Anasayfa » Genel » Mirac mucizesi

Mirac mucizesi

Sual: Âyet ve hadisle bildirildiği halde, Mirac mucizesini inkâr eden olmuş mudur?
CEVAP
Ehl-i sünnet âlimleri, sözbirliği ile Miracın hak bulunduğunu bildiriyorlar.

[Fitne] doğrusu sınav uyanıkken olur. Peygamber efendimizin anlattığı rüya olsaydı, asla kimse garip karşılamazdı. Hazret-i Ebu Bekir onaylama edip, yüksek derecelere kavuşmazdı.

Resulullahın, Mekke’den Kudüs’e götürüldüğüne inanmayan kâfir olur. Göklere ve bilinmeyen bölgelere götürüldüğüne inanmayan ise sapık olur. (Bahr)

Birkaç saniyede Mekke’den Kudüs’e götürmüş olan Allahü teâlâ, niçin daha uzaklara götüremesin? Allahü teâlânın kudretinden sadece kâfirler kuşku eder.

Mirac hakkında birçok hadis-i şerif vardır. Birkaçı şöyleki:
(İsra gecesi [Miraca çıkınca] Cennetin kapısı üstünde “Sadakanın on, ödünç vermenin sevabı onsekiz mislidir” yazılmış bulunduğunu gördüm.) [Beyheki]
(İsra gecesi her gökte, Muhammedün Resulullah ve arkasından Ebu Bekri Sıddık yazılı bulunduğunu gördüm.)
[Ebu Nuaym]
(İsra gecesi, nura gark olmuş bir zat gördüm. “Bu kim?” dedim. Cebrail aleyhisselam, “Dünyada iken Allahü teâlâyı sürekli anan, kalbi camiye bağlı ve ana-babasına asi olmayan bir zattır” dedi.)
[İ. Ebiddünya]
(Mirac’da, Cehennemde kokmuş leş yiyenlerin kimler bulunduğunu sormuş oldum. “Bunlar, gıybet ederek insanların etlerini yiyenlerdir” denildi.)
[İ. Ahmed]

(Mirac gecesi, uğradığım her melek topluluğu, ümmetime hacamatı tavsiye etti.) [Hakim]
(Mirac Gecesi’nde alevden makasla kendi dudaklarını kesenleri görüp, kim olduklarını sormuş oldum. “İlmiyle amel etmeyen din adamlarıdır” denildi.)
[Buharî, Müslim]
(Mirac gecesi Cehennemi gösterdiler, çoğunun hanım bulunduğunu gördüm.)
[Tirmizi]

(Mirac gecesi, ekin ekip bir günde biçen bir topluluk gördüm. Biçtiği mahsul tekrardan eski haline dönüyordu. “Bunlar kim?” dedim. Cebrail aleyhisselam, “Bunlar Tanrı yolunda cihad edenlerdir. Bunların bir iyiliğine yedi yüz misli sevap verilir. Harcadıklarının yerine yenisi verilir” dedi.) [Bezzar]

Uzun bir hadis-i şerifin özeti:
(Cebrail aleyhisselamla tüm gökleri geçerek Sidre-i Müntehaya geldim. Cenneti gösterdiler. Ondan sonra elli zaman namazla dönerken Musa aleyhisselamı gördüm. Elli zaman namazın ümmetime zor geleceğini, dönerek namaz vakitlerini azaltmasını Allahü teâlâdan istememi söylemiş oldu. Az az kaldırılarak, sonunda beş vakte indirildi.) [Müslim]

Bazı bid’at ehli, sahih-i Müslimdeki bu hadis-i şerife inanmıyorlar. Peygamber efendimizin derecesinin Musa aleyhisselamdan daha yüksek olduğundan, ondan öğrenmesi, onun tavsiyesine bakılırsa hareket etmesi uygun değil, bu şekilde şey olmaz diyorlar. Oysa bilinmiş olduğu şeklinde, Kur’an-ı kerimde, Musa aleyhisselamın Hazret-i Hızır’dan ilim öğrendiği bildirilmektedir. [Bu kıssayı aşağıda yazdık.] Hazret-i Hızır peygamber olmadığı şeklinde derecesi Musa aleyhisselamla karşılaştırma bile edilmez. Musa aleyhisselam, ülülazm bir Peygamberdir. Demek ki, mevki ve derecesi yüksek olan bir zat, derecesi daha aşağıdaki bir zattan ilim öğrenebilir, onun tecrübesine istinaden söylediği tavsiyeye uyabilir.

