Anasayfa » Hz. Muhammed » Hz. Muhammed’i Anlamak ve Anmak

Hz. Muhammed’i Anlamak ve Anmak

Hz. Muhammed (sav)’i Anmak ve Anlamak

Allah Teâlâ, peygamberler ve beraberinde kitaplar göndererek insanlara, dünya ve ahiret mutluluğunun yollarını göstermiştir. Peygamberler, Allah’tan aldıkları vahiyle insanlara yol gösterip, rehberlik etmişlerdir. İnsanlara, yalnızca Allah’a ibadet etmeyi, O’na ortak koşmamayı yani tevhidi öğreterek yaratılış gayesi doğrultusunda dünya hayatında nasıl bir yol izleyeceklerini hayatlarında uygulamalı olarak göstermişlerdir. Peygamberler, Allah’a kulluğun nasıl yapılacağını, Allah’ın emir ve yasaklarını, helal ve haramlarını, öğüt ve tavsiyelerini olduğu gibi eksiksiz ve kolay anlaşılabilecek bir şekilde insanlara iletmişleridir. Hz. Âdem’le başlayan peygamberlik zincirinin son ve zirve halkası, Hz. Muhammed (sav)’le son bulmuştur. Nitekim Allah Teâlâ Kur’an’da:

مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا {الأحزاب/40}

“Muhammed içinizden hiç kimsenin babası değildir; fakat o, Allah’ın Elçisi ve bütün peygamberlerin sonuncusudur.” (Ahzab, 33/40) buyurarak, peygamberlerin sonuncusunun Hz. Muhammed (sav) olduğunu ve bir daha peygamber gelmeyeceğini bildirmiştir. Hz Muhammed (sav)’in ise bütün âlemlere, insanlığı inkâr ve cehâlet karanlığından kurtararak dünya ve âhirette mutluluğa ulaştırmak için gönderildiğini bildirerek şöyle buyurmuştur:

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ {سبأ/28}

“Ey Muhammed! Biz seni, sâdece belli bir çağa ve belli bir topluma, belli bir bölgeye bir Peygamber olarak değil, kıyâmete kadar gelecek bütün insanlığı rahmetimizle müjdelemen ve azâbımızla uyarman için gönderdik; ne var ki, insanların çoğu bunu bilmezler.”[1] (Sebe, 34/28)

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ {الأنبياء/107}

“(Ey Muhammed) Biz seni ancak âlemlere rahmet için gönderdik.” (Enbiyâ: 21/107) Rahmet elçisi olarak gönderilen Hz. Muhammed (sav)’in hicri doğum yıldönümünü yâd ediyoruz. Onu sadece doğum yıldönümlerinde anmakla ona olan görevlerimizi yerine getirmiş olmayacağımız açıktır. Hiç şüphesiz Hz. Peygambere iman etmek, onu sevmek, ona itaat etmek, ona tabi olmak imanımızın/dinimizin bir gereğidir.

Kısa İfadelerle Hz. Muhammed (sav):

Hz. Muhammed (sav) Kameri Rebîulevvel ayının 12. gecesinde, Miladi 20 Nisan 571 yılında Mekke’de doğmuştur. Babası Abdu’l-Muttalib’in oğlu Abdullah, annesi de Vehb’in kızı Âmine’dir. Doğumundan birkaç ay önce babasını, altı yaşında iken de annesini kaybeden Hz. Muhammed (sav), sekiz yaşına kadar dedesi Abdu’l-Muttalib’in, daha sonra da amcası Ebu Tâlib’in yanında kalmış, 25 yaşında Huveylid kızı Hatice ile evlenmiş, ondan Kasım, Abdullah adlarında iki oğlu; Fâtıma, Zeyneb, Rukiyye, Ümmu Gulsûm adlarında dört kızı; Medine’de Mısırlı Mâriye adlı cariyeden de İbrâhîm adlı bir oğlu olmuştur. Fakat Fâtıma dışındaki çocuklarının hepsi kendi sağlığında ölmüşlerdir. Fâtıma da kendisinden altı ay sonra vefat etmiştir.

