Kur’ân ve sünnet¸ bizlere varlığın yaratılış seyri ve evreleri hakkında bilgiler vermiştir. Biz bu yazımızda Nur-ı Muhammedî hakkındaki rivayetler üzerinde duracağız. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Ben yaratılışta peygamberlerin ilki¸ gönderilişte sonuncusuyum.”[1]
Varlığı Varlıkların Özü
İslâm âlimleri bu konuda şu açıklamaları yapmışlardır: Rasûlullah Efendimiz varlıkların özü¸ aslı ve çekirdeği olmuştur.[2] İlâhi nur ve feyz onun üzerinden diğer varlıklara intikal etmiştir.[3] Şerefli ruhu ve bedeniyle bütün âlemlere rahmet olmuştur.[4] Mübarek ismi Levh-i Mahfuz’da peygamberlerin ilki olarak yazılmıştır.
İmam Rabbanî (k.s.)¸ Mektûbât isimli eserinde Allah Rasûlü (s.a.v.) hakkında çok güzel bilgiler vermiştir. Özetle der ki: “Allah Rasûlü (s.a.v.) kâinatta Yüce Allah’ın muhabbet tecellisidir. Âlemin yaratılış sebebi bu ilâhî sevgidir. Yüce Allah cemali ve celaliyle bilinmek istemiş ve bunun için mahlûkatı yaratmıştır. Varlıkların yaratılışında sadece sevgi vardır. Bu sevgiye ilk mazhar olan da en sevgilidir. Yüce Allah’a varlıklar içinde en sevgili olanı habibi Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. O ilâhî takdirde ilk sırayı aldığı gibi¸ varlık âlemindeki tecellide de ilk sırayı almıştır. Onun nuru bütün varlıklardan önce yaratılmıştır. Ayrıca bu nur ve o yüce ruh¸ bütün peygamberlerin¸ velîlerin ve mü’minlerin; nur¸ marifet¸ ilim¸ sevgi ve feyz kaynağıdır. Onun aracılığı olmadan kimseye bir nur¸ marifet¸ ilim¸ sevgi ve feyz gelmez. Bütün peygamberler onun ümmeti olmaktan ve kendisine tabi olmaktan şeref duyarlar. Zaten ahirette hepsi onun sancağı altında toplanacaktır. Yüce Allah onu seçmiş ve kendisini bütün âlemlere rahmet olarak yaratmıştır. Allah büyük lütuf sahibidir; onu dilediğine verir.”[5]
İlk Yaratılışın Sırrı
Molla Aliyyü’l-Kârî(k.s.)¸ peygamberler içinde ilk olarak Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) ruhunun yaratıldığını belirttikten sonra ayrıca şunları ekler: “Bu hadiste¸ Allah Rasûlü’nün zerreler âleminde ilk olarak yaratılması yahut ilâhî takdirle Levh-i Mahfuz’a ilk olarak yazılması veya meleklere ilk olarak gözükmesi de kastedilmiş olabilir.”[6] Diğer hadislerde şöyle buyurulmuştur: “Âdem henüz yaratılış çamuru içinde yoğrulmakta iken¸ ben Allah katında peygamberlerin sonuncusu olarak takdir edilmiştim.”[7] “Âdem ruhu ile cesedi arasında iken ben peygamber olarak yazılmıştım.”[8] Cafer-i Sadık (k.s.) demiştir ki: “Allahu Teâlâ her şeyden önce Hz. Muhammed (s.a.v.)’in nurunu yaratmıştır. Allahu Teâlâ’nın birliğini ilk ikrar eden onun nuru ve ruhudur. Allahu Teâlâ Kalem’e ilk olarak ‘Lâ ilâhe illallah Muhammedü’r-Rasûlullah’ yazdırmıştır.”