Mekke’den Kudüs’e sadece bir ayda gidip gelinebilir. Kısa aniden Mekke’den Kudüs’e varıp gelmek sadece Allahü teâlânın kudreti ile olur. Buna inanıp da, daha uzaklara gittiğine inanmamak, Allahü teâlânın kudretinden kuşku etmeyi gerektirir. İşte mezhepsizlerin anlamadığı husus burasıdır. Allahü teâlâ dilerse niçin olmasın? Peygamber efendimiz, (Göklere ve daha uzaklara gidip geldim) buyuruyor. Bunu inkâr etmekteki maksat nedir? Gayrimüslimler, İslamiyet’i yıkmak için, bu şekilde mevzularda yerli maşalarını kullanıyorlar. Bu kadar vesikaları sadece Mutezile yada İbni Sebeci olan inkâr edebilir.

İmtihan rüyada olmaz
Sual:
Mirac rüyada oldu diyorlar. Peygamberimiz uyanıkken olmadı mı?
CEVAP
Rüyada olanlar da oldu. Sadece meşhur İsra vakası uyanıkken oldu. Namaz da o gece beş zaman olarak farz oldu.

İsra suresinin ilk âyet-i kerimesinin meali şöyledir:
(Kuluna [Muhammed aleyhisselama] bir gece bazı âyetlerimizi [Allahü teâlânın kudret ve azametine delâlet eden nice harika olayları] göstermek için, onu Mescid-i Haram’dan [Mekke’den], çevresini kutsal kıldığımız Mescid-i Aksa’ya [Kudüs’e] götürmüş olan Tanrı, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla gören Odur.) [İsra 1]

Âyet-i kerimede geçen İsra kelimesi, gece yürümek anlamındadır. İsra kelimesi, rüya için kullanılmaz. Uyanık iken, yürümek manasına kullanılır. Gene aynı surede mealen buyuruluyor ki:
(İsra gecesi, sana, o temaşayı [o gece gösterdiğimiz olayları] ve Kur’anda lanetlenen [Cehennemdeki Zakkum isimli] ağacı da, yalnız insanlara bir fitne [imtihan] yaptık. [Miracı ve zakkum ağacını inkâr ettiler.] Bizim ikazımız, sadece onların taşkınlıklarını artırıyor.) [İsra 60]

İmtihan rüyada olmaz, uyanıkken olur. Peygamber efendimizin anlattığı rüya olsaydı, asla kimse garip karşılamaz, kâfirler, hep beraber isyan etmez, Müslüman görünen münafıklar, bu şekilde şey olmaz demezlerdi. Onları Müslüman sananlar da, bu tarz şeyleri mürted oldu zannettiler. Onun için bazı kitaplarda, (Mirac vakası, bir oldukça kişinin mürted olmasına sebep oldu) diye yazar. İnançları sarsan bir vaka olmasaydı, Hazret-i Ebu Bekir de, inkâr fırtınası içinde, Resulullahın miracını onaylama etmezdi. Allahü teâlâ, bu tasdikinden dolayı Resulü Muhammed aleyhisselam vasıtası ile ona Sıddık adını verdi. Burada sıddık, sözünde ve imanında oldukça doğru olan anlamına gelir. Ebu Bekri Sıddık, Resulullahın Miracını ilk onaylama edenlerden olduğundan yüksek derecelere kavuştu, Peygamberlerden sonrasında insanların en üstünü oldu. Tanrı’a ve Resulüne inanç edip, Onların sözünü onaylama etmek müminlerin alametlerindendir. Bir âyet meali:
(Müminler, “İşittik, itaat ettik [Allah ve Resulünün sözlerini beğendik, kabul ettik]” derler, işte kurtuluşa erenler bunlardır.) [Nur 51]

İsra suresinin 60. âyet-i kerimesinde bildirilen fitne [imtihan] hâlâ devam ediyor, aklını ölçü alan mutezile kafalı kimseler, bu şekilde bir mucizeye akıl erdiremedikleri için, Miracı bir türlü kabul edemiyorlar. Evet vaka oldukça büyüktür, bir mucizedir, insanların yapması imkansızdır, fakat bunu Allahü teâlâ yapıyor. Onun kudretinden asla kuşku edilir mi?

