İmanın şartlarından birisi de Allah’ın kitaplarına inanmaktır.
Allah, kitaplarını peygamberlerine vahiy yoluyla indirmiştir. Bu itibarla, kitaplardan önce kısaca vahyin ne olduğunu açıklayalım:
Vahyin Mahiyeti ve Çeşitleri:
Dilcilere göre vahiy, gizli ve sür’atli söz, işaret ve ilham manalarına gelir.
Vahyin, dinî terim olarak manası; Allah’ın peygamberlerine dilediğini özel bir şekilde bildirmesidir.
Kuran-ı Kerim’de vahyin çeşitlerinden şu üçü bildirilmektedir:
a)Allah, dilediklerini dilediği kulunun kalbine doğrudan doğruya çok çabuk bir şekilde yerleştirir. Buna “Vahy-i Hafi -gizli vahiy” veya “Vahy-i Gayr-ı Metluvv kelimeler halinde okunmayan vahiy” denir. Peygamberimizin. Kur’an-ı Kerim’den başka “Allah Teâlâ şöyle buyuruyor” dediği sözleri, bu tür vahiylerdendir ve “Hadîs-i Kudsî” diye bilinir.
Buna göre, “Hadis-i Kudsî”rim manaları. Allah tarafından peygamberine vahyedilmiş, o da bunları kendi sözleriyle ifade etmiştir.
b)Vahyin bir çeşidi de, perde arkasından, peygamberin duyduğu sözlerdir. Bu tür vahiyde peygamber, bir şey görmeden kendisine vahyedilen sözleri işitir. Mûsa aleyhi’s-selâm. Tûr dağında ağaç arkasından kendisine vahyedilen Allah sözünü böyle işitmişti.
c)Melek Cebrail aleyhi’s -selâm’m peygamberlere getirdiği vahiydir. Buna “Vahy-i Metlüvv okunarak kelimeler halinde gelen vahiy” denir. Vahyin en yüksek derecesi budur. Bu bakımdan, vahiy denilince de akla bu gelir. Kur’an- ı Kerim, peygamberimize böyle nazil olmuştur. Yani Cebrail aleyhi’s-selâm. Kur’an-ı Kerim’i kelimeler halinde âyet âyet. sûre sûre getirmiştir.
Vahiy, sadece peygamberlere mashsustur, peygamberlerden başkasına vahiy gelmez. Allah’ın veli kullarına bazı hallerde gelen ilham ile vahyi birbirine karıştırmamak lâzımdır.
Esasen velilere gelen ilham, peygamberlere gelen ilhamdan da farklıdır. Vahiy ile meydana gelen ilim kesindir. Vahye uymak, herkes için zorunludur. Peygamberler, kendilerine gelen vahyi olduğu gibi duyurmakla yükümlüdürler.
Velilere gelen ilham ise böyle değildir. İlham, vahiy gibi kesin bilgi ifade etmez. Allah tarafından geldiği kesin olarak bilinen, kitap ve sünnete de uygun olan ilhama velinin kendisi uyabilirse de bu. başkaları için delil olmaz. Kitap ve sünnete aykırı olan ilhama ise veli de uyamaz. Çünkü dinî konularda ölçü, kitap ve sünnettir.
Vahiy hakkındaki bu kısa açıklamadan sonra şimdi kitaplarla ilgili bilgilere geçelim:
İlâhî Kitaplar ve Sayfalar
Allah, yarattığı insanı başıboş bırakmamış, dünya ve ahirette mutlu olmasını sağlayacak yolları, peygamberleri aracılığıyle göstermiştir. Peygamberler de vahiy yoluyla Allah “tan aldıklarını aynen tebliğ etmişlerdir. Peygamberlerin Allah tarafından getirdiklerini ilâhî ve semavî kitaplar oluşturmaktadır.
Allah tarafından peygamberlere gönderilen kitaplardan bazıları bir kaç sayfadan meydana gelen küçük kitaplardır. Bunlara sahifeler anlamına gelen “Suhuf, diğerlerine dört büyük kitap denir.
Sayfalar:
10 sayfa, Adem aleyhi’s-selâm’a.
50 sayfa. Şit aleyhi’s-selâm’a.