Kırk yaşında peygamberlik rütbesine erdirilmiş olan Hz. Muhammed (sav), on üç yıl Mekke’de çetin mücâdele vererek İslam’a davet etmiştir. Bu görevini sürdürdükten sonra Mekke’de yaşama imkânı kalmayınca Allah’ın izniyle 622 tarihinde Medine’ye hicret etmiş, bu hicreti Müslümanlarca tarih başlangıcı kabul edilmiştir. On yıl da yine çetin mücadelelerle, ken­disine vahyedilen Kur’an’ın anlattığı İslâm’ı, Medine’den yaymaya çalış­mış ve Hicretlerinin altıncı yılında Hudeybiye’de müşriklerle yapılan Barış Antlaşması’ndan sonra İslâm’ın önündeki engeller bir bir kalkmaya baş­lamış, kendisi henüz hayatta iken İslâm, bütün Arap Yarımadası’nı kucak­lamıştır.

Hz. Muhammed (sav) peygamberlik rütbesine erdirildikten sonra 23 yıl yaşamış, bu süre içinde Allah’ın Kitabı Kur’ân-ı Kerîm, parça parça inerek tamamlanmıştır. Kendisi de şirk düzenini yıkıp, gönülleri yalnız Allah sevgisine, O’na kulluğa yönelterek İslâm tebliğini tamamlamış ve Hicretin 11. yılı Rebî’ul-evvel ayının 13. günü (8 Haziran 632 tarihinde), görevini yapmış olmanın huzuru içinde dünyâdan ayrılıp, Refîk-ı a’lâ’ya gitmiştir. Salât ve selâm onun ve bütün peygam­berlerin üzerine olsun.[2]

Hz. Muhammed (sav) Anlamak:

Hz. Muhammed (sav)’i, mesajlarını, sünnetini, ahlakını, bir ömür uğruna hayatını adadığı mücadelesini çok iyi anlamalı ve günümüze taşımalıyız. Onu sadece doğum günlerinde anmakla yetinmemeliyiz. Hz. Muhammed (sav)’i bütün dünya insanlarına, özellikle bunalım ve sapıklık içinde bocalayanlara tanıtmalıyız. Ancak Onun getirdiği evrensel mesajla kurtulabileceklerini anlatmalıyız.

Çünkü Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyuruyor:

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ {آل عمران/31}

-Ey Muhammed! Allah’ı sevdiğini iddia eden ve O’nun sevgisini kazanmak isteyen kimselere de ki: “Eğer siz gerçekten de Allah’ı seviyorsanız, Allah’ın emirlerini size ileten bir elçi olarak bana ve bana indirilen Kurân’a uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah, pişmanlıkla tövbe edildiği takdirde, en büyük günahları bile bağışlayandır, merhamet edendir.

قُلْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ فإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الْكَافِرِينَ {آل عمران/32}

-Allah’ın Elçisini devre dışı bırakarak Allah’a itaat edebileceklerini sanan o şaşkınlara de ki: “Allah’a ve O’nun mesajını size ileten şu son Elçiye itaat edin!” Eğer yüz çevirirlerse, şunu iyi bilsinler ki, Allah’ın elçisine karşı gelmek Allah’a karşı gelmek demektir; bu da onu inkâr etmek anlamına gelir ki, Allah da inkâr edenleri sevmez! Sevmediği için de onları doğru yola iletmez.[3] (Âl-i İmran, 3/31-32)

Bu ayetlerde, Allah’ın sevgisini kazanmak, Allah’ın dinini öğrenmek ve yaşamak isteyen kimselerden, Hz. Peygambere uyulması isteniyor. Hz. Peygamberi örnek almadan, tebliğ ettiği ilahi vahyi anlayıp hayatına uygulamadan, onu ve sünnetini anlamadan kısacası ona itaat etmeden dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşmanın başka bir yolu yoktur.

Mısırlı Âlim Muhammed Gazali Fıkhu’s Sire adlı eserinin girişinde şu uyarılarda bulunmuştur:

“Muhammed (sav)’in sîreti bugün yapıldığı gibi doğum gününde okunacak bir hikâye değildir. Onu rehber edinmeden, sünnetine uymadan getirilen binlerce salavatlarla methedilmiş olmaz. Ona olan sevgi, methiyeler yazmakla ve âşıkların feryat ve figanlarıyla da olmaz. Müslümanın peygamberiyle olan bağı, dinde uydurulmuş bu yapmacık bağlardan çok daha kuvvetli ve derindir. Müslümanların, peygamberlerine olan bağlılıklarını göstermek için bu tür yollara başvurmaları, hayat dolu özü terk ettikleri gün başlamıştır. İşte o günden beri özden uzaklaşmışlar, sadece şekil ve dış görünümle yetinmişlerdir. Bu şekil ve kalıplara önem vererek Rasülullah’ın getirdiği asıl mesajı unutanlar nasıl bir yanlışın içine düştüklerinden habersizdir. Yapılması gereken güzel seslerle okunan mevlidi dinlemek yerine terkedilmiş olan sünnetine ve Rasülullah (sav)’ın çağrısına icabet etmektir. Uzaklaşmış olduğu dinin özüne dönmektir. Kişi bu öze döndüğü zaman, nefsini terbiye etmiş, durumunu düzeltmiş olur. Böylece yaşayışıyla, ilim ve ameliyle, ibadetleriyle Muhammed (sav)’in sünnetlerine yaklaşmış olur.

