İnsan bir anda iki yöne bakamayan gözlerini, iki ayrı konuyu birlikte düşünemeyen aklını, bir anda iki şey dileyemeyen iradesini, kısacası hepsi noksan ve cüz’î olan kendi sıfatlarını ölçü aldığında, bütün sıfatları sonsuz, küllî ve mutlak olan Allah’ın icraatlarını elbette anlayamaz. Bu noktada hayret etmesi gerekirken, nefis ve şeytanın birlikte gayretleriyle bazen inkâr yoluna saptığı olur.
Halbuki insan kendini ölçü alacağına, Allah’ın yarattığı ve Onun izni ile bir anda sayısız işler yapan mahlukatı düşünse böyle bir soruyu sormasına gerek kalmaz.
Bir anda bütün gözlere birlikte giren güneş ışığını, bütün canlıların kanlarını birlikte temizleyen havayı, üzerindeki her varlığı beraber çeken yer çekimini, bir anda bütün kulaklara birlikte giren sesi, bütün yapraklara, meyvelere birlikte rızık gönderen ağaçtaki kanunu, her bedenin her hücresinde birlikte bulunan ruhtaki hayat sıfatını düşünebilse, bu mahlukatına bu kabiliyetleri veren Allah, elbette sonsuz işleri birlikte yapabilir ve bilebilir der. Bu konuda hiçbir şüphesi kalmaz.
Bir tek zat çeşitli aynalar vasıtasıyla külliyet kazanabilir. Bütün aynalarda birlikte bulunabilir ve iş görebilir. Bir anda çok yerlerde birlikte iş görmenin çok harika bir misalini Cenab-ı Hak, görüntü kanunuyla bizim nazarımıza sunmuştur.
İnsan binlerce aynada birden görünür. Mesela, kolunu kaldırsa binlerce kol birden kalkar. Mektup yazsa bütün aynalarda da birer mektup yazılır. Aynı insanın televizyondaki görüntüsü aynadakinden çok ileri bir seviyededir. Ekranlarda sadece sureti değil, sesi de görüntülenir. Ve o insan bir anda milyonlara hitap eder. Bu da Allah’ın bu kainatta koyduğu bir kanundan beşerin faydalanabilmesinin bir sonucudur.
Aynalarda görüntülenen varlıkları üç kısma ayırabiliriz. Birincisi, “katı, maddî ve ışıksız” şeylerdir. Bunların görüntüleri bir suretten, bir resim olmaktan öteye geçmez. O şeyin mahiyetini yansıtmaz. Mesela, bir kimse yüz aynalı bir odaya girse, yüz tane görüntü meydana gelir. Fakat o suretler ölüdürler. Görmezler, işitmezler, konuşmazlar, yemezler, içmezler.
İkincisi, güneş gibi “maddî nuranî” varlıklardır. Aynasını güneşe çeviren bin tane adam düşünelim. Güneş, bütün aynalarda görünür. O görüntüler güneşin aynısı değildir, ancak güneşin bazı özelliklerine sahiptir. Aynadaki güneş akisleri de asıl güneş gibi ışık, ısı ve yedi renk sahibidir. Gökteki güneş şuurlu olsaydı, aynamız vasıtasıyla bizimle konuşabilir, çeşitli işler yapabilirdi. Bir iş başka bir işe engel olmazdı.
Üçüncü kısım, “nuranî ruhlar”dır. Bunların görüntüleri, o ruhanî varlıkların özelliklerine sahiptir. Diridirler, görürler, işitirler, konuşurlar, bilirler. Bu noktada aynaların gösterebilme kabiliyeti önem taşır.
Muteber hadis kitaplarında temessülün birçok misalini görmek mümkündür. Mesela,“Hame” isimli bir cin, ihtiyar bir adam hâlinde temessül ederek Peygamber Efendimizin (asm) yanına gelmiş, şahadet getirerek İslâm’ı kabul etmiştir. Hazret-i Ömer’in (ra) anlattığı bu hadise, cinlerin temessülüne güzel bir misaldir.
Hazret-i Cebrail (as) ise, Dıhye isimli bir sahabe suretinde Peygamber Efendimizin (asm) huzuruna gelmiş, “İman nedir, İslâm nedir?” diye sorular sormuştur. Sahabelerin huzurunda meydana gelen bu hadise, meleklerin temessülü hakkında meşhur bir misaldir. O büyük melek, aynı anda sayısız yerlerde bulunur, çeşitli işler yapar, bir iş başka bir işe mani olmazdı. Hem ruhu hem de cesediyle, aynı anda birçok yerde bulunabilen bir kısım evliya da vardır ki, bunlara “abdal” namı verilir. Ruhu gibi, cesedi de nuraniyet kazanan bu zatların hâli hakikaten harikadır.
Temessül kanununu gereğince değerlendirebilen bir insan, Allah Teala’nın, “bir”olduğu hâlde her şeyi aynı anda nasıl bildiğini, nasıl yarattığını, nasıl idare ettiğini, bir işin başka işlere nasıl mani olmadığını hiçbir şüpheye yer kalmayacak şekilde anlar, tasdik eder.
Bir önceki yazımız olan Allah, kendi katından yeryüzüne yüz parça rahmetinden sadece biri göndermiştir. Bu yüz parça rahmet konusunu nasıl açıklanabilir? başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.