Darwin ve Evrim Teorisi

Sual: Evrim teorisi hakkında informasyon verir misiniz?
CEVAP
Darwin, materyalistlerin iddia etmiş olduğu şeklinde, insanların maymundan türediğini yada bir hayvandan başka bir hayvan geleceğini söylememiştir. Darwin bu tarz bir olay söylese bile bu sözün bilimsel bir kıymeti olmaz.

İnsan ile hayvanlar arasındaki en büyük fark, insanoğlunun ruhudur. İnsanlarda ruh vardır. İnsanlık şerefi bu ruhtan gelmektedir. Bu ruh, ilk olarak Hazret-i Âdem’e verildi. İnsanlara mahsus olan bu ruh hayvanlarda yoktur. Maddecilerin bu ruhtan haberleri olmadığı için, insanı maymuna yakın sananları çıkıyor. İlk insanların şekli, yapısı, maymuna benzese de, insan insandır. Şundan dolayı ruhu vardır. Maymun ise hayvandır, insana mahsus olan ruhtan ve bu ruhun sağlamış olduğu üstünlüklerden mahrumdur. İnsan ile hayvan, tamamen ayrıdır. Aralarında, hiçbir süre bir geçit olması imkansız.

Darwin’i kullandılar
Materyalistler, fen adamı rolüne girip, (İnsanların maymundan türediğini Darwin söylemiş oldu) diyorlar. Oysa Darwin bu tarz bir olay söylemedi. Canlılar içinde yaşam mücadelesini söyledi. (Türlerin Kökeni) ismindeki kitabında, canlıların çevreye uyduklarını, bunun için, küçük değişikliklere uğradıklarını yazdı. (Bir tür, başka türe döner) demedi. İngiliz İlim Birliğinin 1980’de Salford’daki toplantısında konuşan Prof. John Durant diyor ki:
(Darwin’in insanoğlunun kökeni ile ilgili görüşleri, çağdaş bir efsaneleşmiş olup çıktı. Bu efsaneleşmiş, bilimsel ve toplumsal gelişmemize zarardan başka bir şey vermedi. Evrim masalları, bilimsel araştırmaları tahrip etti. Şimdi Darwin’in teorisi dikiş yerlerinden patlamış, geriye perişan ve bozuk bir fikir yığını bırakmıştır.)

Evrimcilere nazaran, Neandertalar, ilk insandır, ilkin dört ayak üstünde yürümüş, sonrasında da bugünkü hâle gelmiştir. Bu kadar ilkel olan bir mahlûkun bugünkü mükemmelliğe erişmesi mümkün değildir. Tüm din kitapları, ilk insanoğlunun homo sapien [iki ayak üzerinde yürüyen ve düşünebilen bir mahlûk] bulunduğunu bildirmektedir. Dört ayakla yürüyen hayvanın bugünkü insana dönüşebileceğini asla kimse iddia etmemiştir. Paleontoloji mütehassısları, bir canlının başka türe dönmediğini, canlılardaki değişmelerin, kendi türleri içinde bulunduğunu bildirirler.

Tüm din kitapları, ilk insan olan Hazret-i Âdem’in, buğday ektiğini, ev yaptığını ve kendisine on forma kitap verildiğini bildirmektedir. Görüldüğü şeklinde ilk insanoğlunun, dünyanın oldukça tekamül etmiş olduğu bir zamanda yaratılmış olduğu, dört ayağı üstünde yürüyen, mağaralarda yaşayan mahlûklarla hiçbir ilgisinin olmadığı apaçıktır. [Zaten bütün din kitapları, Hazret-i Âdem’in, Hazret-i Havva ile Cennette yaşadığını, sonra dünyaya indirildiklerini bildirmektedir. Cennetten gelenlerin başka ilkel mahlûklarla ne alakası olabilir?]

Üçüncü süre sonunda yaşayan “Antropoit” dedikleri maymun iskeleti bulununca, evrimciler tarafınca, (İnsanın ceddi olan maymunun kemiği bulunmuş oldu. İnsanın maymundan geldiği kesinleşti) şeklinde yalanlar yazılıp, düşsel resimler yapılmış oldu.