Rasülullah (sav)’ın sünnetine göre yaşamayan, onu gönlünde yaşatmayan bir Müslüman, onu örnek alamaz, ona yaşantısında ve düşüncesinde asla tabi olamaz. Gece gündüz getirdiği salavat da ona hiçbir fayda vermez.

Burada, hayatımızdaki şaka ile ciddiyetin birbirinden ayırt edilmesinin zaruri olduğuna dikkatleri çekmek istiyorum. Oyun ve eğlenceye haddi aşmayan bir vakit ayırmakta bir beis yoktur. Eğer birisi bir şarkı söylemek veya dinlemek istiyorsa dilediğini yapsın. Ama İslam’ı bir şarkı haline getirmek, Kur’an’ı tatlı nağmelere çevirmek ve sîreti kaside ve şiirler cümlesine sokup aslından uzaklaştırmak isterse, işte onun buna hakkı yoktur; bu sadece dar görüşlü ve gafil kimselerin işidir. Ne yazık ki bütün bunlar İslam adına yapılmakta din de uygulama alanından kaldırılarak eğlence ve oyun haline getirilmektedir.”

Bugün ülkemizde de Muhammed Gazali’nin dikkat çekip uyardığı gibi yapanlar yok mu? Müslümanların içinde bulundukları hal durumu açıklamaya yetiyor.

Hz. Peygamber nerde biz neredeyiz?

Onun emanetlerine ne kadar sahip çıkabiliyoruz? Sosyal ilişkilerimizde, ticaretimizde, ekonomi ve siyasetimizde, hukukumuzda, aile yapımızda, ibadet hayatımızda, ahlakımızda kısacası hayatımızın bütün alanlarında Hz. Peygambere ve onun öğretilerine ne kadar yer veriyoruz? Hani ona iman etmiştik? Hani onu seviyorduk? Sevgimiz sadece dilde mi kaldı?

Hz. Peygamberin yaşayıp uyguladığı İslam ile bizim yaşadığımız İslam arasındaki bu farkı nasıl açıklayacağız?

Efendimiz Hz. Muhammed (sav) bizden ne ister? Kendine hatimler okunmasını mı? Yoksa binlerce salavat getirilmesini mi? Bunlara onun mu ihtiyacı var yoksa bizim mi?

Efendimizin sünnetini, güzel davranış ve ahlaki özelliğini tanımalı, yüzlerce hadisini öğrenmeliyiz. Onun ahlakı Kur’an’dı. Kur’an’ı öğrenip, uygulayıp insanlara duyurmalıyız.

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا {الأحزاب/21}

“Ey iman edenler! Allah’ı ve âhiret gününü arzulayan ve O’nu sürekli anıp yücelten kimseler için Allah’ın Elçisi, o sarsılmayan imanı, tertemiz ahlâkı, fedâkârlığı, cömertliği, cesareti, kararlılığı ve çalışkanlığı kısaca bir hayat boyu yaşadığı kulluğu ile gerçekten size mükemmel bir örnektir. Şahıs olarak Peygamberi, toplum olarak da onun arkadaşlarını kendinize örnek almalısınız.”[4] (Ahzab, 33/21)

Rasülullah (sav)’ın Emaneti:

« أَلا أَيُّهَا النَّاسُ ، فَإِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ يُوشِكُ أَنْ يَأْتِيَ رسولُ ربي فَأُجيبَ ، وأَنَا تَارِكٌ فِيكُمْ ثَقَلَيْنِ : أَوَّلهُما كِتابُ اللَّهِ ، فِيهِ الهُدى وَالنُّورُ ، فَخُذُوا بِكِتابِ اللَّه ، وَاسْتَمْسِكُوا به» فَحثَّ على كِتَابِ اللَّه ، ورغَّبَ فِيهِ . ثمَّ قَالَ « وأَهْلُ بَيْتِي ، أُذكِّركم اللَّه في أهلِ بيْتي ، أذكِّرُكم اللَّه في أهل بيتي »