Kâfirlerin telaşı ve soruları
Bu gidip gelmek, oldukça kısa zamanda oldu. Vardığında, kutsal yatakları hemen hemen sıcak idi. Erişince, iyi mi gidip geldiğini söyledi. Burak’la Mescid-i Aksa’ya gittiğini, oradan gökleri geçerek Cenneti Cehennemi ve daha başka bölgeleri gezdiğini söylemiş oldu. Dönüşte yolda, develi yolcular gördüğünü, bir devenin ürküp yıkıldığını söylemiş oldu. (İnşallah çarşamba günü Mekke’ye gelirler) buyurdu. Kâfirler bu vakası işitince inkâr edip, “Akla zıttır, mümkün değildir” dediler. “Bu iş burada bitti, mal, mülk, saltanat verdik, davasından vazgeçiremedik. Fakat artık ondan kurtulduk” diye luklarından oynamaya başladılar. Birkaçı derhal Hazret-i Ebu Bekir’in evine geldi. Bundan dolayı onun akıllı, tecrübeli, hesaplı bir tüccar bulunduğunu biliyorlardı.

Kapıya çıkınca derhal sordular:
“Ey Ebu Bekir, sen oldukça kere Kudüs’e gittin geldin, iyi bilirsin. Mekke’den Kudüs’e gidip gelmek ne kadar vakit sürer” dediler. Hazret-i Ebu Bekir, “İyi biliyorum, bir aydan fazla” dedi. Kâfirler bu söze sevindiler. “Akıllı, tecrübeli insanın sözü bu şekilde olur” dediler. Gülerek, alay ederek ve Hazret-i Ebu Bekir’in de kendi kafalarında olduğuna sevinerek, “Senin efendin, Kudüs’e bir gecede gidip geldiğini söylüyor, artık iyice sapıttı” diyerek, Hazret-i Ebu Bekir’e sevgi, saygı ve itimat gösterdiler.

Hazret-i Ebu Bekir, Resulullah efendimizin kutsal adını işitince “Eğer O söylemiş oldu ise, inandım. Aniden gidip gelmiştir. O, gerçek söyler. Ondan yalan sâdır olmaz” diyerek içeri girdi. Kâfirler neye uğradıklarını anlayamadılar. “Vay canına, Muhammed ne yaman büyücü imiş. Ebu Bekir’e sihir yapmış” diyorlardı.

Hazret-i Ebu Bekir derhal giyinip, Resulullah efendimizin yanına geldi. Büyük kalabalık içinde yüksek sesle, “Ya Resulallah! Miracınız kutsal olsun! Tanrı’a sonsuz şükürler ederim ki, bizleri, senin şeklinde büyük Peygambere hizmetçi yapmakla şereflendirdi. Parlayan yüzünü görmekle, kalbleri alan, ruhları çeken tatlı sözlerini işitmekle nimetlendirdi. Ya Resulallah! Senin her sözün doğrudur, inandım. Canım sana feda olsun” dedi.

Kâfirler bu hâle oldukça kızdı. Müminlerin güçlü imanına, Peygamberin her sözüne derhal inanmalarına, Onun çevresinde pervane şeklinde toplanmalarına dayanamadılar. Peygamber efendimiz daha ilkin Kudüs’ü, Mescid-i Aksa’yı görmemişti, bunu kâfirler de bilmiş olduğu için, Resulullahı utangaç, yenik etmek için, sınav etmeye yeltenip dediler ki:
“Sen Kudüs’e gittim diyorsun. Söyle bakalım! Mescidin kaç kapısı, kaç penceresi var?”
Resulullah hepsine yanıt verirken, Hazret-i Ebu Bekir, “Öyledir ya Resulallah, aynen öyledir ya Resulallah” derdi. Bundan dolayı Hazret-i Ebu Bekir, tüccardı, Kudüs’ü Mescid-i Aksa’yı iyi biliyordu, oldukça gidip gelmişti. Kâfirlerin kendileri de oraları oldukça iyi biliyorlardı. Bu bakımdan kâfirler, “Yanlış söylüyorsun” diyemiyorlar, direnme için dahi olsa, Resulullahın cevaplarını inkâr edemiyorlardı.