1912’de İngiltere’de C. Dawson bir fosil bulduğunu söylemiş oldu. Sonradan (Piltdown adamı) denilen bu fosil, maymunla insan içinde bulunan fosiller içinde en güvenilir olarak meşhur oldu. Bu fosilin kafatası ve dişleri insanınkine, çene kemikleri ise maymunun çene kemiğine benziyordu. Böylece ilk insanoğlunun maymun insan arası bir mahlûk olduğu yazılıp çizildi. Din ile alay edildi. Bu fosilin şüpheli taraflarının bulunduğunu, bu bakımdan tekrardan incelenmesini isteyen bilim adamlarına izin verilmedi. Fakat son yıllarda bir Alman heyeti, bu fosili inceler, şüpheli bölgeler bulur. Neticede Dawson’un, hile yaparak, insan kafatasına maymunun çene kemiğini yerleştirdiği, çeneye de insan dişlerini koyduğu açığa çıktı.

1922’de Pliosen devrine ilişik bir azı dişi bulunmuş oldu. Derhal evrimciler, bunun ilkel bir insan bulunduğunu söylediler. Bir azı dişinden esinlenerek, (Nebraska adamı eşiyle birlikte) diye düşsel resimler çizdiler. ABD ve İngiliz basınında günlerce makaleler yazıldı. Neticede bu dişin, bir domuza ilişik olduğu tespit edildi.

Yarım kafatası, uyluk kemiği ile üç azı dişi ayrı ayrı yerlerde bulunmuş, bunların hepsi bir kafa kabul edilmiş ve adına Java adamı denilmiştir. Prof. Gish bu hususta diyor ki:
(Java adamı denilen varlık bir maymundur. Maymun kafatası ile insan uyluğu birleştirilmiş, adına Java adamı denilmiştir.)

Bu kemikleri kabul eden ve Java adamı adını veren Mr. Dubois, ölmeden ilkin, gerçeği itiraf etmiştir. (Java adamı söylediğim kemikler, gerçekte bir gibbon maymunudur) demiştir.

Madem bu şekilde şu adam, bu adam yaşamış da, niye bir tane de, binlerce değildir? Bu husus da bunların uydurma bulunduğunun başka bir delilidir.

Evrimciler ne kadar uğraşırsa uğraşsın güneş balçıkla sıvanmaz. Maymundan geldiğini söyleyenler olduğu şeklinde, ayıdan geldiklerini söyleyenleri de vardır. Bir İtalyan profesörü, insanoğlunun maymundan değil, ayıdan geldiğine dair üç kanıt ortaya atmıştır:
1- Ayı, yavrusunu döverken insan şeklinde tokatlar, maymun ise ısırır.

2- Ayı, dişisi ile, yavrularının görmediği bir yerde çiftleşir. Oysa maymunda bu tarz bir olay yoktur. Yavrularının yanında da çiftleşir.

3- Oyuncak dükkânına giden bebekler, ayı oyuncaklarını tercih ederler. Bu deliller insanların ayıdan geldiğini gösterir.

Maymun teorisi şeklinde ayı teorisi de, ilim adına uydurulmuş bir rezalettir.

Evrim ve tesadüfler
Prof. Dr. Cevat Babuna konuşmasına şu şekilde devam etti:
İnançsız evrimcilere nazaran, bir organizma yada bunun temsilcisi olan hücreler, bir işi yapa yapa öğrenirler ve sonunda ona nazaran uyum sağlarlar. Örnek olarak zürafanın boynu yüksek dallardan besin temin etmeye çalışa çalışa uzamıştır. Parmaklarımız sert cisimlere vura vura koruyucu olan tırnağı geliştirmiştir. Türler ve hücreler içinde bir yaşam savaşı vardır. Bu muharebede güçlü olan zayıfı tasfiye eder.

Yalnız yaşamın başlama noktası, tüm bu iddiaların ne kadar geçersiz ve saçma bulunduğunu ortaya koymaktadır.

Dünya kurulalı beri hiçbir sperma hücresi, dölleme görevini yaptıktan sonrasında yeniden geri dönmek ve ana hücrelerine yapmış olduğu işler hakkında informasyon vermek imkânını bulamamıştır.