30 sayfa, İdris aleyhi’s-selâm’a,
10 sayfa, İbrahim aleyhis-selâm “a indirilmiştir. Bugün bu sayfalardan hiç biri mevcut değildir.
Büyük Kitaplar:
Zebur:
Davud aleyhi’s-selâm’a.
Tevrat. Musa aleyhi’s-selâm’a. İncil, İsa aleyhi’s-selâm’a,
Kur’an-ı Kerim de Muhammed aleyhi’s-selâm’a indirilmiştir.
Bu kitaplardan. Davud aleyhi’s-selâm’a gönderilmiş bulunan Zebur’dan bir kaç Mizmar kalmış, diğerleri kaybolmuştur.
Tevrat (Ahd-i Atik):
Bugün elde bulunan Tevrat’ın. Musa aleyhi”s-selâm”a nazil olan ilâhî kitabın aynı olduğu söylenemez. Sonradan değişik kimseler tarafından yazılmış, ilâve ve çıkartmalar yapılmış bir kitap haline gelmiştir. İçinde asıl Tevrat’tan parçalar da olabilir.
Çünkü, Musa aleyhi’s-selâm’dan sonra birçok savaşlarla İsrailoğulları parçalanmış ve egemenliklerini yitirerek uzun yıllar esir hayatı yaşamışlardır. Ayrıca, Süleyman aleyhi’s-selâm’dan sonra gelen Yahudi hükümdarlarının çoğu Hz. Musa’nın dinini terketmişti. Bu yüzden Tevrat’ın asıl nüshası korunamamış, kaybolmuştur.
Hz. Musa’nın dinini terkeden Yahûdî hükümdarlarından biri, daha sonra tekrar Hz. Musa’nın dinine dönmüş; bunun zamanında yaklaşık milattan 622 yıl evvel Azrâ adındaki bir kâhin, kendisinin yazdığı bir kitabı Tevrat diye ortaya koymuştur.
İşte bugün, Yahudilerin elinde bulunan ve “Ahd-i Atik” adını taşıyan kitabın durumu budur. Bu kitabın, ilâhî kitap olarak kabul edilmesi mümkün değildir.
Tevrat’ın İbrânice. Yunanca ve Samirîce olmak üzere üç meşhur nüshası bulunmakta, bunlar da birbirini tutmamaktadır.
Esasen Kur’an-ı Kerim, Tevrat’ın değiştirildiğini bildirmektedir. (En’am, 6/91)
İncil (Ahd-i Cedit):
İncil’in de Tevrat gibi asıl ve sahih bir nüshası yoktur. Bugün Hristiyanlarm elinde bulunan ve “Ahd-i Cedit” adını taşıyan kitaplar. Hz. İsa’ya Allah tarafından gönderilen İncil değildir. Hz. İsa’dan çok sonra değişik kimseler tarafından yazılmış kitaplardır. Halen, hristiyanlarca İncil olduğu kabul edilen dört ayrı incil nüshası, birbirini tutmamakta, birinde bulunan bahisler diğerinde yer almamaktadır.
Bilindiği üzere Luka, Matta. Yuhanna ve Markos isimli şahısların yazdığı dört İncil vardır. Bunların dışında daha pek çok İncil ortaya atılmışsa da. Milâdî 325 yılında İznik’te toplanan ruhanî meclis tarafından diğerleri yakılmış, sadece bu dört tanesi bırakılmıştır.
Ancak Kur’an-ı Kerim, Allah tarafından peygamberimize indirildiği gibi korunmuş ve ondan da bize tevatür yoluyla gelmiştir. Bugün elde mevcut yegâne semavî kitap, Kur’an-ı Kerim’dir ve kıyamete kadar da.hiç bir değişikliğe uğramadan devam edecektir.
Biz müslümanlar, Allah’ın Kur’an-ı Kerim’den önce Tevrat, İncil ve Zebur adlı büyük kitaplar ile bazı sahifeler indirmiş olduğuna iman ederiz. Ancak bugün, elde bulunan bu isimlerdeki kitapların, bütünüyle ilâhî kitap olduğunu kabul etmiyoruz. Çünkü bunlar tahrif edilmişlerdir.