Resulullah efendimiz, edebinden, hayasından karşısındakinin yüzüne bile bakmazdı. Mescid-i Aksa’nın kaç penceresi bulunduğunu bilmiyordu. Ondan sonra bu vakası şöyleki söyledi:
(Mescid-i Aksa’da etrafıma bakmamıştım. Sorduklarını görmemiştim. Kureyş beni yalanlayınca, o anda Cebrail aleyhisselam, Mescid-i Aksa’yı gözümün önüne getirdi. [Televizyon gibi] görüyor, sayıyordum. Sorularına, derhal yanıt veriyordum.) [Buhari]

Çarşamba günü güneş batarken, Resulullahın bahsetmiş olduğu kervan Mekke’ye geldi. Kervandakiler, fırtına yaratı şeklinde bulunduğunu, bir devenin yıkıldığını söylediler. Bu hâl müminlerin imanını kuvvetlendirdi. Kâfirlerin düşmanlığını artırdı.

Kur’an-ı kerim âyetlerinin inmesi, mucizelerin görülmesi müminlerin imanlarını kuvvetlendirdiği şeklinde, kâfirlerin de düşmanlıklarını artırırdı. İki âyet meali:
(Müminler, Tanrı anılınca kalbleri ürperen, âyetler okununca, imanları artan [kuvvetlenen] ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.) [Enfal 2]
(Andolsun ki, sana Rabbinden indirilen âyetler, onların
[kâfirlerin] çoğunun azgınlığını ve küfrünü artırır.) [Maide 64]

Hazret-i Hızır ve Musa aleyhisselam
Bir kimse, ilim eğitim etmeden marifet ve keramet sahibi olabilir. Kur’an-ı kerimde, Kehf suresinin 60. âyet-i kerimesinden 82. âyetinin sonuna kadar anlatılan vakada, ilm-i ledünniden, bâtın ilminden bahsedilmektedir.

Kıssa özetle şöyledir:
Hazret-i Musa, “Ya Rabbi, benden âlim olan ve bâtın ilmini bilen zatı nerede bulurum?” diye sordu. Allahü teâlâ da, “Ya Musa, yola çık, çantana koyduğun balık canlanıp denize gittiği yerde, o zatı bulursun” buyurdu. Hazret-i Musa, Hazret-i Yuşa ile yola çıktı. Bir pınarın yanına oturdular. Bu pınar âb-ı yaşam idi. Bu suya dokunan ölü canlanırdı. Bu sudan bir damla balığa değince, balık canlanıp denize gitti. Hazret-i Yuşa bunu görmüş oldu ise de söylemeyi unuttu. Hazret-i Musa sorunca, hatırlayıp balığın canlanıp denize gittiğini söylemiş oldu. Geri dönerek oraya erişince, o zatı gördüler. Hazret-i Musa, “Bana bâtın ilmini öğretir misin?” dedi. O zat, “Allahü teâlânın bana öğrettiği ilmin hepsini sen bilmezsin. Bilmediğin için de yaptıklarıma sabredemezsin” dedi. Hazret-i Musa, “İnşallah beni sabredenlerden bulursun” dedi. O zat, “Ya Musa, tuhafına gitse de, yaptıklarımdan bana bir şey sormayacaksın dedi.

Üçü bir gemiye bindiler. Gemiciler, bunların iyi kimseler olduklarını anlayarak para almadılar. O zat, geminin bir tahtasını söktü. İçeri su girmeye başladı. Hazret-i Musa, “Gemiciler, bizlere iyilik etti, para almadı. Sen de bu tarz şeyleri denizde boğacaksın” dedi. O zat, “Hani bana karışmayacaktın? dedi.

Gemiden inince, sahilde oynayan evlatları gördüler. O zat, çocuklardan birini öldürdü. Hazret-i Musa, “Çocuğun günahı neydi?” demekten kendini alamadı. O zat, “Gene işime karıştın” dedi.

Antakya’ya uğradılar. Kimse yiyecek vermedi. O zat, yıkılmak suretiyle olan bir binanın koca duvarını bir eli ile tutup doğrultuverdi. Hazret-i Musa, “Bunu ücretle yapsaydın, bir ekmek parası çıkarırdık” dedi. O zat, “Artık ayrılma zamanımız geldi. Bundan dolayı üç kez işime karıştın” dedi. Hazret-i Musa, “Bunların hikmeti nedir?” dedi. O zat, “Bu tarz şeyleri Allahü teâlânın emri ile yaptım. Gemiciler on kardeşti. Geminin kazancı ile geçiniyorlardı. Bir derebeyi, sağlam gemileri zorla alıyordu. Bu geminin arızalı bulunduğunu duyunca almaktan vazgeçecekti. Ikimiz de iyiliğe iyilik etmiş olduk.