Mademki, sperma ana hücresinin ve spermanın, kendisini ne şeklinde görevler beklediğini öncesinden bilmesine imkân yoktur. O süre kendisine özel yapıyı veren ve bir sürü tedbirler aldıran nedir?

Spermanın başına koruyucu zırhı yerleştiren, bazı hücreleri yok edecek eritici silahları taşıtan hangi kuvvettir?

Bilim dünyasının bile sadece 20. yüzyılın ikinci yarısında öğrenebildiği insan hücresinin kromozom sayısının 46 bulunduğunu sperma nereden biliyor?

46’dan daha çok kromozomlu bir insanoğlunun sakat olacağını, hatta öleceğini ve bu sebepten kromozom sayısını yarıya indirmesi icap ettiğini iyi mi öğrenmiştir? Yola çıkmadan ilkin görevinin başka bir hücreyle birleşmek bulunduğunu da bilmeden, üstelik bu işlemi 20. asırda değil, onbinlerce yıldan beri kusursuz olarak yerine getirmektedir.

Bu detayları ne kendisini meydana getiren ana hücreden, ne de dünyadaki antropologlardan yada jinekolog doktorlardan alması mümkün değildir. O halde bu tedbirler ve ince mühendislik hesapları hangi kuvvetin eseridir?

Kromozomlarını indirgeyen sperma hücresi, taşımış olduğu yüzbinlerce genin kontrolünü hangi bilgisayarlarla yapmakta ve bunların kafi olmadığını görerek yarıştan niçin çekilmektedir?

Çocuğun cinsiyetini verecek kromozomlar X ve Y harfleriyle adlandırılır. Yumurtacıkta daima X kromozomu vardır. Sperma ise yarısı X, yarısı Y kromozomlarından oluşan bir kombinasyona haizdir. Yumurtacık, X kromozomu taşıyan bir sperma tarafınca döllenirse, döllenmiş hücrede XX kromozomları olur ve çocuk dişi olur. Y kromozomu taşıyan bir sperma döllerse, çocuk XY kromozomlu olur, kısaca adam olur. Buradan da anlaşılabileceği şeklinde, cinsiyeti belirleme edecek spermadır, kısaca babadır.

Bu bilgilere nazaran, doğacak evlatların % 50’sinin adam ve % 50’sinin kız olması gerekir. Hâlbuki gerçekte bu bu şekilde olmamaktadır.

Düzgüsel hayatta dış şartlara bayanlar erkeklere nazaran daha dayanıklıdır. Örnek olarak düşük şişman bebeklerin kuvözlerde adam evlatların yaşama şansı, kız ufaklıklara oranla daha azdır.

Aynı şekilde büyüklerde de, çeşitli sebeplerle erkekler kadınlardan daha fazlaca ölmektedir. Harpler, trafik kazaları vs. ele alındığında, dünya üstündeki adam sayısının gittikçe azalan bir çizgi izlemesi gerekirdi.

Bu şekilde, sonunda bir tek kadınlardan ibaret bir dünya ortaya çıkardı. Hâlbuki hepimiz biliyor ki, dünyada hanım adam sayısında belirli bir denge vardır ve bu denge değişmemektedir.

Tüm bunlara karşın, aklı başlangıcında olmak kaydıyla, her şeyin tesadüfen meydana geldiğini söyleyebilecek bir şahıs çıkabilir mi?

Evrim ideolojisi
Ülkemize gelen Paleontolog Prof. Dr. Duane Gish, verdiği konferansta özetle dedi ki:
Canlıların kökenini araştırmak için başvurulabilecek en somut deliller, fosil kayıtlarıdır. Şu demek oluyor ki yaratılış yada evrimden, hangisinin doğru bulunduğunu saptayabilmek için, fosil kayıtlarının, hangisini desteklediğini incelemek gereklidir. Evrimciler, “Tesadüflerle, ilkelden gelişmişe doğru bir ilerleme kaydederek bugüne gelindi” diyorlar. Evrim gerçek olsaydı, evrimcilerin iddia ettikleri yüz milyonlarca yıl süresince gerçekleşen evrim sürecinde, yüz milyonlarca canlı, kendinden önceki bir türden bir sonraki türe doğru gelişecekti. Bu ise, kaçınılmaz olarak yüz milyonlarca “ara-geçiş formu”nun varlığını gerektirirdi. Oysa bu şekilde bir durum söz mevzusu değildir.