“Ey insanlar! Şunu iyi bilin ki, ben de sizin gibi fâni bir insanım. Yakında Rabb’imin elçisi Azrail bana da gelecek ve ben O’nun davetine uyup aranızdan ayrılacağım. Ancak benden sonra sapmamanız için, size iki kıymetli emanet bırakıyorum: Biri, insanı doğru yola ileten bir rehber ve ışık kaynağı olan Allah’ın Kitabı Kur’an’dır. Ona var gücünüzle, sımsıkı sarılın! Kur’an’ı okuyup manasını anlamaya çalışın, üzerinde tefekkür edin ve hayatınızın her alanında onun hükümlerini uygulayın. Kur’an’ı anlamaya çalışırken de, onun en güzel tefsiri ve pratik hayata yansıması olan Sünnet’i kendinize temel ölçü edinin.”

Peygamber aleyhisselâm Kur’an’a sarılma ve ona bağlanma konusunda gerekli tavsiyelerde bulunduktan sonra, sözlerine şöyle devam etti:

“Size bıraktığım ikinci emanet de, benim ev halkım ve ailem başta olmak üzere, izimden yürüyen ve davama sahip çıkan takva sahibi âlimler, yani Ehli Beyt’imdir. Onların sözünü dinleyin, zalimlere karşı mücadelelerinde onları yalnız bırakmayın! Dikkat edin, Ehli Beyt’ime saygı ve itaat konusunda size Allah’ı hatırlatıyorum; Ehli Beyt’ime saygı ve itaat konusunda size Allah’ı hatırlatıyorum!”[5] (Müslim, Fezâilü’s–Sahabe, 36)

İmam Malikin Hadisinde ise emanetin ikincisi; Hz. Peygamberin sünnetidir.

Hıristiyanlar peygamberi ilahlaştırdı, Yahudiler taşladı. Sonuçta her ikisi de peygamberi hayattan dışladı. Yahudi ve Hristiyanların düştüğü hatalara bizlerde düşmeyelim. Allah Teâlâ onu son peygamber olarak görevlendirip, vahyi ilkin ona indirerek onu yüceltmiştir. Ona itaat etmeyi farz kılarak gereken önem ve değeri vermiştir. Hıristiyanların Hz. İsa’nın çağrısını ve öğretisini terk edip onu aşırı yücelttikleri gibi bizde Hz. Muhammed (sav)’i aşırı yüceltmeye kalkmayalım. Zaten onun yüceltilmeye de ihtiyacı yoktur. Çünkü Allah onu yüceltmiştir.

Bize düşen, Hz. Peygamberin emanetine sahip çıkmaktır. Bize düşen onun çağrısına, sünnetine her zaman ve mekânda kıyamete kadar icabet etmektir. Onun ömür boyunca davet ettiği, açıkladığı Kur’an’ı okuyup anlamadan, onun sünnet ve hadislerini yaşamadan onun ahlakıyla ahlaklanmadan sadece onu överek methiyeler ve şiirler okuyup yücelterek, belirli günlerde anarak onu sevmek ona itaat etmek olmaz. Rasülullah (sav) Efendimiz kendisi ile bizim durumumuzu şu örnekle açıklamıştır:

عن جابرٍ رضي اللَّه عنه قال : قال رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : «مثَلِي ومثَلُكُمْ كَمَثَل رجُلٍ أَوْقَدَ نَاراً فَجَعَلَ الْجَنَادِبُ وَالْفَراشُ يَقَعْنَ فيهَا وهُوَ يذُبُّهُنَّ عَنهَا وأَنَا آخذٌ بحُجَزِكُمْ عَنِ النارِ ، وأَنْتُمْ تَفَلَّتُونَ منْ يَدِي »