Günahsız çocuğa erişince, bunun ana babası salih idi. Çocuk büyüyünce, küfre zorlayarak onlara zulüm ve işkence edecekti. Bunun yerine neslinden 70 Peygamber meydana gelecek hayırlı bir evlat vermesi için yakarış ettim.

Doğrulttuğum duvar, öksüzlere aitti. Babaları duvarın altına bir gömü saklamıştı. Duvarı düzeltmeseydim, yıkılıp gömü meydana çıkacak, eller alacaktı. Öksüzlere de bir iyilik etmiş olduk.

Kur’an-ı kerimdeki bu kıssa, bâtın ilmine haiz keramet sahibi kimselerin bulunduğunu açıkça bildirmektedir. Cenab-ı Hakkın ihsanı boldur. Dilediğine bu bilimsel verir, onu marifet sahibi yapar.

Peygamber efendimiz Mirac’da Allahü teâlâyı görmüş oldu
Sual:
Mutezile itikadında olan biri, (Peygamberimizin, Mirac’a gidince Tanrı’ı gördüğünü söylemek, Tanrı’a mekân isnat etmek olduğundan küfürdür. Bu bakımdan Mirac diye bir vaka yoktur) diyor. Yanlış değil mi?
CEVAP
Evet, kesinlikle yanlıştır. Mekân isnat etmekle ilgisi yoktur. Burada iki sual var: 1- Mirac hak mıdır? 2- Allahü teala ile bir yerde konuşmak ona mekân atama etmek mi olur?

1- Resulullah efendimiz, Mirac’ta mekânsız, zamansız, cihetsiz, sıfatsız olarak Allahü tealayı görmüş oldu. Ehl-i sünnet âlimleri, söz birliğiyle Mirac’ın hak bulunduğunu bildiriyorlar. Kavl-ül-fasl kitabında deniyor ki: İsra sûresinin ilk âyet-i kerimesinde, Allahü teâlâ, kudret ve azametinden, nice mükemmel olaylardan bazılarını göstermek için, Muhammed aleyhisselamı Mekke’den Kudüs’e götürdüğünü bildiriyor. İsra kelimesi rüya için kullanılmaz. Uyanıkken, gece yürümek mânâsında kullanılır. Gene buyuruldu ki:
(Sana [Mirac’da] gösterdiğimiz temâşâyı insanoğlu için bir fitne kıldık.) [İsra 60]

Fitne doğrusu sınav, uyanıkken olur. Peygamber efendimizin anlattığı rüya olsaydı, asla kimse garip karşılamazdı. Hazret-i Ebu Bekir onaylama edip, yüksek derecelere kavuşmazdı.

Resulullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” Mekke’den Kudüs’e götürüldüğüne inanmayan kâfir olur. Göklere ve bilinmeyen bölgelere götürüldüğüne inanmayan ise sapık olur. (Bahr)

Mekke’den Kudüs’e sadece bir ayda gidip gelinebilir. Kısa aniden Mekke’den Kudüs’e varıp gelmek sadece Allahü teâlânın kudretiyle olur. Buna inanıp da, daha uzaklara gittiğine inanmamak, Allahü teâlânın kudretinden kuşku etmeyi gerektirir. İşte mezhepsizlerin anlamadığı husus burasıdır. Allahü teâlâ dilerse niçin olmasın? Peygamber efendimiz, (Göklere ve daha uzaklara gidip geldim) buyuruyor. Bunu inkâr etmekteki maksat nedir? Gayrimüslimler, İslamiyet’i yıkmak için bu şekilde mevzularda yerli maşalarını kullanıyorlar.

2- Süre ve mekân mefhumu mahlûklar doğrusu insanoğlu içindir. Yaratan doğrusu Allahü teâlâ için değildir. Zamanları, mekânları her şeyi o yaratmıştır. İnsanlara bakılırsa olan “ezel” ile “ebed”i birleştirip Cenneti Cehennemi insanlarla iyi mi doldurduğunu Habibine göstermiştir. Şimdi Cehennem boşken, ezel ile ebed birleşince, Resulullah efendimiz, “sallallahü aleyhi ve sellem” Cehenneme girenleri görmüştür. Allahü teâlâyı, Cenneti ve Cehennemi âhirete giderek görmüştür.