Fosil kayıtlarının evrimi desteklemediği ortadadır. Kediler hep kedi, maymunlar hep maymun ve insanoğlu hep insan kalmışlardır. Evrimciler çarpık değerlendirmeler yapıyor. Kendi teorilerine uydurmaya çalışmış oldukları zamanlama metotlarını sık sık değiştirerek, yeni ortaya çıkan bilgilerin ışığında evrimi geçerli kılmaya çalışıyorlarsa da, bu çabaların faydasız bulunduğunu da biliyorlar.

Başlangıçta ummuş olduğu fosillerin bir türlü bulunamadığı görülünce, fosil kayıtları ve teorisinin birbirleriyle tutarsızlığını açıklamak için, Darwin’in bulmuş olduğu çözüm, kısaca fosil kayıtlarının fazlaca tamamlanmamış olduğu iddiası ileri sürüldü. Oysa şu anda Darwin’in döneminden beri 120 yıl geçti ve fosil kayıtları fazlaca oranda arttı. Bugün 250 bin değişik türün fosili mevcut. Sadece durum başlangıçtan değişik değil. Hâlâ Darwin’in bulunmasını ummuş olduğu fosillerden iz yoktur.

Karmaşık canlıların gelişimleri için ihtiyaç duyulan milyonlarca yılda bırakmaları ihtiyaç duyulan fosillerin hiçbirinin mevcut olmayışı, bu teoriyi herhangi bir dayanaktan yoksun bırakır. Bu karmaşık canlıların aniden ve evrim açısından “acıklı” halde ortaya çıkışlarını açıklamak amacıyla girişilen jeolojik, iklimsel, atmosferik ve kimyasal çabaların hepsi çökmüştür. Bu kadar kuşku götürmez delillere karşın, eğer bir kimse bu karmaşık canlıların hiçbir iz bırakmadan evrimleştiğine inandığını söylerse, elbet bu çağdaş bilime zıttır. Bu şahıs, evrime, bilimsel gerçekler ışığında değil, bilimsel gerçeklere karşın inandığını kabul ediyor anlamına gelir. Nitekim evrimi korumak için çaba sarfeden çevrelerin, içinde bulunmuş olduğu durum da budur. Bu ise, evrimi bilimsellikten uzaklaştırarak bir ideoloji haline sokmuştur.

Evrimciler insanoğlunun maymundan evrimleştiği düşüncesinde idiler. Sadece bu evrim süreci ve fosil kayıtları da gene en fazlaca evrimciler tarafınca şüpheyle karşılanıyordu. Evrimcilerin, “Maymunla insan arası” olarak açıkladıkları Australapithecus aferensis, insan şeklinde iki ayağı üstünde yürümüyordu. Bazı hareketler [mesela bir daldan meyve koparmak] için kısa süreli olarak dikilmesi, onun insan olduğu anlamına gelmiyordu. Günümüz paleontoloji araştırmaları ise, bunun artık soyu tükenmiş bir maymun cinsel bulunduğunu söylüyorlar.

Eugene Dubois, insanoğlunun maymundan evrimleşerek geldiğini söylemişti. 1891’de ilkin bir kafatası ve bundan 15 m. uzakta bir uyluk kemiği buldu. Peşinden buluntulara 3 tane diş eklendi. Dubois bunların tek bir canlıya ilişik bulunduğunu iddia etmekle kalmadı, 900 cc olarak hesapladığı kafatasından hareketle ilkel bir maymun ve uyluk kemiğinden hareketle de dik yürüyen bir insan türü bulunduğunu ortaya attı. Buna Homo erectus [Dik yürüyen maymun] adını verdi. Bu yanlış iddia, evrimcilerce sevinçle karşılandı.

Ne var ki, Dubois bile, bir süre sonrasında kendisinin de ikna olmadığını ve bunun bir maymuna ilişik bulunduğunu düşündüğünü itiraf etti. Birçok bilim adamı da bunun Pithecantropus türü bir maymuna ilişik bir kafatası olduğu mevzusunda birleştiler.