[9] Bu işin hakikatini ancak Yüce Yaratan ve ilâhî nur ve bilgi ile kendisini desteklediği kimseler bilir. Yüce Allah Rasûlullah (s.a.v.)’i bu sıfatıyla hazırlamış¸ onu lütuflarına gark etmiş¸ ismini Arş’a yazmış¸ kendisini bütün meleklere ve âleme tanıtmış ve böylece katındaki şeref ve kıymetini göstermiştir. Rasûlullah (s.a.v.)Efendimiz o zamanda bu sıfat ve hakikatiyle mevcuttu¸ şerefli bedeniyle daha sonra gelmesi buna mani değildir.”[10] Mustafa Takî Efendi’ye göre¸ Peygamberimizin mübarek ruhları binlerce perdelerde binlerce yıl kalarak olgunluğa erişmiş[11]¸ bu perdelerden sonra şu deryalara daldırılmıştır: Şefaat¸ Nasihat¸ Şükür¸ Sabır¸ Sehavet¸ Yakîn¸ Hâl¸ Kanaat ve Muhabbet. Muhabbet deryasında 700 makam vardır ve bu makamlardan bazıları şunlardır: Tevhid¸ marifet¸ iman¸ İslâm¸ havf¸ recâ şükür¸ sabır¸ hudû¸ inayet¸ haşyet¸ heybet¸ hürriyet¸ kanaat¸ tevfiz¸ irâdet ve muhabbet.[12] Peygamberin ruhunun bu serüveni ile ilgili olarak Aziz Mahmûd Hüdâyî de şunları söylemektedir: “Rivâyet edilir ki¸ Allah kendi nurundan bir parça aldı. Daha gökler¸ yer¸ arş¸ Kürsî¸ cennet ve cehennem yaratılmadan 324 bin sene önce; o nurdan Hazreti Muhammed (s.a.v.)’in nurunu yarattı. Dünyada göründüğü gibi onun için ruhânî bir şekil var etti.”[13] Bu olaylardan sonra beyaz bir kuş şeklinde dört bin sene rahmet deryasına daldırılmış ve bu dalıştan sonra kendisinden yüz yirmi bin damla dökülmüştür ki bu damlalar nebi ve peygamberlerin zuhuruna sebep olmuştur.[14] Daha sonra mahlukâtı yaratmak istediğinde Allahu Teâlâ Peygamberimizin nurunu dört parçaya ayırmış¸ ilk parçasından “Kalem”¸ ikincisinden “Levh”¸ üçüncüsünden “Arş” yaratılmış ve dördüncü parça tekrar dört parçaya ayrılarak ilkinden “Hamele-i Arş”¸ ikincisinden “Kürs üçüncüsünden “Melekleri” yaratarak dördüncü kısmını yine dörde ayırmış ve ilkinden “Semâvât”¸ ikincisinden “Yerler”¸ üçüncüsünden “Cennet ve Cehennemi” yarattıktan sonra bu dördüncü parçayı da dörde ayırmış ve ilkinden “mü’minlerin gözlerinin nurunu”¸ ikincisinden “kalplerin nurunu-Marifetullah”¸ üçüncüsünden “lisanları” yaratmıştır.[15]Bütün bunlardan sonra Allahu Teâlâ Hazretleri: “Ya Muhammed! İzzet ve celalim hakkı için sen olmasa idin yerleri ve gökleri yaratmazdım” buyurmuştur.[16] Ve bütün ruhları yarattıktan sonra “Elestübi-rabbiküm”[17] hitabında bulunmuş önce bu hitaba Hazreti Peygamber (s.a.v.)’in ruhu “Belâ” şeklinde cevap vermiştir.[18] Allame İbn Receb Hanbelî (k.s.)¸ Rasûlullah (s.a.v.)’in ruhu ile âlemi şereflendirmesi hakkında der ki: “Rasûlullah (s.a.v.)¸ Hz. Âdem yaratılmadan önce kendisine peygamberliğin verildiğini haber vermiştir. Bu durum ilâhî ilimde olan bu hükmün Levh-i Mahfuz’a yazılmasından sonra üçüncü mertebede gerçekleşmiştir. Bu mertebe¸ saadetli ruhunun yaratılması ve varlık âlemine intikal etmesidir. Böylece onun peygamberliği kesinleşmiş ve başlamıştır. Hiç şüphesiz insanın yaratılmasındaki asıl maksat¸ Cenab-ı Allah’ın habibi Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. O¸ insanlığın özü¸ çekirdeği¸ en seçkini ve varlık âlemine intikalinin en güzel vasıtasıdır.”