Câbir bin Abdullah radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Benim ve sizin durumunuz, yakmış olduğu ateşe doğru uçuşan cırcır böceklerine ve kelebeklere engel olmaya, onları kurtarmaya çalışan adamın misaline benzer. Adam ateşe düşmesinler diye böcekleri oradan uzaklaştırmaya çalışır, fakat ateşin parlaklığına aldanan böcekler, sonlarının ne olacağını hiç düşünmeden, ısrarla o ateşe doğru uçmak isterler. İşte sizden bazıları da dünyanın gelip geçici süsüne, göz kamaştıran sahte cazibesine aldanıp böyle bilinçsizce kendilerini ateşe atmak istiyorlar. Ben ateşe düşmeyesiniz diye sizi elbisenizden, kuşağınızdan tutup çekiyorum, siz ise elimden kurtulup ateşe girmeye çalışıyorsunuz. Ben size helâl ve haramın sınırlarını öğretiyor, cehenneme götürecek davranışlar konusunda uyarıyorum. Buna rağmen siz arzu ve heveslerinize uyarak haramlara dalmak, sonu ateş ve hüsran olan işler yapmak istiyorsunuz.”[6] (Müslim, Fezâil 19. Buhârî, Rikâk 26; Tirmizî, Edeb 82)

Sadi Şirâzi anlatır: Bir avuç toprak aldım. Gül kokuyordu. Sordum ona: Bu senin asli kokun değildir, sen bu kokuyu nereden aldın? Toprak dedi ki: Ben bir gül ağacının altının toprağıydım. Gülün kokusu bana sindi. İşte ben bunun için gül kokuyorum.

Gül kokusu giderek kayboluyor.

Artık coğrafyalarımızda, çarşılarında gül alınıp gül satılan, gülden terazi yapılan, gül ile gül tartılan, gül kokulu beldelerin yerinde yeller esiyor. Beklenen gül mevsimi bir türlü gelmiyor. Eski bahardan kalan gül kokusu, küf kokusuna karışıyor. Gül kokulu sokaklar, caddeler yok oluyor. Gül evler hızla azalıyor; içerisinde gülen insanların olduğu, sevginin gül kokusu gibi paylaşıldığı, ahu efganının bile gül olduğu evler…

Ve hepsinden öte gül adamlar, gül kadınlar ender görülüyorlar. Hayatın gül kokan tarafları git git azalıyor. Çünkü her yaşanan gün gül kokusundan bir şeyleri daha alıp götürüyor. Bu durum, insanların, “gül koklamak için geçmişe sığınmaktan başka çare yok” zehabına kapılmalarına neden oluyor. Gülü özleyenler, tarihin tozlu sayfalarına iltica ediyorlar. Zaman tünelinde geriye doğru yürüyorlar. Fakat, oralarda eli boş kalakalıyorlar.

Tek çare, gül ağacını kurutmamak. Onu çağa taşımak, toprağa taşımak, hayata taşımak. Gülün hasretiyle değil, gülün kendisiyle yaşamak; gül olmak ya da gülün altında toprak olmak…

Fakat o kimileri için arkasından gözyaşı dökülen tatlı bir anı olmuştur. Onlar onun hatırasıyla yaşamayı kendisiyle yaşamaya tercih ederler. Onlar onun arkasından ağlamayı, onu önlerinde görmeye tercih ederler. Onlar onun sakalını ve hırkasını misyonundan daha fazla severler. Ondan efsane gibi söz etmeyi, birlikte yaşanılan bir “dost” olmaya yeğ tutarlar. Daha başka kimileri içinse tarihin konusudur. O, bir iletişim aleti gibi ilahi mesajı iletmiş ve misyonunu tamamlamıştır. Böylelerine göre Onun bugüne taşınacak kokusu olamaz.

Kur’an içinse o, hayatın aktif, kurucu ve inşa edici bir öznesidir. Misyonu ölümsüz olandır. Kur’an onu çağa taşımak için çırpınır. Onun tarihe hapsolmasını önlemek için onunla ilgili tarihsel olayları mü’minin yüreğine, imanına, ibadetine taşır. Kur’an müminin hayatında onu güncel kılmak için ne gerekiyorsa yapar. [7]

Vahyin il gelişini takiben, kıyamete kadar ki zaman içerisinde yaşayacak bütün insanlar için gerçek mutluluğun, adaletin, huzurun, güvenin, iyiliğin, güzelliğin… Yolunu gösterecek ilahi bilgiler 20 yılı aşkın süreyle vahyolundu. Vahyolunan her ayetle bireysel ve toplumsal hayatın olması gereken en mükemmel şekli, en güzel muhtevası bildirildi, açıklandı, gösterildi. Vahyolunan ayetler ve o ayetlerin oluşturduğu Kur’an önce elçisini eğitip yetiştirdi. O’nun ilahi talimatlarıyla mükemmelleşen ve tüm insanlık için en güzel model haline gelen uygulamaları ve yaşantısı ise ilahi bilginin pratiğe aktarılışı olarak anlam kazandı. Böylelikle, insanlığa sunulan dosdoğru ve en güzel hayat tarzı, teorik esaslar halinde insanlara bildirilen ilahi bilgi yığını olmaktan çıktı; ilahi bilgi onun şahsında en mükemmel modelini buldu; insanlık onun şahsında bir insanın ulaşabileceği en mükemmel aşamaya erişti.[8]