İkinci örnek Pekin Adamı da bundan değişik değildir. Evrimciler hiçbir tutarlı iddia ortaya koyamadılar, iddialarını destekleyen hiçbir fosil kaydı bulunamadı ve evrimin, bilimsellikten uzak “İdeolojik bir emek verme” olduğu anlaşılmış oldu.

Evrim efsaneye dayanır
Yerli yabancı ilim adamlarının katılmış olduğu bir konferansta konuşan Amerikalı biyolog Prof. Dr. Kenneth Cumming dedi ki:
Evrim efsaneye dayanır. Şu şekilde ki, Enuma Elish destanı Yunan filozoflarını fazlaca etkiledi. Thales, Aristo ve Platon felsefi teorilerini Sümerler’in destanından esinlenerek oluşturmuşlardı. Yunan filozoflarının doktrinleri ise Lamarck’a kadar uzandı. Lamarck ilk kez, canlıların basitten mükemmele doğru değiştiğini söyleyerek mevzuyu güncelleştirdi. Lamarck, bugünkü zürafaların geçmişte boynunun kısa bulunduğunu, sadece ağaçların yüksek dallarına uzandıkça boyunlarının da uzadığını iddia etmişti. Genetik biliminden habersizdi. Bugün bu şekilde bir gelişmenin, biyolojik olarak imkânsızlığı kanıtlama edilmiştir. Lamarck’tan sonrasında, bu safsatayı Darwin yeniden gündeme getirdi.

Darwin’in fikirleri, temel olarak gözlemlere ve organik seleksiyon, ayıklama adını verdiği bir mekanizmaya dayanır. Buna nazaran tüm canlılar, ortak bir ataya haizdir ve türler bu ortak atadan zaman içinde, yavaş yavaş çeşitlenerek ortaya çıkmıştır.

Darwin’in zamanında genetik ve mikrobiyoloji şeklinde hücre ve üreme mevzularına bilimsel açıklamalar getiren bilimler mevcut değildi. Bunun için iddialarına karşı, kati bir şey söylenemiyordu. Bu bilimlerin ortaya çıkması, Darwin’in teorisini temellerinden sarstı. Bu durumda evrimciler de yeni yollar aramak durumunda kaldılar ve teoriye mutasyon mekanizması eklendi.

Bu iddiaya nazaran, mutasyonlar, kısaca canlının genetik şifresi DNA’da meydana gelen hasar, bozulma ve kopmalar neticesinde yeni canlılar oluşuyordu ve organik seleksiyon bu tarz şeyleri ayıklayarak güçlülerin hayatta kalmalarını sağlıyordu.

Oysa bu durum teoriyi kendi içinde bile tutarsız hale getirmişti. Şundan dolayı mutasyonlar canlıya zarar verip yaşama şansını azaltıyordu. Aslına bakarsan fazlaca nadiren meydana gelen bir mutasyon, üstelik de kazanılan özelliğin bir sonraki nesle aktarılabilmesi için sadece üreme hücrelerinde olması gerekirken, canlıya büyük zarar veriyordu. Tek bir yararlı mutasyonu tanımlamak bile fazlaca zorken, türü değiştirebilecek bir mutasyonlar zincirini düşünmek imkânsızdı.

1953’de Miller bir gözlem gerçekleştirmiş oldu. Evrimcilerin iddialarındaki organik seleksiyon mekanizmasının tek bir örneğinin bile mevcut olmadığını, çeşitli sebeplerden dolayı hayvan toplulukları sayılarında değişme yaşandığını, sadece hiçbir süre bir kedinin köpeğe, bir çamın meşeye dönüşmediğini kanıtlama etti. Moleküler düzeyindeki incelemelerinde, aminoasitlerin yapılarının evrimle açıklanamayacağı görüldü.

Tüm canlılarda, rastgele değil, fazlaca muntazam bir dizayn vardır. Buna nazaran canlı organizmalar, bir makinenin parçaları şeklinde yüzlerce, binlerce parçanın, daha doğrusu sistemin beraber çalışmasıyla hayatlarını devam ettirmektedirler.