[19] İmam Abdülgani Nablusî (k.s.) der ki: “Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) herkese fayda verir; bütün peygamberlerin ruhları¸ âriflerin ve salihlerin kalpleri¸ elde ettikleri ilimleri¸ ilâhî hikmetleri¸ rabbanî marifetleri ve Melekût Âlemi’nin sırlarını Rasûlullah(s.a.v.) Efendimiz’in ruhundan alırlar. Bunun için ona¸ ‘Ruhların Babası’ denir. Yukarıda saydığımız bütün ilimler onun ilminden¸ hikmet ve marifetinden alınmadır. Yüce Allah Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’i zatı ile insanlar arasında bir geçit ve tecelli mahalli yapmıştır. Bunun için Hz. Âdem (a.s.) Rasûlullah Efendimiz’le Mirac’ta karşılaşınca ona; ‘Ey vücuduyla evladım¸ maneviyatıyla babam olan (varlık âlemine geliş sebebim olan) zat’ demiştir.”[20]
Âlemlere Rahmet Nuru
“Allah nurunu âleme yaymıştır. Bu nuru alma yolu¸ âlemlere rahmet olan Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’dir. Kim kalbini ona çevirir ve onun kalp aynasında parlayan nura yönelirse¸ yöneliş derecesine göre o nurla kalbi aydınlanır. Bazıları ondan imanın suretini alır; dünyada küfürden¸ ahirette ateşten kurtulur. Bazı kalpler ondan farklı derecelerde imanın hakikatini alır¸ kâmil insan olur. Bazı insanlar da ondan hiç nur alamaz¸ küfür içinde kalır¸ sapıtır.”[21]O nurdan bolca nasiplenen kâmiller¸ yeryüzünde nurun taşıyıcısı olurlar. Bu konuda Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Allahu Teâlâ’nın yeryüzündeki insanlar içinde feyz ve nur kapları vardır. Rabbinizin kapları salih kullarının kalpleridir. Bu kalplerin O’na en sevgili olanları da en yumuşak ve en ince olanlarıdır.”[22]
İmam Büsurî Hazretleri¸ Kaside-i Bürde adlı meşhur eserinde¸ âlemlere rahmet olan Peygamber Efendimiz’i tanıtırken¸ şöyle der: Hz. Muhammed (s.a.v.) yaratılmış bir beşerdir; fakat Allah’ın yarattığı bütün varlıkların en hayırlısıdır. Hz. Muhammed (s.a.v.) fazilette bir güneştir; diğer peygamberler ise onun yanında birer yıldız gibidir¸ ondan aldıkları ışığı karanlıklarda insanlara yansıtmaktadırlar.”
İbn Hacer-i Heytemî (k.s.):”Bütün peygamberler ışıklarını Hz. Muhammed (s.a.v.)’den alırlar¸ çünkü o hepsinin en büyük sultanı¸ övülmeyi hak eden en şerefli reisi ve en yüce imamıdır.”[23] Takî Efendi¸ “Nûr-i Muhammedî” şeklinde adlandırdığı nûrun erkekler vâsıtasıyla nesilden nesile aktarıldığını¸ son olarak babası Abdullah ve nihâyet anneleri Âmine Hatun’da ortaya çıktığını ve doğum hâdisesi ile de bu nûrun şuhûd âlemine teşrif ettiğini ifade eder.