Kur’an-ı Kerim’in Nazil Oluşu
Peygamberimize ilk inen ayetler. Kur’an-ı Kerim’de Alak sûresinin ilk beş âyetidir. Bu âyetler peygamberimize Hira Mağarası’nda bulunduğu sırada inmiştir.
Peygamberimiz, zaman zaman evinden ayrılarak Mekke’nin kuzey doğusunda bulunan Hira Mağarası’na çekilir, burada bazan günlerce kalarak ibâdet eder, düşüncelere dalardı. Milâdın 610’ncu yılında bir Ramazan ayında mağarada bulunduğu sırada Cebrail adındaki melek kendisine gelerek Alak sûresinin ilk beş âyetini getirmiş ve peygamber olarak görevlendirildiğini bildirmiştir. Bu âyetler şunlardır:
﴾ ٣﴿ مركإلا كبرو ارقا ﴾٢﴿ قلع نم ناسنإلا قلخ ﴾١﴿ قلخ يذلا كبر مساب ارقا ﴾ ٥﴿ ملعي مل ام ناسنإلا ملع ﴾٤﴿ ملقلاب ملع يذلا
“(Ey Muhammed), yaratan Rabbımn adiyle oku, O, insanı Alak’tan yarattı. Oku! senin Rabbin en cömert olandır. Kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir”
Kur’an-ı Kerim toptan nazil olmamıştır. Kısa kısa bölümler (âyetler ve sûreler) halinde inerek 23 senede tamamlanmıştır.
İnen bölümleri peygamberimiz vahiy kâtiplerine yazdırıyor, bunlar Ashab tarafından da ezberleniyordu.
Kur’an-ı Kerim’den her bölüm indikçe bunun nereye konacağını peygamberimiz vahiy kâtiplerine bildiriyor, onlar da onu gösterilen yere yazıyorlardı. Çünkü Kur’an-ı Kerim, toptan inmediği gibi mushafta yazılı olduğu şekilde sıra ile de inmemiştir. Bazan bir sûre tamamlanmadan başka bir sûreye ait ayetlerin indiği de olmuştur. Nitekim ilk nazil olan âyetler ilk sûrede yer almamış, 96’ncı sûreye konmuştur.
Kur’an-ı Kerim’in bir kısmı peygamberimize Mekke’de iken nazil olmuş, bir bölümü de hicretten sonraMedine’de inmiştir. Mekke’de nazil olan sûrelere Mekkî. Medine’de nazil olan sûrelere de Medenî denir. Buna göre Kur’an-ı Kerim’in 114 sûresinden 87’si Mekke’de, 27’si de Medine’de nazil olmuştur. Bir sûrenin nerede nazil olduğu sûrenin baş tarafında o sûrenin adiyle birlikte yazılmıştır.
Kur’an-ı Kerim’in Yazılışı ve Mushaf Haline Getirilişi
Vahyolunan âyetler peygamberimiz ve müslumanlar tarafından ezberlenirken diğer taraftan da peygamberimizin emriyle vahiy kâtipleri tarafından da
yazılıyordu. Dört Halife (Ebû Bekir. Ömer, Osman ve Ali b.Ebî Talip). Zeyd b. Sabit, Ubeyy b. Ka’b, Halid b. Ebî Sufyan (Allah hepsinden razı olsun) peygamberimizin vahiy kâtibi olarak görevlendirdiği sahabîlerdir.
Vahiy kâtipleri Kur’an âyetlerini ince taşlar, kürek kemikleri, hurma dallan ve deriler üzerine yazıyorlardı. Çünkü henüz kağıt yoktu. Peygamberimiz, inen âyetlerin doğru yazılıp yazılmadığını kontrol etmek üzere âyetleri okuyor ve vahiy kâtiplerine okutuyordu. Böylece Kur’an-ı Kerim daha peygamberimiz zamanında yazılma ve ezeberlenme suretiyle korunmuştu.