Bu fazlaca sayıdaki parçanın herbiri birbiri ile muhteşem bir uyum içinde iş yapmaktadır. Örnek olarak vücudun müdafa sistemleri, organizmanın korunması için antikor oluşumu, hücre temizliği ve iltihabi tepki şeklinde karmaşık metotlar kullanırlar. Yara tamiri, kan pıhtılaşması şeklinde birçok döngü reaksiyonları meydana getirirler. Olayların kendine özgü oluşları ve kontrolün oluşumu üst düzey bir dizayna işaret etmektedir. Bu şekilde üstün bir dizayn tesadüfler sonucu ve rastgele oluşmuş olması imkansız. Bu, bir sisteme ilişik olan ve birbiriyle uyumlu tüm parçaların, sadece o sistemi bütünüyle tanıyan bir Yaratıcı tarafınca ortaya çıkarılmış bulunduğunu açık bir halde göstermektedir. Bu parçaların her birinin yapısı, iç mekanizması ve işleyişindeki harikalık da o yaratıcının varlığına birer delildir.
[Kur’an-ı kerimde ilk insanın topraktan, neslinin ise nutfeden yaratıldığı bildiriliyor. İlim ilerledikçe Kur’an-ı kerimin bildirdiği bu gerçek daha iyi anlaşılıyor.]

Evrim ve yaratılış
Bilim adamları, bir dergideki solcu bir yazara verdikleri cevabı, basına da dağıtmışlar. Bu uzun mesajda özetle [ve kısa ilavelerle] deniyor ki:
Dergideki yazıda, “Evrim teorisi çürütülmeye çalışılmaktadır” denmiştir. Hâlbuki bahsedilen konferanslarda, Evrim teorisi çürütülmeye çalışılmamış, çürütülmüştür. Evrim teorisi ele alınmış, ateist ideolojilerin ürünü olan bu dogmanın mesnetsizliği, bizzat bilim yöntemiyle ortaya konarak, teorinin çöpe atılması sağlanmıştır. Ek olarak Marksist felsefeyi savunanların yaratılış gerçeği karşısında ileri sürdükleri kuram, her açıdan geçersiz kalmış ve savunucuları büyük bir hezimete uğramıştır.

Yazıda, “Evrim teorisi dinin en zayıf noktasıdır” deniyor. Evrim teorisi dinin değil, maddeci felsefenin en zayıf noktasıdır. Şundan dolayı başta K. Marx ve F. Engels olmak suretiyle maddeci felsefenin ileri gelen düşünce babalarınca onlarca kere ifade edilmiş olduğu şeklinde, Evrim teorisi, maddeci felsefenin temel dayanağını teşkil etmektedir. Nitekim K. Marx, Evrim teorisini ortaya atan Darwin’in kitabı için, “Bizim görüşlerimizin organik zamanı temelini içeren kitap budur” demiştir.

Evrim teorisi, maddeci felsefenin temeli olduğundan, bu teorinin mesnetsizliğini ortaya koyan her bulgu, maddeci felsefenin ve onunla bağlantılı tüm ideolojilerin de mesnetsizliğini ortaya çıkarmaktır. İşte yazarın saldırgan bir tutum sergilemesinin ardında yatan aslolan sebep budur.

Mecmua, “İnsanlar, yaratılış için tanrısal bir masal uydurmuşlar. Mukaddes kitaplar, tüm canlıların Hazret-i Âdem’den yaratıldığını söyler” derken, mecmua, tüm canlıların değil, insanların türemesini kastetmiş olmalıdır. Şundan dolayı bilinmiş olduğu şeklinde, Kur’an-ı kerimde Hazret-i Âdem’in ilk canlı olduğu ve mikroorganizmalardan memelilere kadar tüm canlıların Hazret-i Âdem’den türediği şeklinde bir izahat mevcut değildir. Kur’an-ı kerimde, Hazret-i Âdem’in ilk insan olduğu ve insan neslinin Hazret-i Âdem’den türediği belirtilmektedir.