Beyaz bir kuş kanatlarını nûr-ı Muhammedînin üzerine eğmiş¸ üç gün meleklerin ziyaret etmesinden sonra insanların ziyaretine müsaade edilmiştir.[24]Doğum anında Âmine Hatun Şam’ın saraylarını¸ üç alemin doğu¸ batı ve Kâbe’nin damına dikildiğini görmüştür. “Şifa Hatun” doğum esnasında şahit olduğu şu olayı anlatır: “Hazreti Peygamber (s.a.v.) aksırınca; “Elhamdülillâhi Kesîran” dedi. Bunun üzerinde gizli bir ses; “Yerhamüke Rabbüke” dedi ve evin içerisi nur ile doldu. Fatma bint Abdullah’ın nakli şu şekildedir: “O doğduğu vakit bütün ev nurla doldu¸ yıldızların yaklaştığını gördüm¸ neredeyse üzerime düşecekler sandım. Doğum sırasında Hazreti Âmine’den bütün evi aydınlatan bir nûr çıktı¸ o kadar ki o nurdan başka bir şey göremez oldum.”[25] Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in dünyaya gelir gelmez ilk işi¸ yaratıcı olan Allah’a ibadet ve ümmetlerinin affı için yalvarmak olmuştur. Allahu Teâlâ’ya “Celâlü Rabbî’-r-rafîı” cümlesini söylemiştir. Bir bulut zuhur etmiş ve Hazreti Peygamber (s.a.v.)’i semalara çıkarmış¸ gizli bir ses şöyle nida etmiştir: “Peygamberin ziyaretini insanlardan gizleyin.”[26] Daha sonra Peygamber sırasıyla Âdem’in safveti¸ Nuh’un rif’ati¸ İbrahim’in hilleti¸ İsmail’in lisanı¸ Yusuf’un cemâli¸ Yakup’un beşâreti¸ Davut’un savtını¸ Eyüp’ün sabrını¸ Yahya’nın zühdünü¸ İsa’nın keremi ile ilgili makamların gezdirildiğini ve bunların hepsinin Peygamberimize verilmesinin emredildiğini söyler. Bu olaydan sonra kendisine “Nübüvvet¸ nusret ve izzet” anahtarlarının verildiğini belirtir.[27]
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) maneviyat âleminin güneşidir. Bu güneşin ışığı süreklidir; O¸ dünyada olduğu gibi ahirette de en parlak şekilde nur vermeye¸ ışık saçmaya devam edecektir. Çünkü o bütün âlemlere rahmet olarak yaratılmıştır. Bu rahmet¸ bizim için gönderilmiştir; şükür ki¸ bizler ümmet olarak onun payına düştük; buna razı olalım¸ sevinelim¸ bu rahmeti tanımaya ve ışığıyla aydınlanmaya bakalım…
[1]Taberî¸ Câmiu’l-Beyân¸ 19/23; Beyhakî¸ Delâilü’n-Nübüvve¸ 1/42.[2]İbn Acibe¸ el-Bahru’l-Medîd fi Tefsiri’l-Kur’ani’l-Mecid¸ 6/34.
[3]Nebhânî¸ Cevâhirü’l-Bihâr fî Fedâili’n-Nebiyyi’l-Muhtâr¸ 3/376-377.
[4]Bursevî¸ Rûhu’l-Beyân¸ 5/630; Nebhânî¸ Cevâhiru’l-Bihâr¸ 3/34¸ 376¸ 377.
[5]İmam Rabbanî¸ Mektubat¸ 121. Mektup.
[6]Aliyyü’l-Kârî¸ Şehü’ş-Şif⸠1/109.
[7]Hakim¸ Müstedrek¸ 2/453; Ahmed bin Hambel¸ Müsned¸ 4/127¸ 128;
[8]İbnHıbban¸ Sahih¸ no: 6404; el-Muttakî¸ Kenzü’l-Ummâl¸ no: 32114.
[9]İbnu Acibe¸ el-Bahrü’l-Medid¸ 7/38.
[10]Şâmî¸ Sübülü’l-Hüd⸠181; Nebhânî¸ Hüccetullahiale’l-Âlemin¸ 1/41
[11] Mustafa Takî¸ “Tarih-i Nur-i Muhammedî¸ Tarih1″¸ s.12.
[12]Takî¸ “Târîh 1″¸ s.14.
[13]Aziz MahmudHüdâyî¸ “Hülâsatü’l-Ahbâr I”¸ Hazırlayan: Mustafa Özdemir¸ (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi) İst.1994¸ s.45.
