Cümlenin akışına göre, üçüncü tekil şahsa ait “Hu Ve” (O) zamiri, Kur’an’da sıkça kullanılmıştır. Bunun bir çok hikmetleri vardır:
a. Arapça gramer açısından, daha önce geçen Allah lafaza-i celalin tekrar edilmesi yerine, ona ait zamiri kullanmak daha edebîdir.
b. Allah’a ait “Hu Ve” “O”, zamiri kullanıldığı zaman, muhatabın hayalinde, mertebece kendisinden ve her şeyden çok yüksek olan bir varlık canlanır ve yaratılmışlık ve yaratıcılık ilişkilerinden başka, onunla –deyim yerindeyse, haşa- bir akrabalık bağının olmadığı gerçeğinden hareketle ona karşı nazlanmayı değil, niyaz ve duayı, kulluk ve ibadeti esas alan bir tutum ve davranış içinde olur.
c. “Hu Ve” zamiri Kur’an’da kullanılırken, Allah’ın mutlak bir varlık olduğunu gösterir. İhlas suresinin başında yer alan “Kul Hu Ve”de olduğu gibi, başka bir şeye ait olduğunu gösteren bir işaret, bir karine olmadığı zaman, doğrudan Mutlak varlık olan Allah’ı gösterir. Bununla şu hakikati çağrıştırıyor: “Ey İnsan! Sizin o şunu yaptı, o bunu yaptı… O bana ikramda bulundu, o benim işimi gördü.. vs. diye işaret ettiğiniz bütün “O”lar, gerçek manada bir tek “O”ya işaret etmektedir. O da Allah’tır. Çünkü kâinatta O’ndan başka müessir-i hakiki yoktur, O’ndan başka yaratıcı yoktur, O’ndan başka zarar ve yarar dokunduran yoktur.
Bu gerçeğe işaret eden delillerden biri de şudur:
“Allah” ism-i celilin ebced değeri 66’dır. “Hu Ve” zamirinin ebced değeri ise, 11’dir. 1’den 11’e kadarki sayıların toplamı 66’dır. Demek ki, Lafza-i celal bu zamirde şifrelenmiştir. Nitekim, İhlas Suesindeki söz konusu “HuVe” zamiri, sondan itibaren Kur’an’ın 66. kelimesidir.
d. Bu zamir Kur’an’da, özellikle İhlas suresindeki gibi “mutlak” olarak ifadesinde “şuhudî tevhid” vardır. Yani bu ifade “Lâ meşhude illa hu” manasına gelir. Varlıkta her şey Allah’ı göstermektedir. Her şey Onun isim ve sıfatlarının birer yansımasıdır ve onun fiilleridir. Onun için her şey onu gösteriyor, demektir.(bk. Sözler, s.696; ayrıca bk. On Üçüncü Söz, Hüve Nüktesi).
e. Kur’an’da “Ben-Biz” tabirleri kullanıldığı gibi, Allah ve diğer isimleri de kullanılmaktadır. İnsanlar, Allah’ın mahiyetini bilemezler. Onun isim ve sıfatlar gibi unvanlarla tanırlar. Allah lafza-i celal, bütün isim, sıfat ve unvanları içine alan kapsamlı bir ism-i azamdır. Söz gelimi, Halık denildiği zaman, yaratıcı, Gafur denildiği zaman bağışlayan, Rezzak denildiği zaman rızık veren akla gelir. Oysa Allah denildiği zaman hem Rezzak, hem Gafur, hem Halık gibi bütün isim ve sıfatları akla gelir. Bu sebeple Allah lafza-i celal Kur’an’da iki bin küsur defa zikredilmiştir. İnsanlar ancak Allah lafza-i celalin penceresinden onun isim, sıfat ve zat-i akdesini mülahaza edebilirler. Bu mülahazayı zihinlere yerleştirmek için bu isim sıkça nazara verilmektedir. Bu ismin üçüncü tekil şahıs gibi kullanılması ayrıca büyüklüğü de ifade etmektedir.
f. Allah kendisini, “Allah, Hakim Rahim” gibi isimlerle de tanıtmıştır. Çünkü Allah, kendisini kullarına tanıtmak istiyor. Allah’ı tanımak ise, onun vasıflarını gösteren unvanlarla mümkündür. Unvan ise, isim ve sıfatlarla ortaya konur. Bu sebeple, Allah Kur’an’da, kullanılan herhangi bir ifadenin manasına uygun olarak belli isim ve sıfatlarını aklın nazarına vermiştir. Yoksa, hiç görmediğimiz, sıfatlarını hiç duymadığımız, mahiyetini hiç idrak etmediğimiz bir varlığın “Ben” diyerek kendini bize tanıtması mümkün mü?
Nitekim, Allah, Hz. Musa (as) ile doğrudan konuşurken bile “Ben” ifadesinin yanında, kendisini yaratıp terbiye eden, rızkını veren, konuşma ve idrak etme kabiliyetini veren sıfatlarına işaret etmek üzere “Rabb” ismini de kullanmıştır:
“Ateşin yanına varınca birden: “Mûsâ!” diye nida edildi. Haberin olsun: Senin Rabbin Benim!” denildi. “Çıkar pabuçlarını hemen! Çünkü kutsal vâdidesin sen! (Evet evet) Tûvâ’dasın sen! Peygamberliğe Ben seçtim seni, öyleyse iyi dinle sana vahyedileni! Muhakkak ki Ben’im gerçek İlah. Benden başka yoktur ilah. O halde sen de yalnız Bana ibadet et! Beni anmak için namaz eda et!”(Tâ Hâ, 20/11-14).
Bir önceki yazımız olan Sonsuzluk bilinebilir mi? başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.