Yazar, “Naturel Seçme Yasası ile din asla bağdaşmaz” diyor. Yazar dini bilmediği şeklinde, Evrim teorisini ve bilimi de bilmiyor. Şundan dolayı Naturel Seçme Yasası diye bir şey yoktur. Naturel seçme [seleksiyon] ise, hiçbir bilimsel dayanağı olmayan bir kelime oyunundan ibarettir.

Yazar, “İnsanlar tercihlerini ya inançtan, ya bilimden yana yapacaklardır” diyor. Eğer, “İnanç”tan kastettiği “Yaratılış inancı” ise, iddiası gerçek dışıdır. Yaratılış ile bilim içinde hiçbir aykırılık mevcut değildir. Bilimsel gerçekler, yaratılışın doğruluğunu ortaya koymaktadır. Eğer “İnanç”tan kastettiği, Evrim teorisine olan körü körüne bağlılık ise, yalnız bu tespiti doğrudur. Bilim başka şey, Evrim teorisi başka şeydir. İnsanlar tercihlerini ya bilimden, ya Evrim teorisinden yana yapacaklardır. Hem bilim, hem Evrim teorisi savunulamaz.

Yazar, “Yaratılışa inananlar Evrim teorisini çürütseler bile, gene de bu, insanları yaratılış masalına inandırmaya yetmez” diyor.

Birincisi, yaratılış masal değil gerçektir. Esas masal olan, çeşitli türlerde atomların uzun bir süre içinde, tesadüfler sonucu bir araya gelmiş olarak, elektron mikroskobu yapmış olup, kendi vücudunun hücre yapısını inceleyen bilim adamlarına dönüştüğünü iddia eden Evrim teorisidir.

İkincisi, Evrim teorisinin yanlışlığı, elbet ki, yaratılışı ispatlayan delillerden biridir. Canlıların tesadüfle oluşmasının imkânsızlığı, şuurun varlığı, bu da yaratıcının varlığını ispatlamaktadır. Başka bir deyişle, yaratılış, hem bilimsel verilerin yaratılışı doğrulamasıyla, hem de yaratılış dışındaki alternatiflerin imkânsızlığıyla kesinlik kazanmaktadır. Yazar, “Din ile bilim hiçbir süre birbirleriyle uyuşmaz” diyor. Demek ki yazar, Evrim teorisini ilim ile karıştırıyor.

Maymundan gelen politikacı
Sual:
Bir politikacı, (Maymundan geldik) dedi. Ben de, (Dinimizin bildirdiğine nazaran, Hazret-i Âdem’den geldik) dedim. (Bilim varken dine uyulmaz, siz bilime karşı çıkıyorsunuz) dedi. (Sizinki bilim değil, bir teoridir, yarın da başka bir kuram çıkarsa ne yapacaksınız?) dedim. (Yeni çıkan teoriye uyarız) dedi. Bu politikacı, maymun teorisine de inanmadığı, şundan dolayı yeni bir kuram çıkarsa ona uyabileceğini söylediğine nazaran, sırf dine karşı olduğundan onu kabul etmiş olduğu anlaşılmıyor mu?
CEVAP
Evet, o şekilde olduğu açıkça anlaşılıyor. Başka teoriyi kabul edecekse, bu teorinin doğru olmadığını söylemiş oluyor. Bir İtalyan profesörü, yeni bir kuram çıkarmış, insanoğlunun maymundan değil, ayıdan geldiğine dair üç kanıt ortaya atmıştı:
1- Ayı, yavrusunu döverken insan şeklinde tokatlar, maymun ise ısırır.

2- Ayı dişisiyle, yavrularının görmediği bir yerde çiftleşir. Hâlbuki maymunda bu tarz bir olay yoktur. Yavrularının yanında da çiftleşir.

3- Oyuncak dükkânına giden bebekler, ayı oyuncaklarını tercih ederler. Bu deliller insanların ayıdan geldiğini gösterir.

Maymun teorisi şeklinde ayı teorisi de, bilim adına uydurulmuş bir hurafedir. Acaba evrimci politikacı, yeni bir teoriye uyacağına nazaran, maymundan değil de, ayıdan mı geldiğini söyleyecektir?