[14]Takî¸ “Târîh 1″¸ s.15.
[15]Takî¸ “Târîh 1″¸ s.116-17.
[16]Takî¸ “Târîh 1″¸ s.18.
[17]46/Ahkâf¸ 34.
[18]Takî¸ “Târîh 1″¸ s.21.
[19]İbnReceb¸ Letâifü’l-Meârif¸ 159-162.
[20]Abdülgani Nablusî¸ Şerhu’s-Salati’l-Meşişiyye¸ (Ataullah İskenderî’nin¸ Unvânü’t-Tevfik fi Âdabi’t-Tarik kitabıyla birlikte) s. 70.
[21]SenâullahMazharî¸ Tefsirü’lMazharî¸ 6/411-412.
[22]EbûNuaym¸ Hilye¸ 6/97; Abdullah b. Ahmed¸ Zevaidü’z-Zühd¸ 153
[23]Heytemî¸ el-Umde fî Şerhi’l-Bürde¸ s. 281-292.
[24]Takî¸ “Târîh 8″¸ s.11.
[25]İbn Sad¸ “et-Tabakât”¸ Beyrut 1960¸ c.I¸ s.150; Taberi¸ “Tarih”¸ c.II¸ s.968.
[26]Takî¸ “Târîh 8″¸ s.20.
[27]Takî¸ “Târîh 8″¸ s.21¸22.
EVLİYA RÜYÂLARINDA HZ. PEYGAMBER (S.A.V.)
“Hz. Peygamber (s.a.v.)¸ kendisi ile ilgili rüyâlar hakkında şöyle buyurmuştur: “Sizden kim beni rüyâsında görse¸ bilsin ki o gerçekten beni görmüştür; çünkü şeytan benim sûretime giremez.”
Son hastalığı sırasında¸ “Ümmetime nübüvvetten sonra sadece mübeşşirat kalmıştır.” diyen Peygamberimiz (s.a.v.)¸ mübeşşiratı mü’minlerin göreceği sâdık rüyâlar olarak tanımlamıştır.[1] Hz. Peygamber (s.a.v.)¸ kendisi ile ilgili rüyâlar hakkında ise şöyle buyurmuştur: “Sizden kim beni rüyâsında görse¸ bilsin ki o gerçekten beni görmüştür; çünkü şeytan benim sûretime giremez.”[2] Demek oluyor ki şeytan¸ bazı hallerde başkalarının sûretine girerek¸ rüyâ sahiplerini aldatabilir. Ancak şeytan¸ Peygamberimiz (s.a.v.)’in sûretine giremeyeceği için¸ onunla (s.a.v.) ilgili rüyâlar¸ mutlak anlamda sâdık rüyâlardır. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.v.)’i rüyâda görmek¸ hayır olması hasebiyle hakkı¸ hakîkati¸ gerçeği ve doğruyu görmek anlamına gelir.[3] Hayatlarını Peygamberimiz (s.a.v.)’in sünnetini ihyâ etmekle geçiren sûfîlerin hemen hepsi¸ ömürlerinde en az bir kez rüyâlarında Peygamberimiz (s.a.v.)’i görmüşlerdir. Peygamberimiz (s.a.v.)’le ilgili sâdık rüyâların bir kısmı ileriye dönük müjdeler-haberler¸ bir kısmı da doğru bilgiler veya uyarılar ihtivâ eder. Bazı örnekler vermek adına şimdi sûfîlerimizin gördükleri Peygamber rüyâlarına bir seyahât edelim.