Süre, insanoğlu içindir
Allahü teâlânın kullarının cennetlik yada cehennemlik olmasını bilmesi de böyledir. (Tanrı ileride ne olacaksa bilir) demek insanlara anlatmak içindir. Yoksa Allahü teâlâ için vakit diye bir mefhum yok, ilerisi gerisi diye bir şey yok. Gelecek ve geçmiş, insanoğlu içindir. Allahü teâlâ hepsini aniden görüyor, biliyor. An kelimesi de Tanrı için söylenmez, fakat başka kelime olmadığı için bu şekilde söyleniyor.

Bid’at ehli bazı kimseler, Peygamber efendimizin aniden, Cenneti, Cehennemi ve daha birçok bölgeleri gezip gelmesine akıl erdiremiyorlar. Bir kısmı da hâşâ (Mirac’ı kabul etmek, Tanrı’a mekân tâyin etmek olur) diyerek Mirac’ı inkâr ediyor. Allahü teâlâ, Musa aleyhisselamla Tur Dağı’nda konuşmuştur. Tur Dağı Tanrı’ın mekânı mıdır? Elbet değildir. Cennete giren müminler de, Allahü teâlâyı, iyi mi olduğu anlaşılmadan görecektir. Aden de Allahü teâlânın mekânı değildir. Allahü teâlâ mekândan münezzehtir. Iyi mi olduğu bilinmeyen bir görmekle göreceklerdir. Iyi mi olduğu bilinmeyeni, anlaşılmayanı görmek de, iyi mi olduğu anlaşılmayan bir görmek olur.

Cesed gövde anlamına gelir
Sual:
S. Ebediyye kitabında deniyor ki:
(Ehl-i sünnet vel-cemaat âlimleri buyurdu ki, miracda, ruh ve cesed beraber olarak, Mekke-i mükerreme’den Kudüs’e ve oradan, yedi kat göke ve sonrasında Sidre denilen yere ve Sidre’den Kâbe kavseyn makamına, uyanık olarak, gece, aniden götürülmüş ve getirilmiştir.)
Cesed, ruhsuz bedene denmiyor mu? (Ruh ve cesed beraber) demek yerine, (Ruh ve gövde beraber) demek gerekmez mi?
CEVAP
Bazı kelimelerin birkaç mânâsı olur. Bu da cümledeki durumuna bakılırsa mânâsı değişmiş olur. Örnek verelim:

Harç kelimesinin birkaç manası vardır. Sözgelişi maliyede harç demek, vergi anlamına gelir. İnşaatta, su, kum karıştırılmış çimento anlamına gelir. Ziraatta, gübre karıştırılmış toprak anlamına gelir. Mutfakta da harç vardır: Köfte harcı, dolma harcı şeklinde. Maliyenin harcı, çimento değildir. Ziraattaki harç, vergi değildir. Mutfaktaki köfte harcı da, vergi yada çimento değildir.

Piyasada birçok Osmanlıca lügat vardır. Hepsinde de cesed için; ten, beden, vücut, gövde, ruhsuz vücut diye yazar. Ruh ve cesed kelimeleri beraber kullanılınca, ruhsuz doğrusu ölü gövde anlaşılmaz. Ölünün cesedi soğuktur denirse, ruhsuz gövde olduğu anlaşılır. Cesedin çoğulu ecsaddır. Cesedler, cisimler, tenler, vücutlar anlamına gelir. Sözgelişi madde âlemine, âlem-i ecsad denir.

Bir de cümlenin sonunda, (Uyanık olarak, gece, aniden götürülmüş ve getirilmiştir) deniyor. Uyanık dendiği için de, ölü denmediği, canlı olarak götürülmüş olduğu pek açıktır.

Bir önceki yazımız olan Peygamberlik iddiası zındıklıktır başlıklı makalemizde iddias ve peygamberlik hakkında bilgiler verilmektedir.

Kontrol Et

Şık ve güzel giyinmek

Sual: Zenginin eski elbise giymesi uygun mudur?CEVAP Resulullah efendimiz, eski elbiseli birine, (Malın yok mu?) …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.