Anasayfa » Genel » Allah C.C. » Allah’ın ezeli ve ebedi oluşunu nasıl anlamak ve bilmek gerekiyor?
A Pakistani Muslim prays for tsunami victims during the Friday noon prayer at a mosque in Islamabad, 07 January 2005. Pakistani people observed "Yom-e-Dua or "Prayer Day" across the nation to pray for the victims of the tsunami disaster, which has claimed so far 165,000 lives after it devastated the Asian coastline on 26 December 2004. AFP PHOTO/Jewel SAMAD

Allah’ın ezeli ve ebedi oluşunu nasıl anlamak ve bilmek gerekiyor?

“Allah”, denildi mi ezelî ve ebedî olan, bütün sıfatları sonsuz kemalde bulunan Ehad ve Samed bir zat anlaşılır. Böyle bir zat ise yaratılmaktan münezzehtir. Zira yaratılan her şey hadistir (sonradan olmuştur), fanidir (varlığının bir sonu vardır) ve bütün sıfatları sınırlıdır.

Allah doğmak ve doğrulmak gibi mahluklara ait sıfatlardan uzaktır. Çünkü onun ne başlangıcı, ne de sonu vardır. Evet o, vardı ve ondan başka hiçbir şey yoktu. Ezelî ve ebedî olan Allah’ın bir başkasının tesiriyle vücuda geldiği nasıl düşünülebilir?

Allah Ehat’tir. Zat ve mahiyeti varlıklara benzemekten, mekan ve zamandan, değişip başkalaşmaktan uzak olan tek ve yekta varlık odur. O Samet’tir. Bütün varlıklar, yaratılmasında ve yaşatılmasında, kısaca her hâl ve keyfiyetlerinde ona muhtaçtırlar, o ise hiçbir şeye muhtaç değildir.

Onun eşi, benzeri, dengi yoktur. Ne yaratıcılığında, ne idaresinde, ne terbiye ediciliğinde, ne de hakimiyetinde; ona denk olabilecek hiçbir mevcut düşünülemez. Zerre kadar aklı olan kimse böyle bir zat hakkında, bu çelişkili sorunun sorulamayacağını bilir.

Evet yaratıcı olan, yaratılan olamaz. Kuvvet ve kudreti sonsuz olan, bir başkasının tesiriyle vücuda gelemez. Başlangıcı olmayan, sonradan olamaz. Kısaca hem yaratıcılığın sonsuz kemal sıfatlarıyla donatılmış, hem de mahluk olmanın gereği olarak sınırsız eksikliklere sahip bir konumda olamaz.

Bir de konunun devir-teselsül ile ilgili bir yönü vardır ki o da şudur:

– Art arda bağlı hadiseler zincirinde mutlaka bir ilk halka olmalıdır ki diğer halkalar ona bağlı olsun. Mesela, on beş vagonlu bir trende, her bir vagonu bir önceki vagon çeker. Sonuçta iş, lokomotife dayandığında, “Lokomotifi kim çekiyor?” diye sorulmaz. Çekme gücü olan, fakat çekilmeye ihtiyacı olmayan bir araç olmalı ki -o da lokomotiftir- tren sağlıklı olarak hareket edebilsin.

– Aynı şekilde, bir şekerin nasıl yapıldığını sorsak, bize cevaben, şeker fabrikasında yapıldığı söylenecektir. Şeker fabrikasındaki aletlerin nerede yapıldığını sorduğumuzda onların da tezgahlardı gösterilecektir. Neticede problem bir ilme, bir iradeye dayandırılmazsa, tezgahın da tezgahı sorulacak ve kısır döngüye düşülecektir.

– Bir er, emri onbaşıdan, o da yüzbaşıdan ve nihayet başkomutan da padişahtan alır. Peki, padişah kimden emir alıyor, diye sorulmaz, zira o emir alan değil emir veren konumundadır. Eğer birinden emir alacak olursa, o da emredilenler sınıfına girer ona emir veren kimse padişah olur.

Buraya kadar yapılan açıklamalardan açıkça anlaşılıyor ki, bu kainatın varlığı, zatı, isimleri ve sıfatlarıyla ezelî olan bir yaratıcıya dayanmaktadır. Böyle bir zatı kimin yarattığı sormak aklen mümkün değildir.

* * *

– Ezel, önsüz, başlangıcı olmayan, geçmiş zamanın bir ucu olarak tasavvur edilmeyen ve dolayısıyla, bir zaman dilimi olarak mütalaa edilemeyen nev-i şahsına münhasır bir kavramdır. Onu, geçmişle bağlantılı olarak düşündüğümüz için,ister istemez kavram olarak da onu zamanla ilişkili olarak değerlendiririz. Aslında, hiçbir zaman ve mekân ve varlık yokken Allah vardı. O hep vardı… İşte bu ezeldir. Yani bir varlığın başlangıç noktasının olmaması, onun ezelî olduğu anlamına gelir.

“Allah vardı, onunla birlikte hiçbir şey yoktu.”(Kenzu’l-Ummal, Hadis No: 29850)

mealindeki hadisten anlaşılacağı üzere, yer ve göklerin de içinde bulunduğu yaratılmış varlıktan hiç bir eser yokken, Allah vardı. Zaten Ezelî olmanın anlamı da budur.

– Hadiselerin akışı, Allah’ın ezelî ilminde belli bir sıralamaya tabi değildir. Alimler, kader konusunda bu husus anlatırken, “Kader / Allah’ın ezelî ilmi, sebebe ayrı müsebbebe ayrı olarak taalluk etmez. Bilakis her ikisine birden taalluk eder.” diyorlar. Bunu bir misal olarak şöyle açıklayabiliriz:

Elinizdeki bir ayna düşünün, sağında A, solunda B nesneleri vardır. Aynayı sağa çevirdiğinizde, A nesnesini gösterir ,fakat B nesnesini göstermez. Şayet onu sola çevirirseniz, bu kez B nesnesini gösterir, fakat A nesnesini gösteremez. Çünkü, aynanın görüş sahası, gösterim alanı, sınırlıdır. Bir tarafa döndüğünde diğer tarafı bakış/görüş açısına aşlamaz.

Şimdi, bir aynanın elinizde değil,  tavana asılmış yüksek bir yerde olduğunu düşünün. Bu ayna,  sağa-sola çevirme ihtiyacını duymaksızın, bir anda hem sağ taraftaki nesneleri, hem sol taraftaki nesneleri birden gösterir. Çünkü, bu aynanın bulunduğu konumu itibariyle, belli bir tertibe/bir sıralamaya ihtiyaç duymadan geniş perspektifiyle oradaki bütün nesneleri birden görüntüler ve gösterir.

İşte bütün varlıklar, olaylar, Allah’ın her şeyi birden kuşatan ezelî ilminde, geçmiş-gelecek zaman dilimlerine göre,  parçalar halinde değil, o ilmin kuşatıcı ve ezelî konumuna uygun olarak bir bütün halinde yansımaktadır. Olan, olmakta olan ve olacak olan her şey -güneşin, karşısındaki bütün nesneleri birden  aydınlatması gibi- Allah’ın ezelî ilminin güneşi karşısında bir anda toptan yansıma imkânını bulmaktadır.

Bir önceki yazımız olan Cansız varlıklar da Allah'ı zikreder mi? başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.

Kontrol Et

“Allah affedicidir” diyerek günah işlesek ve ardından tövbe etsek bizim için yeterli olur mu?

Bazı kimseler, alenen, sıkılmadan ve daha kötüsü, seve seve günah işlemekte ve sırası geldiğinde de …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.