Hz. Ebû Sâlih bin Abdullah’ın Peygamber Rüyâsı
Abdülkâdir-i Geylânî Hazretlerinin babası Hz. Ebû Sâlih bin Abdullah¸ 60 yaşında iken henüz oğlu doğmadan önce¸ rüyâsında bir yerde toplanmış olan Peygamberimiz (s.a.v.)’i¸ ashâb-ı kirâmı ve evliyâyı gördü. Peygamberimiz (s.a.v.) ona; “Ya Ebâ Sâlih! Allahu Teâlâ bu gece sana çok kâmil bir erkek evlâdı ihsân etti. O benim evlâdımdan¸ soyumdandır. Onun derecesi ve şânı başkalarından çok üstün ve yüksek olacak.” buyurarak müjdeledi. Uykusundan heyecanla uyanan Hz. Ebû Sâlih¸ kalbinde sevinç duydu ve hicrî 470 yılının sabahında eşi¸ Abdülkâdir ismini koydukları bir erkek evlat dünyaya getirdi.[4]
Hz. Ebû Hâzım Mekkî’nin Peygamber Rüyâsı
Büyüklerden bir zât Hz. Ebû Hâzım ile yaşadığı bir hâtırasını şöyle nakletmiştir: “Hacca gitmek üzere yola çıkmıştım. Bağdat’a varınca tâbiînin büyüklerinden olan Hz. Ebû Hâzım’a gittim. Onu uyur halde bulunca uyanana kadar bekledim. Uyanınca bana dönerek şöyle dedi: ‘Şu anda rüyâmda Rasûlullah (s.a.v.)’ı gördüm. Benimle sana şu haberi gönderdi. Peygamberimiz (s.a.v.)¸ ‘Annenin hakkını gözetmen¸ senin için hac yapmaktan daha iyidir. Geri dön ve onun rızâsını kazan.’ buyurdu.” Bu rüyâ üzerine o büyük zât¸ Mekke’ye gitmekten vazgeçmiş ve annesine bakmak üzere evine geri dönmüş.[5]
Hz. Bişr-i Hafî’nin Peygamber Rüyâsı
Bir keresinde Hz. Bişr-i Hafî¸ rüyâsında gördüğü Rasûlullah (s.a.v.) kendisine şu suâli sormuş: “Hiç bilir misin ki¸ Hak Teâlâ akranın arasından niçin seni seçip dereceni yüceltmiştir?” Büyük bir mahçûbiyetle Hz. Bişr-i Hafî¸ “Hayır¸ bilmiyorum ya Rasûlallah!” diye cevap vermiş. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştu: “Çünkü sen sünnetime tâbi oldun¸ Sâlihlere saygı gösterdin¸ kardeşlere öğüt verdin ve ashâbımı ve ehl-i beytimi sevdin. Bu yüzden seni iyiler makâmına terfî ettirdim.”[6]
Hz. Ebû Bekir Kettânî’nin Peygamber Rüyâsı
Kendi ifadesiyle elli bir kez Peygamberimiz (s.a.v.)’i rüyâsında gören Hz. Ebû Bekir Kettânî¸ Hz. Ali hakkında içinden şöyle düşünüyordu: “Keşke Hz. Ali¸ halifelik hakkından ferâgat etseydi de¸ bunca kan akmasaydı. Peygamberimiz (s.a.v.)¸ onun hakkında¸ “Hz. Ali’den başka yiğit yoktur.” buyurmuşlardır. Gerçi¸ Hz. Ali hak¸ Hz. Muâviye bâtıl üzereydi¸ Esasen yiğitliğin gereği de işi Hz. Muâviye’ye bırakmaktı.” Bundan dolayı Hz. Ali’ye karşı biraz soğukluk beslemişti. Şimdi ise Hz. Kettânî’yi dinleyelim: “Mekke’de Safâ ve Merve arasında bir evim vardı. Bir gece Hz. Muhammed (s.a.v.)’i rüyâmda gördüm. Ashâbıyla birlikte gelmişlerdi. Beni yanına çağırdı. Hz. Ebû Bekir’i işâret ederek¸ “Bu kimdir?” dedi. Ben ismini söyledim. Sonra Hz. Ömer’e ve Hz. Osman’a işaret ederek aynı soruyu sordu. Ben her defasında isimlerini söyledim. Sonra Hz. Ali’yi gösterdi ve “Bu kimdir?” dedi. Ona karşı kalbimdeki soğukluk ve kırgınlık sebebiyle utandım. Hz. Peygamber (s.a.v.)¸ beni bunun üzerine Hz. Ali ile kardeş yaptı. Biz de bunun üzerine kucaklaştık. Sonra onlar gittiler¸ ben mü’minlerin emiri Hz. Ali ile baş başa kaldım. Ebû Kubeys Tepesi’ne çıktık ve oradan Kâbe’yi seyrettik. Uyandığımda Hz. Ali’ye karşı soğukluk ve kırgınlıktan bir zerre kalmamıştı.”[7]