Hz. Peygamberin 23 yıl boyunca davet ettiği Kur’an’ı ve açıklayıp uygulayarak örnek olduğu sünnetini düşüncelerimize, hayatımıza, kişiliğimize, ahlakımıza, davranışlarımıza, ekonomimize, siyasetimize, cadde ve sokaklarımıza, evimize taşımazsak ona nasıl itaat etmiş olacağız? Onun sünnetine nasıl tabi olmuş olacağız? Kur’an ve hadislerin okunduğu, anlatılıp açıklandığı ders ve sohbet halkları oluşturmazsak Hz. Peygamberi nasıl anlayacağız? Onun hadislerini okuyup anlamadan, hayatımıza uygulamadan onu nasıl örnek alacağız?

إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا {الأحزاب/56}

Hiç kuşkusuz Allah ve melekleri, Peygambere salât ederler. Allah Peygamber’ine karşı çok merhametlidir; ona dâimâ sevgiyle yönelir, onu över, işlerini bereketli kılar, ismini yüceltir ve onun üzerine rahmetini indirir. Melekler de Peygamber’i çok severler; onun en yüce makâmlara ulaşması, İslâm’ın ve Müslümanların üstün gelmesi için Allah’a duâ ederler. Onun şerefini gözetmeğe, şanını yüceltmeğe özen gösterirler. O halde, ey inananlar, sizin kurtuluşunuz için her şeyini fedâ eden bu Peygamberin izinden yürüyün, tüm gücünüzle dâvâsını destekleyin, ona saygı duyun, onu yüceltin; böylece siz de ona salât edin ve ona tüm kalbinizle esenlikler dileyerek içtenlikle selâm edin! (Ahzab, 33/56)

Allahumme salli ve sellim alâ nebiyyinâ Muhammed!

Müslümanlar için örnek alınması ve hayata geçirilmesi için gereken şeyler Hz. Muhammed (sav)’in şekli yönüyle ilgili hususların olmadığı açıktır.

Bilakis “Kur’an’a uyması, Allah’a itaati, Sarsılmaz İman’ı ve Salih amelleri, Allah yolunda mücadelesi, Doğruluğu, Adaleti, İnsanlara sevgi ve saygısı, Güvenilirliği, Müsamahası, Barışa verdiği önem, Yumuşak huyluluğu, Çalışkanlığı, Kanaati, Şefkat ve merhameti, Cömertliği, vefakârlığı…” gibi faziletlerdir.

Mehmet ESER 02.02.2012 Aksaray

[1] Mahmut Kısa, Kısa Açıklamalı Kur’an-ı Kerim Meali, 3. Baskı, Konya: Armağan Kitaplar, 2009

[2] Prof. Dr. Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba Yayınları: 14/5-11

[3] Kısa, a.g.e.

[4] Kısa, a.g.e.

[5] İmam Nevevi, Riyazü’s Salihin, Tercüme: Mahmut Kısa, İstanbul: Beka Yayınları, 2011 (Koyu kısımlar hadisin tercümesi, koyu olmayan italik yazılar ise hadisin açıklamasıdır.)

[6] İmam Nevevi, a.g.e.

[7] Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed, İstanbul; 2009, 15. Baskı, Düşün Yayıncılık, s.297, 298

[8] Celaleddin Vatandaş, Hz. Muhammed(sav)in Hayatı ve Daveti, İstanbul; 2010, 6. Baskı, Pınar Yayınları, s.14

Bir önceki yazımız olan Peygamber Efendimizi Anlamak başlıklı makalemizde allahı anlamak ve hz muhammedi anlamak hakkında bilgiler verilmektedir.

Kontrol Et

Peygamberimizin Cesareti

Peygamberimizin Cesareti Şecaat: Dinî ve dünyevî hukukunu korumak için canını dahî verecek derecede gösterilen bir …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.