Hz. Ebû Bekir’in halifeliği zamanında Yemâme’de yetmiş kadar hafızın şehit edilmesi üzerine Halife, ashabtan vahiy kâtipliği yapmış olan Zeyd b. Sabit’in başkanlığında bir komisyon kurdu. Bu komisyon gerek vahiy kâtiplerinin yazdıklarına, gerekse Kur’an’ın inişi sırasında onu ezberlemiş bulunanların hafızalarına başvurarak büyük bir dikkat ve titizlikle Kur’ an ‘ı bir mushaf halinde toplayıp yazmıştır. Bu nüsha, asıl nüsha olarak halifenin yanında korunmuştur.
Mushaf Nüshalarının Çoğaltılması
Hz. Osman’ın halifeliği sırasında fetihlerin genişlemesiyle bazı yerlerde okuyuş ayrılıkları ortaya çıkmaya başlamıştı. Bunun üzerine Halife, Hz. Ebû Bekir zamanında Kur’an’ın mushaf haline getirilmesi çalışmalarını büyük bir başarı ile sonuçlandırmış bulunan Zeyd b. Sabit (Allah ondan razı olsun)’in başkanlığında bir komisyon kurdu. Bu komisyon, Hz. Ebû Bekir zamanında yazılan ve peygamberin eşi Hz. Ömer’in kızı Hz. Hafsa’nın yanında bulunan asıl nüshayı alarak 7 nüsha kadar çoğaltmıştır. Halife, bu nüshaları muhtelif İslâm merkezlerine göndermiş ve böylece yanlış okuyuşların önü alınmıştır. O dönemde yazılmış olan bazı Kur’an-ı Kerim nüshaları, günümüze de ulaşmıştır.
İşte Kur’an-ı Kerim, peygamberimize vahyolunduğu gibi yazılmış, mushaf haline getirilmiş, pek çok müslüman tarafından ezberlenmiş ve günümüze kadar hiç bir değişikliğe uğramadan intikali sağlanmıştır. “Doğrusu Kur ‘an’ı Biz in-dirdik, O’nuıı koruyucusu da Biziz.” ilâhî va’di gerçekleşmiştir.
Kur’an-ı Kerim’in Özellikleri
Sözlükte okumak demek olan Kur’an, ”Allah tarafından peygamberimize vahycdilen, peygamberimizden itibaren de nesillerden nesillere tevâtüren nakledilmiş, mushaflarda yazılı bulunan ilâhî bir kitaptır.” diye tarif edilmiştir.
Bu tarife göre Kur’an-ı Kerim’in özellikleri şunlardır:
1. Kur’an Peygamberimize Vahyedilmiştir
Kur’an-ı Kerim Allah tarafından Cebrail adındaki melek aracılığıyle peygamberimize Arapça olarak indirilmiş bir kitaptır. Allah kelâmıdır. Onun dil yönünden üstünlüğüne erişmek mümkün değildir. Bu husus, O’nun ilâhî olduğuna inanmayan Arap edipleri tarafından da kabul edilmiştir. Bunun içindir ki, Kur’an ‘ın Allah kelâmı olduğunda şüphesi olanlar onun küçük bir bölümünün
benzerini meydana getirmeye davet edilmişlerdir.
Kur’an-ı Kerim’de konu ile ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır:
نود نم مكءادهش اوعداو هلثم نم ةروسب اوتاف اندبع ىلع انلزن امم بير يف متنك ناو نيقداص متنك نا هللا
“Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz, Allah’tan başka yardımcılarınızı da çağırın.” (Bakara:23)
Kur’an’ın ilk nazil olduğu yıllarda pek çok kimse bu çağrıya uyarak onun herhgangi bir bölümünün benzerini ortaya koymaya çalışmışsa da başaramıyarak âciz kalmışlardır.
2.Tevatür Yoluyla Nakledilmiştir
Kur’an-ı Kerim’in Allah’ın sözü olduğunda şüphe olmadığı gibi, peygamberimize vahyolunduğu gibi hiç bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar tevatür yoluyla geldiğinde de şüphe yoktur.
Tevatür demek, yalan üzerine birleşmeleri adeten mümkün olmayan bir topluluğun aktarması demektir.
Kur’an-ı Kerim, peygamberimizden itibaren nesilden nesile bu yolla aktarılarak bize kadar gelmiştir. Bu mazhariyet. Kur’an’dan başka hiç bir kitaba nasip olmamıştır.