Hz. Ebû Abdullah Muhammed Bin Hafîf’in Peygamber Rüyâsı
Hz. Ebû Abdullah Muhammed¸ gördüğü bir olay üzerine gördüğü rüyâyı şöyle anlatmıştır: “Bir kere Rum diyârındaydım. Bir gün sahrâya çıktım¸ hayâlet gibi (ölmüş) bir rahip getirip yaktılar¸ külünü körlerin gözlerine koydular¸ Yüce Allah’ın kudretiyle hepsi de görür hâle geldi¸ külü yiyen hastalar da şifa buldular. ‘Bâtıl üzere olmalarına rağmen ne bu hâl?’ diye şaşırmıştım. O akşam rüyâmda gördüğüm Hz. Muhammed (s.a.v.)’e¸ ‘Ya Rasûlallah! Bu ne hâl?’ dedim. O (s.a.v.) da cevâben ‘Bu¸ bâtıl üzere olmasına rağmen sıdkın ve riyâzetin eseridir. Bir de Hak üzere bulunsaydı nasıl olurdu?’ buyurdular.”[8]
Hz. Ebû Muhammed Cerîrî’in Peygamber Rüyâsı
Bir kere dergâha yalınayak ve saçları uzamış bir derviş gelmiş¸ abdest alıp iki rekat namaz kıldıktan sonra başını yakasına sokmuş. O gece halîfe¸ dergâhtaki dervişleri davet etmiş. Hz. Ebû Muhammed Cerîrî¸ misafirin yanına vararak¸ “Dervişlere uyarak¸ davete katılmak ister misin?” demiş. Başını kaldıran misafir derviş ise şöyle cevap vermiş: “Halîfeye gitmeyi arzulamıyorum. Ama bir bulamaç aşı isterim. Eğer emrederseniz ne âl⸠yoksa sen bilirsin.” Hz. Ebû Muhammed Cerîrî¸ dervişlere uymayıp şahsî bir arzu ileri sürdüğü için¸ misafire pek iltifat etmemiş. Hz. Ebû Muhammed Cerîrî¸ akşam gördüğü rüyâsını ise şöyle anlatır: “Uyuduğumda rüyâmda yanında iki yaşlı ve peşinde birçok kişi olduğu halde Rasûlullah (s.a.v.)’in geldiğini gördüm. ‘Şu iki ihtiyar kim?’ diye sorunca¸ ‘Biri İbrahim Halil¸ öbürü Musa Kelim ve yüz binlerce nebî!’ cevabını aldım. Hemen ileri atılarak selâm verdim. Ama o bana hiç yüz vermedi. ‘Ben ne yaptım ki mübârek yüzünü benden çeviriyorsun¸ ya Rasûlallah?’ dedim. ‘Dostlarımdan biri bulamaç aşı istedi¸ sen ise cimrilik yaparak vermedin.’ dedi. Derhal ağlayarak uykudan uyandım. Dergâhtan kulağıma bir ses geldi. Ola ki misafir derviş gider diye düşündüm. Sonra yanına vardım ve ‘Ey Aziz! O arzunu tatmin edebilmen için lütfen biraz bekle.’ deyince tekrar başını önüne eğerek gülümsedi ve ‘Bir kimse bir arzusunun tatmin edebilmesini senden isteyecek¸ ama sen yüz yirmi bin nebî şefâat etmedikçe onun arzusunu tatmin etmeyeceksin.’ dedi ve çıkıp gitti. Çok aradıysam da bir daha onu göremedim.”[9]
Bir önceki yazımız olan Peygamberlerin en üstünü başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.
peygamberlerimizi de sıraladınız için teşekürlr