. Artık bu değişik şekillere de din denmez, felsefe denir. Felsefi düşünceler, hiçbir vakit kesinlik taşımaz. Din bilgisi ise kesindir, tartışılmaz. Din ile felsefeyi birbirinden ayırmak gerekir.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruyor ki:
(Tanrı’a ve ümmi nebi olan Resulüne inanç edin!) [Araf 158]

(Tanrı’a ve Resulüne itaat edin!) [Enfal 20]

(Aralarında yargı verilmek suretiyle Tanrı’a ve Peygambere çağırıldıkları zaman: Müminler, “İşittik, itaat ettik” derler, işte kurtuluşa erenler bunlardır.) [Nur 51]

Dinde şekilcilik var mı?
Sual:
(Dinimizde şekilcilik yok) diyenler olduğu şeklinde, (Var) diyenler de oluyor. Hangisi doğrudur?
CEVAP
Bu husus, söyleyenin niyetine göre değişiklik gösterir. Şekilcilikten kasıt, kılık giysi mi? Dış görünüş mü? Yoksa ibadetleri belli bir biçim ve kalıpta yapmak mıdır? Her ikisini de açıklayalım:
Dış görünüş yönünden şekilcilik: Şekilcilikten maksat, dış görünüş, kılık giyim ise, burada niyet önemlidir. Aynı şeyi meydana getiren iki kişiden biri, niyetine gore sevab, diğeri günah kazanır. Sözgelişi, sünnete uymak, İslam’ın vakarını korumak niyetiyle iyi ve temiz giyinmek, koku sürünmek sevab olur. Gösteriş yada öğünmek için yapmak günah olur. Şu sebeple Allahü teâlâ, bir kimsenin yeni, temiz elbisesine, saçına, sakalına, cübbesine bakarak sevap vermez. Bu tarz şeyleri ne niyetle yaptığına bakarak sevap yada günah yazar. Bu konudaki bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allahü teâlâ, sizin şeklinize, malınıza bakmaz; kalblerinize, amellerinizi ne niyetle yaptığınıza bakar.) [İbni Mace]

İbadet yönüyle şekilcilik: Şekilcilikten maksat, namazı belli şekillerde ve sayıda kılmak, yakarma ve tesbihleri belli sayıda okumak, haccı belli şekillerde yapmak, Kâbe çevresinde dönmek, şeytan taşlamak, kurban kesmek şeklinde dinî kurallar ise, dinimizde elbet şekiller ve kurallar vardır. Kuralsız bir din olamayacağı şeklinde, kuralsız bir dernek, hattâ kuralsız oyun bile olmaz. Kuralsız, düzensiz devlet, millet ve yaşam olmaz. Dünya, Ay ve yıldızlar, kendilerine özgü kurallar içinde hareket ederler.

Dünya işlerinde kurallara tam uyana, (Saat şeklinde çalışıyor) deriz. Bu şekilde bir şekilcilik ayıplanmaz, aksine övülmesi gerekir.

]]>
https://www.cennetinbahcesi.com/2019/07/21/dini-kurallara-sekilcilik-denmez/feed/ 0 5721