3.Kur’an Mushaf Halinde Yazılmıştır
Kur’an-ı Kerim, yukarda da belirtildiği üzere, sûre sûre, âyet âyet nazil olmuştur. İnen âyetler ezberlenmiş ve de yazılmıştır. Yazılanlar daha sonra birleştirilerek mushaf haline getirilmiştir. Bu da Kur’an’ın bir başka özelliğidir.
4. Kur an’ın manası gibi lafzı da ilâhidir
Kur’an-ı Kerim her yönüyle büyük bir mucizedir. Yalnız manası itibariyle değil, lâfızları bakımından da mucizedir. Çünkü o. Hz. Mııhammed”in sözü değil, Allah kelâmıdır. Bu itibarla hiç bir kimsenin onun bir benzerini ortaya koyması mümkün değildir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de konu ile ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır:
“De ki, andolsıın, bu Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler bir araya gelseler, birbirine destek de olsalar, onun benzerini getiremezler.”(İsra :88)
Ancak, bütün uğraşmalara rağmen Kur’an-ı Kerim’in kısa bir süresinin bile benzerini yapmak mümkün olmamıştır. Bundan sonra da olmayacaktır. Çünkü O. Allah sözüdür.
Böylece Kur’an-ı Kerim’in. sadece mana yönünden değil, o manayı ifade eden sözler (lâfızlar) bakımından da büyük bir mucize olduğu anlaşılmıştır.
Kur’an-ı Kerim’e Karşı Görevlerimiz
Kur’an-ı Kerim’e karşı görevlerimizi şu şekilde özetleyebiliriz: a)Kur’an-ı Kerim’in Allah kelâmı olduğunu tasdik etmek.
Kur’an-ı Kerim insan sözü değil. Allah’ın gönderdiği son kitaptır. Onun hem lafzı hem de manası mucizedir.
b)Kur’an-ı Kerim’i öğrenmek.
Kur’an-ı Kerim Allah kelâmı olduğu için sözlerin en yücesi ve en güzelidir. Dünya ve âhirette mutluluğa götüren yol. hiç şüphe yok ki, Kur’an’ın gösterdiği yoldur. Bunun için Kur’an-ı öğrenenler peygamberimiz tarafından övülmüş:
“En hayırlınız,Kur’an-ı öğrenen ve onu başkalarına öğretendir.”(Buhari,Fezâilül-Kur’an,21) buyurulmuştur.Peygamberimizin bu övgüsüne erişmek için ilk müslümanlar inen Kur’an ayetlerini ezberliyor ve başkalarına da öğretiyorlardı.
Namazın farzlarından biri de kıraattir, yani Kur’an okumaktır. Kuran okumadan kılınan namaz sahih değildir. Bu itibarla namaz sahih olacak kadar Kuran öğrenmek farzdır.
c) Kufan-ı Kerim’in söylediklerini yapmak.
Kuran-ı Kerim’i okuyup öğrenmekten maksat, ayetleri üzerinde düşünmek ve buyruklarını yapmaktır. Kur’an bunun için nazil olmuştur.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:
بابلإلا ولوا ركذتيلو هتايا اوربديل كرابم كيلا هانلزنا باتك
“(Ey Muhammedi) bu Kur’an, âyetlerini iyiden iyiye düşünsünler, aklı olanlar ibret alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” (Sâd:29)
Bunun için her müslüman. Kur’an okumasını öğrenmeli ve onun öğütlerine kulak vermelidir. Kur’an’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmadan, onun öğrettiği yüksek ahlâk ile ahlâklanmaya çalışmadan yalnızca onu okumakla ona karşı olan görev yerine getirilmiş olmaz. Bunun örneği şudur:
Kuran-ı Kerim’de:
روزلا لوق اوبنتجاو
“Yalan sözden,yalan yere şahitlik etmekten sakının”(Hac:30) buyuruluyor. Bu âyetleri okuyup da yalan konuşmaktan ve yalan yere şahitlik yapmaktan sakınmayan kimse istenileni yapmış ve Kur an’a karşı görevini yerine getirmiş olmaz.
kitaplara iman kelimesini ve imanın güzelliklerini açıkladınız için saolun