Evrimcilerin, insandan değil de, hayvandan geldiğini iddia etmeleri, dini yıkmak içindir. Eğer din hâşâ, maymundan geldik deseydi, bunlar insandan geldik derlerdi. Hayvandan gelmeyi aşağılık kabul ederlerdi. Dine inanmamak için hayvandan gelmeyi fazlaca düzgüsel görüyorlar.

İlk maymunun nereden geldiğini evrimcilere soruyoruz. Sudan oldu diyorlarsa, suyu kim yarattı? Mahlûk olunca bir yaratıcının olması gerekir? Mahlûk, yaratılan anlamına gelir. Yaratan eğer olmazsa mahluk olmaz. Yaratıcıyı inkâr etmek kadar ahmaklık olmaz.

Gülen maymun
Sual:
Maymunun insan şeklinde gülmesi, evrimin gerçek bulunduğunu göstermiyorsa neyi gösteriyor?
CEVAP
Evrimle asla alakası yoktur. Papağanı insan şeklinde konuşturan, maymunu güldüren, yılanı ayaksız yürüten bir yaratıcının varlığını gösterir. Allahü teâlâ her hayvana bir özellik vermiştir. Köpeğin koku alması, kedinin karanlıkta görmesi, akrebin zehri, geyiğin boynuzu, kirpinin dikeni, bukalemunun renk değiştirmesi, kuşların uçması, balıkların yüzmesi, aslanın parçalaması, yarasanın engellere çarpmadan gözsüz uçması evrimi, devrimi değil, hikmet sahibi yüce bir yaratıcının varlığını gösterir.

İnsanın aslı, hayvan değildir
Sual: İnsan yada hayvanların birbirine dönüşmesi, insanoğlunun, hayvanların en gelişmiş şekli denmesi, aklen ve dinen mümkün müdür?

Yanıt: Paleontolojik devirlerde, canlılarda zaman içinde tekamül görülmekte, fakat bu değişmeler, her tür varlığın kendi içinde olmaktadır. Örnek olarak, dördüncü dönemin yeni tabakalarında “kromanyon” adı verilen insan iskeleti bulunmuştur. Bizim iskeletimizden değişik olduğu hâlde, paleontoloji mütehassısları bunlara, ilk insanoğlu demiştir. Öteki taraftan, üçüncü süre sonunda yaşayan, “antropoit” denilen ve bugünkülere benzemeyen, maymun iskeletleri bulunmuştur. Insanbilim mütehassısları, bunların maymun bulunduğunu söylüyor. Fen taklitçileri ise, yaptıkları tercümelerde, kromanyon insanına ve antropoit maymununa, insanoğlunun ceddi olan yada insanla maymun içinde geçit teşkil eden fosil diyorlar.

Biyologlar, insan ile hayvan arasındaki farkı, yalnız madde bakımından inceliyor. Oysa, insan ile hayvanlar içinde en büyük fark, insanoğlunun ruhudur. İnsanlarda ruh vardır. İnsanlık şerefi hep bu ruhtan gelmektedir. Bu ruh, ilk olarak, Âdem aleyhisselama verildi. Hayvanlarda bu ruh yoktur. Maddecilerin, felsefecilerin bu ruhtan haberleri olmadığı için, insanı maymuna yakın sanabilirler. İlk insanların şekli, yapısı, maymuna benzese de, insan insandır. Şundan dolayı, ruhu vardır. Maymun ise hayvandır. Şundan dolayı bu ruhtan ve ruhun hasıl etmiş olduğu üstünlüklerden mahrumdur. Görülüyor ki, insan ile hayvan, tamamen ayrıdır. Aralarında, hiçbir süre, bir geçit olması imkansız, birbirine dönemez. Oysa, hayvanlardan insana en yakın maymun olduğu, asırlar ilkin, İslam kitaplarında, örneğin İbni Haldûn’un “Zamanı mukaddemesinde” ve “Ma’rifetnâmede” yazılıdır.

Bir önceki yazımız olan Kâinatın genişlemesi başlıklı makalemizde kainat ve lemesi hakkında bilgiler verilmektedir.

Kontrol Et

Şık ve güzel giyinmek

Sual: Zenginin eski elbise giymesi uygun mudur?CEVAP Resulullah efendimiz, eski elbiseli birine, (Malın yok mu?) …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.